Nerde
duyarsam duyayım musluklarımın açılmasına sebep olan şarkılar serime devam
ediyorum… İşte 3. Kısım
1) Bora Öztoprak
– Debelendik: 2013 çıkışlı Büyüdük albümünün klipsiz hiti, şarkıdaki adam biten
bir ilişkiye götüren süreci sorgularken Bora’nın “Biz ne ara yabancı olduk?”
nidalarıyla boğaza bir yumru oturuyor.
2) Yeliz -
Veda Ettim: 1992 Haklıydın albümünün B yüzü hiti, Yeliz’in yazdığı Veda Ettim,
ayrılığı kabullenişi Yeliz’in çağlayan sesiyle kulaklarınıza yerleştirip bir
dosta derdini anlatır gibi hissettiriyor.
3) Emre Altuğ
- Aşk-ı Kıyamet: 2004 yılı çıkışlı Dudak Dudağa albümünün bu yerlerden yerlere
vuran şarkısı ayrı klibi ayrı ağlatır. Gitmiş (ve klibe göre ölmüş) bir
sevgilinin yasını ve gidişin isyanını yüzümüze yüzümüze vuruyor.
4) Sunay - Bu
Şehirde: 1997 yılı çıkışlı Unutamam adlı ilk ve son albümüyle o dönem parlamış
sonra unutulmuş olan Sunay’ın bu şarkısı ilk dinlediğimden beri beni ayrı
etkiler. Sunay Ağla isimli şarkısı ve ilginç ses rengiyle farklı bir
şarkıcıydı, neden devamını getirmedi bilinmez. Sunay’ın lezizi yorumuyla kalbe
işleyen bu sitem şarkısı da yeniden gündeme gelmesi gereken ağlatangillerden…
5) Yonca Lodi
- Fazla Aşk: Sesi çağlayan Yonca Lodi ve Sezen Aksu iş birliği yaparsa ortaya
böyle sevgiliye mektup yüreğe hançer bir şarkı çıkar. Hele “Oysa seviyordum,
ben de onu aynen, öyle basit değil, maalesef” diye girerken ki o naif ses… Çok
yaşa Yonca Lodi… sesine sözüne yüreğine sağlık…
6) Sefarad -
Ne Farkeder: 2003 yılı çıkışlı talı grup Sefarad’ın şarkısı birçok duygunun tam
üstüne basıyor. Kabullenilmiş bir gidişi erteleyebildiği kadar erteleme yalvarışına
Sami’nin duygulu sesi eklenince etkilenmemek mümkün değil.
7) Tarkan -
Beni Anlama: Tarkan’ın 1997 yılı biricik albümünün kapanış şarkısı, insana
kederlerden keder beğendiriyor. Tarkan’ın “beni olduğum gibi sev, birbirimizi
olduğumuz gibi kabul edelim, değiştirmeye çalışma” temalı şarkısı, orkestrasyonuyla
sözlere muhteşem dokunaklılık veriyor. Sözler Pakize Barışta müzik Ozan
Çolakoğlu. Tarkan bu klipsiz hit şarkıyı çok önemsemiş ve dört kere baştan çaldırmış en
iyisi olana kadar.
8) Cem Özkan
- Dön Bana: Cem Özkan’ın 2006 yılı çıkışlı Kendimce albümünün çıkış şarkısı,
klibinde de görüldüğü üzere herkesi böhür böhür ağlatmak üzere yazılmış bir
şarkı. Giden sevgiliye dön yalvarışı ama o kadar tatlı o kadar naif, aklıma
geldikçe bile musluklar açılıyor.
9) Yüksek
Sadakat - Döneceksin Diye Söz Ver: 2005 çıkışlı ilk Yüksek Sadakat albümünün Cemil
Demirbakan vokaliyle son derece sakin ama duygusuyla insanı yerlerden yerlere
vuran şarkısı. Hep Barış Akarsu gelir aklıma bu şarkıyı duydukça, giden ve
dönmeyenlere gelsin…
10) Zeynep
Casalini - Dokunma Bana: Kendimi şaşırtırcasına Sinan Akçıl’ın söz yazarlığının
nadir beğendiğim örneği olan bu şarkı Elyssa’nın Ajmal Ehsas şarkısının aranjmanı. O çığlıklar, o isyan... Zeynep Casalini yorumu 2006 yılında
yayınlandı ve o sıralar fenalardaydım ben de. Çok severim.
Bonus: Tarkan – Gitti Gideli: 2001 Karma albümünün
klipsiz hiti, yaylılar ve Tarkan’ın duygular şelale yorumuyla su gibi bir şarkı…
Giden, muhtemelen intihar edip ölen
sevgilinin arkasından yakılan kalp acıtıcı ağıt…
Müzikle ilk
etkileşimim 7 yaşında başladı, ailem öncesi de olduğunu söylüyor, zira
televizyondaki her müzik programını ilgiyle izlermişim. Ancak aklımın yetmeye
başlaması, beğenilerimin oluşması 6 yaşın sonu 7 yaş civarına tekabül eder.
Ailemin de müzikle hobinin bir tık üstü profesyonelin bir tık altı müzikle
iştigalleri sonucu çocukluğumdan beri müzikle iç içeydim. Babam keman başta her
türlü telli çalgıyı çalar, annem de söylerdi. Emel Sayın ve Kemancısı gibi her
gece en az 30 kişilik sofralarda meşk ederlerdi ve benim de müzik temellerim
sanırım bu gecelerde atıldı. Ablam ise ilkokuldan sonar Bilkent Konservatuarı
piyano bölümüne giderek ailenin profesyonel tek müzisyeni oldu.
Bana da şarkı
söyletirdi babam, küçücük yaşımla “Demir Attım Yalnızlığa” söylerdim en çok,
bir de Emel Sayın’ın “Son Gülen İyi Güler” şarkısı repertuvarımın demir
başıydı. Kasetlerle ilk tanışmam böyledir. Babamların 30 küsur sene eve getirip
hala çalmakta olan komple Pioneer setinin hakkını vermek lazımdı ve ben de
önceleri babamların almış olduğu kasetlerin üzerine, zaten ünlü ve sanatçı
hayranı bir çocuk olarak kendi arşivimi oluşturmaya başladım. Tabi ki o
zamanlar adının arşivcilik ya da koleksiyonerlik olduğunu bilmiyordum. O
kasetlerle ilgilenmek, fotoğraflarına bakmak, yazıyorsa şarkı sözlerini
ezberlemek benim için dünyadan kopuş anlarıydı. Tabi ki o dönemin nefis müzik
programları da bu ilginin şekillenmesinde çok büyük pay sahibiydi ki o da ayrı
bir yazının konusu olacak. Önceleri tek kanal döneminde Bir Başka Gece’ler,
Bizden Size’ler, Pop Saati, İzzet Öz’ün Teleskop’u, Kokteyl programı, özel
kanalların, bilhassa Kral TV’nin açılmasıyla Yarım Elma’lar, top 10 listeleri
hayatıma girdikçe, kaset almak bir tutku oldu bende. Sivas’ta bir kasetçi
amcamız vardı, her hafta gidip 10 kaset alır, dinler geri verirdim. En sonuncu
seriyi geri verme imkanı olmadan Sivas’tan taşındık ve arşivciliğimin miladı o
ilk on kaset oldu.
Arşivcilik
meselesi bakıldığında çok keyifli ancak yeni başlayanlar için bir hayli
masraflı ve meşakkatli oluyor. Önceleri sadece sevdiğin sanatçıları
biriktirerek başlıyorsun, sonra çember giderek genişliyor ve o dönemde çıkan
diğer sanatçıların da albümleri sende olsun istiyorsun. Sonra kendin gibi
insanları bulup, birbirini tabi caizse gaza getirerek, en ulaşılmaz en bulunmaz
albümleri arşivinde/koleksiyonunda bulundurmak için dibi görünmez bir kuyuya
dalıyorsun. Bunun alında arşivimi tamamlayacağım dediğin her seferinde mutlaka
alınacak bir albüm daha çıkıyor ve arşiv rafında göz kırpan o gedik hiç
kapanmıyor.
Arşivcilik çok
büyük bir çaba gerektiriyor, tüm şehirlerin değişik bölgelerine yayılmış
sahafları ve bitpazarlarını sabahın körlerinde kimse daha uyanmadan gidip
araştırman gerekiyor ve o eksiği tamamlamak için bir sürü para ve vakit
harcıyorsun, ama sonunda o albüm eline geçtiğinde senden mutlusu olmuyor. Size
bir şey diyeyim mi? Ben şu anda 1800 kadar CD’si ve 1000 kadar kaseti olan bir
arşivci/koleksiyoncu olarak bazen dolmuşa 3 lira vermeye erinirim de, artık
piyasada eski ya da yeni baskısı kalmamış bir albüme 250 lirayı şak diye
verebilirim, zira o albümün elimde olup da rafımdan çıkarıp dinleyebileceğim
düşüncesinin hazzı hiçbir şeyde yok, bunu da ancak benim gibi arşivciler anlar.
Bu müzik arşivciliği
işine başladığımda, müzik arşivciliği kimsenin henüz müzik arşivi ve
koleksiyonu nedir çok farkında olmadığı, Naim Dilmener, Hulusi Tunca, Murat
Meriç gibi çok sınırlı sayıda üstadın bizim gibi müzik sevdalısı gençlere ilham
olduğu bir alandı. Kimse o dönemlerde CD’lerin ve kasetlerin koleksiyon parçası
ya da arşivlik metalar olacağını ön görememişti. Öyle bir zamanda ben sadece
kaset biriktirirken, sonra kaset de yetmemeye başlayıp CD’lere yöneldim. Yıllar
içinde hem arkadaşı çevrimin destek ve yardımları, hem de aldığım her kuruşu
borç harç sahaflara yatırarak hatırı sayılır bir albüm koleksiyonuna kavuştum.
En güzel tarafı da bazen sanatçıların kendilerinde bile olmayan albümleri
kendilerine vermek veya kendilerinin bile unuttuğu bir albümü/şarkıyı onlara
hatırlatarak onları şaşırtmak oluyor.
Sonra
eskilerin deyimiyle bitpazarına nur yağdı ve bazı fırsatçı kimselerin de “bu
işte iyi para var” deyip girdiği bir alan oldu, sonra zamanında yüzüne
bakılmayan 3 4 liralardan bile gitmeyen, marketlerde sepetlerde elden
çıkarılmak istenen o albümler 1000 liralardan satılmaya başladı ve tadı kaçtı
arşivciliğin. Aslında diyebilirsiniz ki “serbest piyasa ekonomisi ve isteyen
malını istediği gibi satar, sen almak zorunda değilsin”. Nasıl ki nadir bir
model arabanın belli koleksiyon değeri varsa, nadir bir müzik albümüne (mesela
ilk aklıma gelen örnek 1987 yılı çıkışlı ilk yerli CD’miz olan Gülden Karaböcek
– Bir Mucize Allahım”) de aynı şekilde yaklaşılabilir. Lakin benim dediğim
biraz daha insani açıdan bakmak. Ben albümleri alırken tamamen bende yarattığı
duygular ve bendeki anılarıyla alıyorum, hiçbir materyalistik kazanç düşüncesi
olmadan. Benim yaklaşımım, biri benim arşiv olsun diye aldığım ama çok da
dinlemediğim bir sanatçıya özel ilgi duyuyorsa onu hediye etmek üzerine kurulu,
zira benim rafımda toz toplayacağına ilgilisinin rafında değerini bulsun diye
düşünenlerdenim, bu yüzden müzik albümlerinin fırsatçı bir arşiv malzemesi
haline getirilmesi üzüyor beni. Ben arşivciliğe başladığımda daha safiyaneydi her
şey, bu yolda edindiğim dostların ya da benim de aynı şekilde başka bir arşivci
dosta “bak sen şunu arıyordun, al ben buldum” tarzı yaklaşımları arşivciliğin
en güzel yanıydı. Sonra ticarileşti ve ben de koptum gittim. Aradığım, arşivime
katmak istediğim albümler hala olmakla birlikte (dedim ya dipsiz bir kuyudur
bu), neyse ki aradığım albümlerin yüzde 95’inin arşivimde olduğunu
söyleyebilirim. Bu yazıyı, nicedir fikirleri sorulmayan arşivcilere ve
arşivciliğe dair yazdım dilim döndüğünce.
DOLORES O'RIORDAN'A DAİR
15 Ocak benim için
en özel kadınlardan birinin ölüm yıl dönümü. Yazının bu kısmında ondan
bahsetmek istedim. Bana “Senin için en özel grup hangisi?” diye sorsanız, ilk
olarak The Cranberries cevabını veririm. 1994 No Need To Argue albümüyle
başlayıp sonra ondan önceki “Everybody Else Is Doing It, So Why Can’t We”yi
keşfettiğim, sonra “To the Faithful Departed”la yola devam edip (ah ne çok
dönerdi reklamları 1996 yılında), kişisel olarak çok fazla anı barındıran “Bury
The Hatchet”la tavan yapan bir aşk benimki.
İzmit’teyken
bir arkadaş grubum vardı, “Bury The Hatchet” bizim parola albümümüzdü.
Derdimize, keyfimize, sohbetimize o albüm eşlik ederdi. Birbirimize o albümden
şarkılar hediye ederdik. Cranberries’in müziğini zaten severdim ama
damarlarımda aşkının dolaşamaya başlaması o albümle oldu desem yeridir. Zira
önceki yazılardan birinde yazmıştım, benim için gözümün önüne belli bir anıyı
getiren ya da beni belli anlara ve zamanlara taşıyan albümler/şarkılar benim
için tüm albümlerden ayrı bir yerdedir. Bury The Hatchet öyle bir albümdür. 1999
yılındaki depremde “Bury The Hatchet” grubumdan ayrı düştüğümde de, aklımda hep
bir araya gelince hayatta kalışımızı o albümü dinleyerek kutlayacağımızı hayal
etmiştim ve bunu da yaptım çok şükür.
Dolores çok
nevi şahsına münhasır bir kadındı. The Cranberries ile sahne önünde deli, nikah
törenine jartiyerli gelinlik giyerek gidecek kadar çılgın bir kadın, çocuğunun
adına “You And Me” diye şarkılar yazacak kadar romantik bir anne, çocuk
taciziyle var gücüyle savaşan bir aktivistti. Bir kitapta okumuştum, Dolores
O’Riordan “Everybody Else Is Doing It, So Why Can’t We” albümünün konserlerinde
o kadar çekinirmiş ki sahnede kalabalığın karşısına çıkmaktan, hep geri planda,
sahnenin gerisinden söylermiş şarkılarını. Ben de bundan 10 15 sene önce CNR
Expo’daki konserlerinde Dolores’i canlı izlemiş bir müziksever olarak şanslı
sayıyorum kendimi. Dolores O’Riordan 4 sene önce bugün arkasında bir sürü
gizem, anı, hüzün, şarkı, umut bırakarak aramızdan ayrıldı. O haberi aldığımda
yerimde kalakalıp hemen benim “Bury The Hatchet” grubuma mesaj atmıştım. İnanmak
istemediğim bir ölümdü onunki, hala inanmak istemiyorum, müziği bıraktı, bir
yerde mutlu huzurlu yaşıyor başka bir işte diye hayal etmek istiyorum.
O titrek kırılgan ses, daha birkaç sene önce konserde
“Take Mee” diye bağırdığım Dolores depresyona bağlı kalp durmasından öldü
diyorlardı 4 sene önce bugün, sonrasında alkol koması, uyuşturucu vs vs bir
sürü yazdılar. Sonra hayat hikayesi boy boy yer aldı gazete sayfalarında, daha
bir anlamlandı Dolores’in sesindeki o kırgınlık, o isyan dolu haykırışlar,
Dolores de çocukluğundan taciz mağduruydu akrabası tarafından ve o yüzden çok
hassastı çocuk tacizi konusunda. Özellikle “Fee Fi Fo” şarkısında tüm kinini
kusuyordu çocuk tacizcilerine ve onlara izin verdiğini söylediği Tanrıya. Son
röportajında “50ime kadar yaşayacağımı düşünmüyorum” diyordu. Hayatı boyunca
boğuştuğu depresyonlardan, tacizle, özellikle de çocuk taciziyle
mücadelesinden, ezilen insanların hayatlarına ses olma çabalarından, hayatla
savaşından yorulan kalbi, biraz huzur istediği için olsa gerek, 47’sinde durdu
Dolores’in. Geriye The Cranberries olarak sesini verdiği “Everybody Else Is
Doing It, So Why Can't We? (1993)”, “No Need to Argue (1994)”, “To the Faithful
Departed (1996)”, “Bury the Hatchet (1999)”, “Wake Up and Smell the Coffee
(2001)”, “Roses (2012)” ve solo çıkardığı “Are You Listening? (2007)” ve “No
Baggage (2009)” albümlerini bıraktı. Umarım gittiği yeni evreninde huzuru
bulmuştur diye umarak Rest in Peace diyelim ve bugün kendimize bir The
Cranberries şarkısı armağan edelim.