"Kozasında bekleyen bir tırtıl gibiyim, daha uzun yaşamak için kozamdan çıkmıyorum"
Bu haftaki konuğum benim için gerçekten özel seslerden biri.
Doksanlar hayatımıza saf poptan elektroniğe, blues’dan rock’a, danstan r&b’ye
yeni yeni türlerin ve şarkıcıların girdiği yıllardı, daha önce benzerleri
olmadığı için her çıkan şarkıcı kendi ilgi alanı müziğe dair şarkılar çıktığı
için hem çeşitlilik artıyor, hem de bu sanatçılar türlerinin ilk örnekleri oldukları
için akıllara kazınıyordu. Okan Akdeniz 1998 yılında "Hasret" şarkısı ile
müzik piyasasına girdiğinde Latin pop türünü tanımış olduk. Gitarında yaz
sıcağı, sesinde meltem tınısı vardı. Sonrasında daha önceleri Erol Evgin ve
Yeliz gibi devlerin seslendirdiği Deli Divane şarkısının yorumuyla dikkat çekti
bu esmer adam. Vokal tekniği ve yorumuyla gerçekten çok çalışılmış bir albümdü
Hasret, çıkışı da bu çalışmaların karşılığını alırcasına ilgi görmüştü. Lakin
sonrasında Okan Akdeniz bir kayboldu pir kayboldu. Gazetelerde birkaç haberde
rastladım sonrasında ve sonrasında onlar da bitti. Yıllar yılı ne yapar ne eder
diye en çok merak ettiğim isimlerdendi, zira yıllar sonra 90lar yeniden kıymete
binince de çıkmadı ortaya. Halbuki o bu sırada biriktirmiş biriktirmiş
içindekileri. Bu söyleşiyi yaptığımda Okan Akdeniz’in aslında bize gösterdiğinden
çok daha fazlası olduğunu anladım. Karşımda müziğe gerçekten emek veren ama
küstürülen, bununla birlikte umudunu hala içinde taptaze tutan ve kendisinin
deyimiyle yok olmamak için kendini kozasının içinde tutan bir adam gördüm. Müzisyenliğinin
yanında entelektüel bilgisiyle verdiği cevaplarla şu ana kadar yaptığım en
keyifli söyleşilerden biri çıktı ortaya.
T: Albüm çıkarmaya nasıl karar
vermiştiniz? İlk albümü çıkarma heyecanınızı ve o süreci kısaca anlatır
mısınız?
O.A.: İzmir’de dört duvar arasında
piyanomla hayat geçiyordu. Bir yandan Jazz solistliği yaparken diğer yandan
Müfit Bayraşa’dan İngilizce müzikle bozulan A E vokallerimi düzeltmek için şan
dersi alıyordum. İngilizce ile Türkçe arasında ciddi bir vurgulama uçurumu var
ve ben Türkçe’yi düzgün okuyamıyordum. Daha sonra Müfit hocamdan esinlenerek
ben de beste avına çıktım. Önceleri fazla kastım kendimi, zannettim ki ben
avcıyım. Ancak melodi kendini tamamıyla bilinçsiz dediğin ama aslında bilinci
daha büyük bir iradeye (ki o da herkesin mayasında olan ilhama) bırakınca
kendiliğinden geliyormuş.Tabii ilhamın kendini daha geniş bir hayal dünyasında
ifade edebilmesi için birikim de gerek.
Sonra bestelerim belirli bir sayıya gelince köyden indim şehre
misali piyanomu satıp parasıyla albüm yapma hayaliyle İstanbul’a gittim. İlk
tepki ailemden geldi. Piyano bizim sana hediyemizdi neden sattın, diye tabii.
Ben malperest birisi değilim. Eşyalara da duygu yüklemem bu yüzden. Nasılsa
yerine konabilecek bir şey. Ama o dönem içimdeki hırs, sonradan kaybolursa
yerine konamazdı.
İstanbul’a ilk gittiğimde daha öncesinde bir televizyonda
açılan şarkı yarışmasında tanıştığım rahmetli Melih Kibar’ı ziyaret ettim. Beni
ve bestelerimi beğendi ve Sony Music ile bir randevu ayarladı. Sony Music’ten
gelenlere stüdyoda piyano başında bir eserimi canlı seslendirdim ve onlar da
beğendi. Derken 3 ay gibi kısa bir süre sonra bir bakmışım albüm için Şile’de
rüzgarlı bir havada kum yuta yuta kapak fotoğrafı çekimlerindeyim. Rüya gerçek
oluyordu benim için. Bu yüzden bu işin arada çıkan sıkıntıları vücutta çıkan
bir sivilce kadar canımı acıtıyordu. Tabii İstanbul’da kaldıkça ve albümün
devamlılığı için yapılması gerekenler arttıkça bu sivilceler çıbana dönüşmeye
başladı.
T: 90lı yıllardan hala akıllarda
kalan bir isim olarak, albüm yapmayı neden bıraktınız? Kendi tercihiniz miydi?
Ya da müzik sektöründeki şartlar mı buna neden oldu?
O.A.: Albüm yapacağıma çok inanmıştım. Güçlü bir inanç her şeyi
başarmanıza sebep oluyor, gelecekteki tiyatro sahneleri inançla kuruluyor.
Ancak satacağına olan inancım az olmalı ki şarkılar dillere dolanmasına ve çok
tutmasına rağmen fazla satmadı. Buna sadece benim katkım dışında yanlış reklam
politikası da dahildir. Bu ilk başta hevesimi kırdı. Yani albüm yapmaya olan
hevesim, müziğe değil. Müzikle her zaman mutlu olursunuz, işin içine paraya
dönüştürme ve faturaları düşünmeden yaşamanın planları girince, insan doğasının
dışında bir alana girdiğiniz için bir şeyler değişmeye başlıyor. O dönem hızlı
bir tempo vardı ama ben bir İzmirli olarak pek hızlı sayılmazdım. Arabayla son
sürat gidiyorsunuz ama arabanın içinde sadece oturuyorsunuz. Giden siz değil
araba aslında. Ne kadar gittiğinize her
zaman bakmalısınız. Yoksa yanlış yerde benzininiz biter. Benim benzinim de tam
büyük deprem olduğu dönem tükendi. Türkiye moral olarak çökmüş, birçok insan
sevdiklerini doğal afete vermişti. Bu durumda neşeli bir albüm yapamayacak
kadar içime kapanmıştım. Sonra da askerlik girdi ve bu süreç o dönem son buldu.
Ama ölüm yaşam demektir. Daha sonra hayatın içinde yine müzikle tutunabilmenin
başka yollarını da buldum...
T: Albüm sonrası dönemde neler
yaptınız? Müzikle bağlantınız nasıl sürdü? Ya da sürdü mü? Şahsen ben bir dönem
her daim gözümüzün kulağımızın önünde olan sanatçıların albüm yapmadıkları,
bildiğimiz bir sahne çalışması olmadığı dönemlerde neler yaptığını öğrenmek
üzere yazıyorum biraz da bu yazıyı.
O.A.: Kendimce yıkımdan sonra İstanbul dahil her türlü negatifi temizleme
yoluna gittim. Ne İstanbul ne müzik piyasası salt kötüydü. Her yerde kötü ve
iyi bir aradaydı ama ben negatifleri toplayanın asıl beynimin ta kendisi
olduğunu fark ettim. Aşılması gereken engeller dışarıda değil beynimdeydi. Bu
yüzden İzmir’deki evime dört duvar arasına ve arkadaşlarımın yanına döndüm.
Evimde küçük bir home stüdyo kurup besteler hazırlamaya başladım. Kendim için
değil, daha çok yeni eski sanatçılara pazarlamak için. Eserlerimin içine İngilizce
çalışmalar da ekledim. Belçika’ya falan sattım. Tekrar müzikle dolu bir hayatın
içine girdim. Bir yandan da spor yaparak bedenimin kölesi oldum. Turist gibi
yaşamayı öğrendim ve bu sayede hala her şeye sürpriz gibi bakabildiğime
şükrediyor, teşekkür ediyorum. Şu anda da reklam müzikleri yapıyor, bir yandan
da fotoğrafçılık sanatında ilerlemeye çalışıyorum. Sanırım bu tür meraklar da
bir müzisyen için şaşırtıcı değil. Sesleri içinde duyan kişi gördüklerine de
rahatlıkla soyut anlamlar yükleyebilir. Hayal gücünüz olsun yeter ki. Ama
yanlış anlamayın ben megaloman değilim. Bana göre herkes sanatçı, çünkü herkes
gece puf yatağına yattığında sayısız rüya görür. O rüyalardaki dekor,
oyuncular, duyduğunuz müzikler ve seyredenler hepsi sizsiniz. Herkes her gece
uyuduğunda bin bir detaylı rüyalarını kendi yaratır. Bu yüzden herkes sanatçı
aslında. Ama uyandığımızda bir sürü kişilik engelleri yüzünden bunları
yapamayız. Bence sanatçı gündüz düşleri gören kişidir. Yani rüyalarımızda
yapabildiklerini uyanıkken de yapabilen kişidir. Bu yüzden her sanatçı biraz
gerçek ile hayali birbirine karıştırır.
O.A.: Bugünün müzikleri ve sanatçıları dününkilerden farklı değil bence.
Mozart bugün Türkiye’de yaşasaydı pop ya da arabesk yapardı, Amerika’da
doğsaydı dünya jazz ustası olurdu. Yaratıcılık koşullara ve çevresel etkilere
göre farklılık gösteriyor tabii ki. Çoğu insandan duyduğum bir şey de çok
mantar sanatçı türedi lafı. Bir albümün çıkış şartlarının ve harcanan emeğin
farkında olmayanların lafı. Hiç satmayan albüm olması o albümün emeksiz
olduğunu göstermez. Çok satan da çok iyi müzik yapıyor çıkarımını bize
sağlamaz. Bence bu dönem müzikte daha kalabalık olduğu için aralarından
sıyrılıp ünü yakalamak da o kadar zor. Zamanında çok fazla kişiye şans
verilmez, iyi olanlar ayıklanırdı. Ama kim iyi olanları karar veriyor ki?
Diğerlerini kötü ya da çöp saymak büyük bir yeteneği kaçırmak olmaz mı?
Zamanında fark edebilmenin bir yolu yok. Maalesef bu yolda ilerleyen bir kişinin
ülkemizde sadece sanatıyla kendini savunması yetmiyor. Bu kimin iyi kimin kötü
olacağına karar verenlerin eline kalmış bir şey gibi. Tıpkı hayatında dans
etmemiş birinin başka bir dalda ünü dolayısıyla dans yarışması jürisinde olması
gibi bir şey. Çevren varsa olur lafı bizim ülkemiz için geçerli. Ya da güzel
veya yakışıklı olmalı kavramı. Herhalde Aretha Franklin burada olsaydı bir
albüm yapabilmek için önce kilo vermeli sonra da makyaj malzemeleriyle suratına
ikinci bir yüz yapmak zorunda kalmalıydı.
Şu dönem bence yeni şeyler deneyen çok kişi var ama diğer bir engel de
bu tarz satmaz şu tarz yapın diyen vizyonu eksik yatırımcı ve yapımcılar. Ben
her zaman umutluyum. Türkiye müzikte bana göre ilerlemekte. İyisi kötüsü değil de
iyisi farklısıyla.
T: Hala albümlerinizi dinleyen ve o zamanların
şimdiki zamanlardan çok daha güzel olduğunu düşünen dinleyicilerinize bir
mesajınız veya –umarım yeni çalışmalarınızın müjdesi veya
sizi canlı izleyebilecekleri bir program var mı duyurmak istediğiniz?
O.A.: Yok. Varsa yoksa onlardı. Çok bestem var Rafet El Roman’ın ‘Sevdim
Ama Sonu Yoktu’ gibi beste çalışmalarımı başkalarının seslerinden
dinleyebilirler ama benden bu kadar. Kendim çalıp kendim söylüyorum. Arada
reklam müziklerinde benim sesimi duyuyorsunuz ama bunun dışında kozasında
bekleyen bir tırtıl gibiyim. Tek fark İngilizce bir albüm olmadan da bu kozadan
çıkmayacak gibi görünüyorum. Kalbimde aşkın kırıntısı bile kalmadı. Yeni bir
şehir için eskisini kökten yıkıp geçecek bir aşk olmayınca bu iş mekanik bir
üretimden ileriye gitmiyor. Ömür de kelebek ömrü kadar. Ben de daha uzun yaşamak
için kozamdan çıkmıyorum. Belki de eski albümdeki gibi kelebek olup çıkarsam
sadece bir gün yaşayıp yok olmaktan korkuyorum.
Yeni müzisyenlere söyleyebileceğim
tek şey var. Amatör olman ya da daha az bilgili olman bilgili olanlardan
gerisin demek değildir. Genç Edison ışığı keşfettiğinde ondan kat kat fazla
bilgi sahibi bir sürü yaşlı profesör vardı. Ama ışığı onlar değil az bilgisiyle
Edison buldu. Mozart 5 yaşında ilk senfonisini yazdı. O dönemde de yaşlı başlı,
parmakları ışık hızında piyanoyu döven müzisyenler vardı. Çok bilgili olmak
insanı yaratıcı kılmaz. Hayal gücü olanlar dünyayı değiştiren fikirleri kendine
çeker.
Son söz: Anlaşılan Okan Akdeniz bizi kendine
Hasret bırakmaya kararlı, ancak şu an mutlu olduğu ve onu mutlu eden işleri yaptığını
bilmek bir nebze rahatlatıyor beni, Hem kader bu ya, bir gün Okan Akdeniz'i yeniden
karşımıza çıkarır, "Hasret diner mi sandın, sevgi böyle biter mi
sandın?"
----DEVAM EDECEK----
2 yorum:
Okan ı yakından tanıyan biri olarak belirtmeliyim ki; kendisi bence şu an Türkiye nin en iyi erkek vokallerinden biri, ayrıca şu an elinde ki (türkçe ve ingilizce) kendisine ait beste portföyü ile en az 3 albümü aynı anda çıkarabilir sadece onu anlayabilecek ve istediği müziği yapması için özgür bırakabilecek yenilikçi bir yapımcıya ihtiyaçı var
Çok teşekkürler yorumunuz için, bence de Okan Akdeniz çok özel seslerden biri. "hasret" bugünün şartlarında bile çok özgün bir albüm. ben de çok isterim yeniden albümleriyle müzik dünyasına dönüş yapmasını. İnşallah ifade edebilmişimdir bu söyleşiyle gerçek müzisyen "Okan Akdeniz"i.
Yorum Gönder