Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Aralık 2011 Çarşamba

ROMINIGHT ve YEŞİM SALKIM'lı BİR GECE

Veee blog yazarı sessizce başı önde içeri girer “hmmm”ların eşlik ettiği çatık kaşların eşliğinde. “Nerdeydin? İki gün oldu post yok” bakışları bunlar. Ama sayın postdaşlar, dert bir değil ki, biliyorsunuz ki benim pazartesi gecelerim doludur. Yani doluydu düne kadar. Ama söz bir daha bir daha bekletmiyciim. Bu geceki postlarımla durum eşitlenir belki biraz.

Efenim bu gece bendeniz geçen hafta olduğu gibi, yeni tutkum olan Romi’nin (a.k.a. Rominaaaa, nedense Romina adı geçtiğinde hep aklımdan böyle sonunu coşkulu biçimde uzatma hissi duyuyorum J J) her Salı Txm Style’da (bkz: Büyükparmakkapı Sok. Hayal Kahvesi karşısı, Mojo yanı) yaptığı Rominight Live Talk Show isimli güldürülü, konuklu programında idim. Detaylara geçmeden önce televizyonlarını yeni açan yeni nesil için Romina’yı hatırlatmakta yarar var.

Yarar var derken, kalkıp Romina’yı uzun uzun anlatmayacağım, zira 90lardan beri Romina yaptığı, el attığı, katkıda bulunduğu programlarla ve işlerle kendini bize o kadar iyi anlattı ve hayatımıza o kadar nüfuz etti ki, benim bir laf demem “ağanın p.kunun üstüne p.k” olur. (hem Google diye bir şey var canımın içi). Hülasası: Hayatımıza 90’ların ortasında giren bu enerji küpü, matrak, keyifli, her eve lazım DJ, oyuncu, sunucu, on parmağında yirmi marifet güzel insan, o yıllarda kah Gülçin Hatıhan’la sunduğu "Fıstıki Musiki" programı ile arzü endam ederken, kah VJ olmuş giderken (VJ olmuş gidiyorsuuun…), kah Zerrin Özer’in geri dönüş albümü 96’nın Paşa Gönlüm klibinde (hayatımın şarkılarından ve kliplerinden biridir) pembe saçlarıyla görünmekte, o zamanlarda mini mini birler çalışkan ikiler kıvamında olan ben ise (yaş 13) “ayy ne çılgın şey be buu, keşke tanışsam” diye iç geçirerek izlemekteydim.

Kaderin cilvesi mi, yüreğimin temizliği mi, yoksa Mark Zuckerberg’in parmağı mı desem, Romi’yle yollarımız yıllar sonra bir kitapta kesişti. Her şey Romi’nin bir Facebook statüsünde yazdığı “Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Mevzu” isimli (Romi, doğru yazdım de mi?) kitabı aradığını belirtir statüsle başladı. Zaten arşivciliğimden gelen sahaf çevremle, kitabı anında buldum, aldım ve müjdeyi verdim…

Sonuç: Ertesi hafta Romi’nin o sıralarda işlettiği Cambaz Meyhanesi’nde bol kahkahalı bir muhabbet. Yani Müzeyyen her kimse, beni Romi’yle tanıştıran kişidir, Bu nedenle Müzeyyen’e de selamlarımızı gönderelim buradan her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa…

Farkındaysanız hala konuya geçemedim. Ama bu arka planı bilmeniz bu postu daha anlaşılır kılacak. Valla bak! Her neyse. O geceden aklımda kalan bir tatlı keyif ve muhakkak görüşme sözüydü. Gel zaman git zaman, okul işleri, çeviri işleri, rutin hayat derken, ben sosyal ortamlardan çekilmek zorunda kaldım azıcık. Romi’yi de facebooktaki statüslerden ve katıldığı TV programlarından ve dizilerden (Melekler Korusun ne güzel diziydi) takip ettim. Beni kesin unutmuştur derken, Romina ve Yaşar CINE 5’te bir programa katıldılar. (İnanabiliyor musunuz sayın seyirciler, bir taşla iki kuş, Kuşlaaaar… J J) Dayanamayıp bir e-posta döşendim programa, okundu. Yaşar beni tanıyordu ama umudum yoktu Romina’nın beni hatırlayacağından. Aaa hatırlamaz mı bir de, ben ekrandan içeri sızacaktım nerdeyse Canım Yaşar’ımla Romina’m benden bahsederken.

Sonrasında ben gecelere akmayı hızlandırdım, Romina’nın partilerinden bir ikisine gittim. Böyle böyle samimi olduk. Ben bu arada artık okulu nihayet bitirdim, derken Romina’nın her Salı Taksim’de bir Canlı Talk Şov yaptığını öğrendim. Ben daha önce böyle bir konsept görmemiştim (benim cehaletim olabilir) ama ancak Romina yapardı bunu. Programına Yapacak bi şey yok, kadın doğal komik, gak dese gülmeye hazırız zaten, bir de gündemdeki olayları öyle tatlı tatlı dokundurmalarla ve izleyicilere de pas atarak anlatıyor ki, insanın ister istemez güleceği geliyor. (Hah şimdi asıl konuya gelmeye başladık yavaş yavaş J) Programının başlangıcında Romina önce kendisi bir giriş yaparak ortamı bir ısıtıyor, seyirciyi hazırlıyor ve tam kıvama getirdiğinde konuğunu alıyor ve kadın çookkk iyi… Geçen hafta ilk kez izlemeye gittiğimde, 90lardan fırlamış bir Romina vardı karşımda, saçlarını gene sarıya boyatmıştı (ki Romina oydu işte, sarı saçlı, hep aklımdaki gibi, bi ara kahverengiydi çünkü).

Geçen hafta Ömür Gedik vardı, ancak geçen hafta blogum olmadığı için maalesef kadroya giremedi. (Önümüzdeki maçlara bakıcaz artık.) Romi’li geceler hakkındaki postumun ilk konuğu Yeşim Salkım olacak. Ancak öncesinde, her Salı saat 22.00-00.00 (biraz taşıyor tabi) arası Txm Style’da ROMINIGHT’ı izlemeye gidin, kahkaha ve bağımlılık yapma garantili, gülmezseniz biranız benden…

Bu gecenin konuğu başta da belirttiğim gibi Yeşim Salkım’dı. Gecenin Yeşim Salkım’la ilgili kısmına geçmeden Yeşim Salkım'ın kariyerine şöyle kısaca bir bakalım mı? Bence bakalım.

Efenim Yeşim Salkım, hayatımıza, Yonca Evcimik'in 90ların başında ön ayak olduğu “popun giriş dönemi”nin bitip gelişme dönemine girdiği, diğer bir deyişle "pop" diye patlayan müzik furyasının patlamasının artık tamamlanıp yükselişe geçtiği 90ların ortasında, Emel’in Deli Et Beni isimli şapşahane şarkısının klibinde göründükten sonra (Billur Kalkavan ile birlikte hayli cesur görüntüler verdiği cesur bir klipti) 1994 yılında Hiç Keyfim Yok isimli bugün bile keyifle dinlenen bir albümle girdi. Bu albüm başlı başına hit fabrikası gibiydi. Albümdeki Hiç Keyfim Yok, Ben Yoldan Gönüllü Çıktım, slovlar şahı Son Sigara gibi şarkılar bugün hala 90’lar partilerinin ilk çalınan şarkıları arasında.

Benim bu albümle daha doğrusu Yeşim Salkım’ı ilk görüşüm de bu albüme rastlar. 1994 yılında, müzikle ilgisi olanlar ve yaşı yetenler hatırlar, Yedikule Hisarı’nda bir konser düzenlendi* ve o dönemin gözde ne kadar sanatçısı varsa, o konserde sahne aldı. Yıldız Tilbe’sinden, Soner Arıca’sına, Deniz Arcak’ından, Bendeniz’ine, Harun Kolçak’ından, Suat Suna’sına bir dolu isim vardı sahnede. Böylece Yeşim Salkım’ı ilk kez görüşüm o konserde oldu. Ben Yoldan Gönüllü Çıktım şarkısını söylerken hatırlıyorum Yeşim Salkım’ı ilk kez.



Not: Bu konseri hatırlatmakta fayda var. Yedikule Hisarı’ndaki konsere baya bir sanatçı da isimleri olduğu halde gelmedi. Mesela, Eda-Metin Özülkü, Emel-Erdal filan bu isimlerdendi.  Soner Arıca, “Vefasız”ı söylemekten sıkıldığını, o konserde son kez söylediğini (çünkü her taraf Vefasız diye inliyordu) ve daha yeni şarkılarla döneceğini söylemişti. Hakkaten öyle oldu ve Soner Arıca kariyerinin bence ENNNN başarılı albümü olan YAŞIYORUM’la ve DERBEDER şarkısını hayatımıza sokarak geldi.
BENDENİZ ve HARUN KOLÇAK o konserde teker teker şarkılarını söyledikten sonra “Bir Sürprizimiz Vaaar” diyerek Türkiye’de çıkan ilk düet single’ın müjdesini ilk orada verdiler ve Elimde Değil ve Sev Biraz ilk kez orada söylendi (evet ben de ordaydım J J) Sonra manasız bir zamanda Süleyman Demirel sahneye çıktı, şapkası ile ilgili espriler yapıldı hatta birisi şapkasını kaptı mı ne öyle bi şeyler hatırlıyorum bir gülüşmeler olduydu.
Bu konser her ne kadar görkemli olsa da, benim için sonradan kabusa dönüştü. Konser izlemesini bilmeyen insanlar arasında bir o tarafa bir bu tarafa savrulan 12 yaşındaki bedenim nerdeyse eziliyordu sayın postdaşlar. Rezaletti, dün gibi hatırlarım. Konser bitmeye yaklaşırken ben bırakmıştım konseri filan zırıl zırıl ağlıyordum!

Bu notu geçtikten sonra, 1995’e gelelim. Takvimler 1995’i gösterdiğinde Yeşim Salkım artık klasikler arasına girmiş olan Deli Mavi ile arayı çok uzatmadan bir kez daha gösterdi kendini. Ferman adlı bu albüm de ilki kadar ses getirdi ve hitler çıkardı. Deli Mavi ile birlikte, özellikle en başarılı bulduğum “coverlar” arasında sayabileceğim Yeniden Başlasın, albümü uçuran şarkılar oldu.

Bu albümün fırtınası dindiğinde Yeşim Salkım cephesinden 2,5 sene gibi uzun sayılabilecek bir süre boyunca yeni bir haber gelmedi. Sıkıntılı bir dönem olduğunu hatırlıyorum sadece ama ayrıntılarına girmek gereksiz, zira burada magazine girmek istemeyiz değil mi sayın musicbox postdaşı? Bu sıkıntılı dönemin postumuzla tek bağlantısı o sıkıntılı dönemin 1997 yılında bize Yoktan Geliyorum isimli şapşahane bir şarkıyı kazandırması oldu. Çölde geçen, Güven Kıraç’lı ve kelebek temalı bu şarkı Yeşim Salkım’ın da sıkıntılı günleri atlatıp yeniden gümbür gümbür döndüğünün sinyalini veriyordu.

“Hadi hazırlan eskileri terk etmeye,
Hadi hazır yüreğim yenileri fark etmeye,
Ve kulağın ayak sesimde biliyorum,
Yola çıktım çoktan yoktan geliyorum”

Bu albümden Yoktan Geliyorum ile birlikte Gözü Kör Olası ve Gönül Hırsızı gibi hitler çıkardı.

Bu albümden sonra Yeşim Salkım Sevgilim adlı bir maksi-tekli çıkardı, İstanbul Yeditepe şarkısıyla patladı. Daha sonra artık müzikteki yerini sağlamlaştırmış bir sanatçı huzuruyla biraz daha canının istediği işlere yöneldi. 


Yeşil Plak bu dönemde kuruldu ve Uğur, Hilal Cebeci gibi isimlere ve BBG yarışmasıyla patlayan Tarık’a albümler yaptı. Bu firmadan çıkardığı Hep Böyle Kal albümünde daha dingin bir Yeşim Salkım dinledi dinleyici. Bu albümde Yeşim Salkım 4 hit çıkardı (Kara Yazılım, Hep Böyle Kal, Selam Aleyküm ve Kavanoz Dipli Dünya) Bir Erol Evgin klasiği olan Hep Böyle Kal Yeşim Salkım’la yeniden hayat buldu (pek de lezzetli oldu bence), ancak bu albümün benim için önemli yanı canım Yaşar’ımla yaptığı düeti içermesi ve üstüne bir de bu şarkının kliplenmesi oldu.
Bu albümden sonra, 2001 yılında Babası Türk Sanat Müziği sanatçısı Dursun Salkım’a ve onunla beraber tüm TSM sanatçılarına vefa borcu olarak adlandırdığı Türk Sanat Müziği albümünü çıkardı. Vefa Borcu adlı bu albümden Biliyorsun Bir Zamanlar ve Dudaklarında Arzu şarkıları kliplendi.

Ancak müzikteki eğilimler değişmeye başlamıştı. 90’ların popu artık şekil değiştirmiş ve biraz daha tekno-dans ve cıstaka kaymıştı. Bilgisayarlı teknolojiler müziğe girdikçe artık kargadan da bülbül çıkartılmaya başlanmıştı. Yeşim Salkım ve daha birçok 90’lı yıllar sanatçısı için bu dönemi, mevcut kitleyi elinde tutmak için yapılan işler dönemi olarak adlandırmayı uygun buluyorum kanımca. Zira Yeşim Salkım her ne kadar iyi bir ses olsa da, devir değişmekteydi ve Yeşim Salkım da bu değişimden etkilenenler arasındaydı. Yeşim Salkım’ın bu dönemde yaptığı albümler daha çok mevcut kitlesine hitap eden işlerdi ve bir şekilde albümler çıktığında müzik kanallarında klipleri dönse de, popülarite açısından 2000’lerdeki Yeşim Salkım 90’lardaki Yeşim Salkım’ın popülaritesine ulaşamadı. Arka arkaya Ayna (2005), Bazen (2006), Casablanca (2007) (müzikal albümü), Sen Nasılsan Öyleyim (2008), 7 (2009), İstanbul'da Aşk (2010) albümlerini ve Yuvarlanan Taşlar (2007), Bambaşka (2009), Piyango (2011) teklileri çıkardı. 17 seneyi özetlersek, Yeşim Salkım 17 senede Albümler yaptı, sinema filmlerinde oynadı (Eşkıya ve özellikle Şarkıcı filmlerinde yıldızlaştı), dizilerde oynadı, müzikal yaptı, müzik prodüksiyonları yaptı, toplama albümlerde yer aldı (Melih Kibar’ın Yadigar albümündeki Rüya yorumunu severim). Kısacası Yeşim Salkım ilk çıktığı 1994 yılından beri hep bir şekilde hayatımızda yer aldı.

Yeşim Salkım’a özel bir hayranlığım yoktur. 90lar arşivcisi olarak bütün albümlerini arşivimde bulundurmakla birlikte, şahsen ilk şarkılarını dinlemeyi tercih ederim ben hep. Ancak takdir ettiğim bir Yeşim Salkım var ki, o da geçirdiği onca badireden sonra hala müzikteki ve işindeki istikrarını sürdürebilmesi ve hala var olabilmesidir. Bir de gözlemlediğim, dinleyicisinin gözünde öyle bir kredisi var ki, Yeşim Salkım’ın özel hayatını göz ardı edip, salt sanatçı kimliğine önem verip her düştüğünde kaldırıyor ve yaşama gücü veriyor. Adeta şarkıdaki gibi “Çünkü olan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak!”

Bu gece başka bir Yeşim Salkım gördüm sahnede. Neşeli, muzip, samimi, entelektüel ve en önemlisi sonunda aradığı huzuru bulmuş, yelkenlerini indirmiş bir Yeşim Salkım’dı karşımdaki “ben artık duruldum, hayatımın huzurunu buldum, artık olumsuz sözleri görmezden gelebiliyorum” derken…

26 Aralık 2011 Pazartesi

DÜN GECENİN NOTLARI - 2 [BORA ÖZTOPRAK-KAAN ÖZTÜRK]

Fatih Erdemci’nin konseri bittikten sonra, gecenin 2. durağı olan Cadde Nispet’e doğru yola çıkıyorum. Program çoktan başlamış, ama olsun ben tam program ısındığında orda olucam. Hem canım Taksim’den caddeye geçiyorum kolay mı?

Cadde Nispet’e varmam Taksim’den 1 saat sürdü. Tabii bunun yirmi dakkası taksiciyle Nispet’i bulmak! Zira ben yönsüz, taksici benden yönsüz! Dolandırdı dolandırdı beni, bir de üstüne parasını istemez mi? Çıngar çıkardım tabi. Tutuşturdum eline bir miktar para, hakkın bu dedim ve indim.

Bora Öztoprak-Kaan Öztürk takipçisi olup, bu postu okuyanlar bilir. Bu ikili 12 senedir caddedeki benzersiz programlarıyla haftanın iki günü Nispet’i tıkabasa doldurur. Bu gecenin farkı yoktu. Kaan Öztürk’ün ve Bora Öztoprak’ın kimyaları o kadar uyuyor ve 12 senedir o kadar kardeşten öte bir iletişim oluşmuş ki aralarında, bu samimiyet size anında geçiyor. Şarkılar, espriler, kahkahalar, danslar, doğaçlamalar kaç sefer giderseniz gidin, hep sizi yakalıyor.

Yaşar bir sohbette şöyle bir tespitte bulundu ki, çok doğru: “siz öyle bir program yapıyorsunuz ki, yurtdışından bir konuk gelse, hem kendi dilinde hem de yerli müzik dinlemek istese, ilk adres sizsiniz!” Zira Shape of My Heart melodisi giren bir şarkı anında Sarışınım’a bağlanabilir, oradan We Will Rock You’ya geçebilir, daha da devam ederseniz Akdeniz Akşamları’nın içine yedirilmiş Oasis-Wonderwall ile uluslar arası bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Kaan Öztürk’ün araya serpiştirdiği ve Bora Öztoprak’ın da geri paslarıyla iyice renklenen yerinde ve dozunda espriler 4 saat süren ve 70 kusür şarkının söylendiği programın enfes sosu oluyor. Tabi ki evlilik teklifleri ve doğumgünü kutlamaları programın olmazsa olmazı. Bu ikili ayrıca seyircileriyle çok sıcak bir interktiflik içinde, laf atıyorlar, karşı cevaplara geri paslar gönderiyorlar.

Gecemize dönelim: İçerisi her Bora Öztoprak ve Kaan Öztürk gecesinde olduğu gibi tıklım tıkıştı ve bak işte çekti mi çekiyor, tam ben içeri girip sahne önünde yerimi alırken Yaşar sahneye davet ediliyordu! Bu kadar olur dedim. Yaşar Kuşlar’ı söylemeye başlarken ben çoktan havaya girmiştim bile. Ardında tüm Nispet Divane ile yıkıldı. Yaşar program boyunca iki şarkı daha seslendirdi.

Gecenin benim için bir diğer güzelliği, yıllar önce Türkiye Popstar yarışmasında favorim olan Barış Kömürcüoğlu ile nihayet tanışabilmek oldu. Barış benim O yarışmada Evren’le birlikte iki favorimden biriydi. Evren’le zaten samimi olmuştum daha önce, Barış’la o kadar yazışmadan sonra sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi samimi olmak ve birlikte şarkılara eşlik etmek çok keyifli oldu.

Programın ikinci kısmı, ilk programdaki hareketli şarkılarla yorulan seyirciyi dinlendirmek üzere slov şarkılarla başladı. Slov şarkı denilince de Barış Kömürcüoğlu sahneye çıkmadan olmazdı. Masum Değiliz’i söylerken, Barış Kömürcüoğlu’nu gözlemledim. Yıllar önceki yarışmadaki haliyle şimdiki halini ve yıllar yaramış, hem görünüş hem de sahne duruşu olarak. Adamda hakikaten dehşet bir ses var, o ekranda nasıl duyuluyorsa onu 3’le çarpıp hayal edin. Sahne hakimiyeti ile, yorumuyla beklediğim Barış’ı gördüm. Ardından gelen istekler doğrultusunda “Bu Gece Son” ve “Değer Mi” ile üç şarkısıyla geceye renk kattı. Bilmeyenler için her Cuma Nişantaşı Melon 24’te çıkıyor.

Gece Bora Öztürk-Kaan Öztoprak’ın (eheuue bilerek yazdım, zira artık artık onlarınki iç içe geçmiş bir kardeşlik, bu ikardeşliği belirten çeşitli doğaçlamalar da Yaşar tarafından tivitır ortamında denenmişti. bkz: KORA ÖZTOPRAK VE BAAN ÖZTÜRK; KORA ÖZTÜRK ve BAAN ÖZTOPRAK; KARA ÖZTÜPRAK ve BOAN ÖZTORK :) hoş! ben de severim sevdiklerimin isimlerinde böyle karıştırmalar yapmayı...) alamet-i farikası Apaçi dansı ile devam etti. Ama ısrar etmeyin detayını söylemem, bunu kendinizin gidip görmesi gerek! Gece Bora Öztoprak’tan Seni Seviyorum, Sil Baştan ile demini alıp, Kaan Öztürk’ün Halil Sezai taklidi, İngilizce ve yerli doğaçlama potborileri ve tabi ki Yollarda Yoruldum’u ile sonlanırken, benim aklımda güzel bir gecenin anıları, içimde mutluluk, kulise yönleniyorum (detayları bana kalsın). Kuliste bir muhabbet, espiriler havada uçuşurken, kendimi orada olabildiğim için şanslı ve ayrıcalıklı hissediyorum.

Son söz: İnsan sevgiyi boş yere hak etmiyor, bu postlarda adı geçen bütün sanatçılar, müziğe ve işlerine olan bağlılıkları ile, işlerine ve seyircilerine olan saygılarıyla ve insaniyetleri ile elde ettikleri sevginin her zerresini hak eden insanlar. Eh ben de buradan hala bu coşkulu geceyi yaşamak isteyenler için programın  Cumartesi geceleri Cadde Nispette, Çarşamba Geceleri Nişantaşı Melon 24’te olduğunu hatırlatarak bir müzikseverin misyonunu yerine getireyim:
  
Dün gecenin özeti:

Resmen bol sanatçılı bir yeni yıl provası oldu. Fatih Erdemci’li, Bora Öztoprak’lı, Kaan Öztürk’lü, Yaşar’lı, Barış’lı nice yıllarımız olsun. Onlar var diye biz Müzikten bahsedebiliyoruz…

Kişiye Özel Not: Şefika Kaya, sen benim bi tanecik manevi ablamsın! İyi ki varsın!

DÜN GECENİN NOTLARI - 1 [FATİH ERDEMCİ]

Yeni yılda siz ne yapacaksınız bilmem ama ben şahsen uzun yıllardır yapmayı ertelediğim şeyi gerçekleştirip bu sene yeni yıla PTT’de gireceğim! (Hala bilmeyen var mı bu açılımı? :) ) Zira ön-yeni yıl kutlamasını dün gece şahane bir gece ile gerçekleştirmiş bulunuyorum. Bu postun konusunu tam da dün gece oluşturuyor.

Efenim, dün gece üzerinize afiyet dolu dolu bir gece oldu. Gecenin startı 90’lı yılların sonunda önce 9’da 9 adlı Toplama albümdeki “Ben Ölmeden Önce” şarkısıyla albümün Kaan Öztürk’le birlikte en öne çıkan iki isminden biri olan Fatih Erdemci’nin Mask’taki programı ile başladı. Fatih Erdemci’yi bilenler bilir ancak televizyonlarını yeni açan dinleyiciler için Erdemci’den ve –şu anda- tek ve harikulade albümü “Yaşamak Zor” albümünden biraz bahsetmek lazım.

Kimdir Fatih Erdemci? 1970 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini yine İstanbul'da tamamladı.1990 yılında girdiği Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümünden 1998 yılında mezun oldu. Küçük bir çocukken müzik düşünmeye, lise yıllarında ise akustik gitar çalmaya başladı.Ve bu yıllarda birçok gece kulübünde sahne çalışmaları yaptı...

1998'de çıkan "9'da 9" adlı albümde yer alan pop-rock tarzındaki "BEN ÖLMEDEN ÖNCE" isimli parçasıyla müzik otoritelerinin dikkatini çekmeyi başardı. Müzik dünyasında büyük ilgi gören parçaya Ömer Faruk SORAK yönetmenliğinde,başarılı ışık oyunlarının kullanıldığı bir klip çekildi. Bu klip de en az parça kadar ilgi gördü ve Fatih ERDEMCİ sözü ve müziği kendisine ait olan bu parçası ile televizyon ve radyoların listelerinde üst sıralarda yer almayı başardı.

Bir parçasıyla 1998 yılında büyük bir başarıya imza atan Fatih ERDEMCİ, daha sonra da 10 parçadan oluşan "YAŞAMAK ZOR" adlı solo albümü ile sevenleriyle buluştu. Tamamının söz ve müziği kendisine ait olan albümün süpervizörlüğünü;Tansel DOĞANAY yaptı. Albümünün ilk klibi ise Hakan YONAT yönetmenliğinde "Suçum Değil" adlı parçaya çekildi. Klipleri bu sayfada izleyebilirsiniz.

Yaşamak Zor güzel albümdü, hala dinlediğim albümlerdendir. Benim için bir albümün kalıcılığı, üzerinden yıllar geçtikten sonra bile her dinlediğimde bana aynı hazzı yaşatabilmesi, o albümü dinlemeyi ÖZLEMEK, sözüyle müziğinin bir tutarlılık içinde olması gibi bunları içeren ama bunlarla sınırlı olmayan (evet çevirmenim ve evet “including, but not limited with”i buraya adapte ettim :) ) bir dizi kırılmaz Türkan Şoray kanunum var! Yaşamak Zor bunları bulabildiğim bir albümdü.

Albüm çıkış yılı 1999. Tempo Müzik’ten çıkan bu albüm ne yazık ki artık raflarda bulunmuyor. Bu nedenle yeni nesil müzik dinleyicisine Fatih Erdemci’yi tanıtmayı kendime görev biliyorum efenim. Albümün tüm söz-müzikleri Fatih Erdemci imzasını taşırken, aranjörü müthiş müzik adamı Tansel Doğanay’ı buradan anmamak olmaz… (Saygılar, Selamlar abi :) ). Zira bir şarkı asla ilk yapıldığı halde piyasaya çıkmıyor, doğru şarkının iyi bir aranjörün sihirli parmakları ile buluşması çıkartır çoğu zaman iyi şarkıyı. Bu albümdeki şarkıların sihirli parmağı olmuş Doğanay! Albümün vokallerinde, gene benim çok sevdiğim, ve Erdemci ile benzer zamanlarda albüm çıkaran ancak şu sıralar reklam cıngılları ile sesini duyduğumuz güzel ses Sibel Gürsoy’u görüyoruz, ki Sibel Gürsoy da muhakkak bir post’un konusu olacak. Albümün enstrüman kısımlarında adları geçen Eylem Pelit, Volkan Öktem Cengiz Köroğlu gibi isimler ise müzikalite konusunda albümün kalitesine dair tüm merakları gideriyor.

Şimdi böyle bilgileri cepte tutup, zamanında benim gibi bir müzikseveri cezbeden Fatih Erdemci’nin programı olur da gidilmez mi, sorarım size. Ben de aynen öyle yapıp fotoğraf makinemi (Noel Baba’dan yeni yıl için bir video kamera istiyorum, valla çok uslu durdum bu sene Noel baba!) alıp Fatih Erdemci’nin Mask’taki programına yollanıyorum. Üstelik sürpriz olarak blogumun ilk röportajını yapma ihtimali de var ufukta!

Fatih Erdemci’yle yaptığımız söyleşi de bu programın esasında 7. konseri olduğunu öğreniyorum. 2007'ye kadar devam konserlerden sonra verdiği 4 yıllık aranın ardından ilk olarak 9 Mart’ta Beyoğlu Hayal Kahvesi ve sonra 4 Kasım 2011’de Old City Club’taki performansından sonraki bu 3. konseri (doğrusu ben 3. sanıyordum. ne yazık ki müzik dünyasında gözden ırak olan gönülden de ırak olur kuralı değişmiyor. İlk 4 programdan haberim bile olmadı.) Fatih Erdemci'nin bir daha sahnelere bu kadar ara vermeyeceğin müjdeler gibiydi. Saat 21.30’u gösterdiğinde Mask’a varıyorum. Fatih Erdemci orada. Tansel Doğanay ile koyu bir sohbette. Sosyal ağdaki konuşmalarımıza ve 4 Kasım’daki programdaki tanışmamıza güvenerek, “usulca sokulup, ‘merhaba’ dedim!” Üstelik demekle kalmadım, blogum için kısa bir röportaj yapabilir miyiz, diye bile sordum! (Yaaa… :) ) ve postumun aşağıda detaylı olarak göreceğiniz ve heyecandan elimin ayağıma dolaştığı ilk röportajı böylece gerçekleşti. Fatih Erdemci röportajında yeni albümün müjdesini verdi.

T: Öncelikle teşekkürler, bu kısacık sürede blogumun ilk röportajı için bu kısacık görüşmeyi kabul ettiğiniz için. Sizin bildiğim programlarınız 4 Kasım’daki Old City Club konseri ve bu program.
Fatih Erdemci: Bu aslında bizim 7. konserimiz olacak. Uzun süre ara verdikten sonra ilk kez Hayal Kahvesi’nde çaldık. Ama tabi bu geceki yorumlar yeni yorumlar olacak. Bu konserler aslında ısınma turları, yeni albüm için hazırlık diyebiliriz.
T: Bu geceki programınıza gelirsek, ne gibi sürprizler var? Yeni şarkı müjdesi var mı mesela?
Fatih Erdemci: 5 tane yeni şarkım var, onları çalacağız, bunun dışında sevdiğim şarkılar olacak. Ben bu işi sahnede öğrendim, sahneden kendimi daha iyi hissediyorum ve bu işi sahnede sürmesini istiyorum. Sahnede söylemiş olduğum, söylemekten keyif aldığım rock şarkılarını da seslendireceğim, çünkü ben onlarla besleniyorum. Bu yüzden “Yaşamak Zor” albümünün bütün şarkıları ile birlikte yabancı cover parçalar da olacak.
T: Siz sahnede bu işi öğrendiğinizi ve kendinizi iyi hissettiğinizi söylediniz. Peki siz 90’ların sonunda büyük bir çıkış yapmış bir müzisyen olarak o dönemki sahne performanslarıyla 2000’li yılların sahne performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fatih Erdemci: Tabi ki değişim var, müzik çok çeşitlendi. Eskiden daha hard rock ağırlıklı şarkılar çalınırken, şimdi daha popüler, daha funk, daha diskovari şarkılarla sahne hayatına aslında renk geldi. Bence bu kötü bir şey değil.
T: Çok teşekkür ederim bu görüşme için.

Lütfen sorularımdan dolayı beni kınamayınız, hiç hazırlığım yokken, bir anda ‘aaa olsa ne güzel olur’ diyerek yaptığım bir girişimdi :) . Veee teşekkür edip, Tansel Doğanay’ın masasına geçip geri sayıma başlıyorum. Masada Tansel abi, ben ve adını anmadan olmaz, blogumun isim babası Oğuzhan (a.k.a. vitrindeyiz) var.

Konser “Yaşamak Zor” albümünün en güzel slovlarından Hiçbir Şey Değişmez ile başladı. Bu şarkıda ben hep Bülent Ortaçgil havası sezerim. Öyle dinlendirici ve anlamlıdır. Erdemci bu albümün bu tek slovunu baştan söyleyerek gecenin arka arkaya tempolu şarkılarla geçeceğinin sinyallerini verdi. 


İlk albümden bombaları arka arkaya patlatıyor. Karanlık Sokakların Çirkin Çocukları biterken, Fatih Erdemci “Hep İstanbul’a dair ancak içinde İstanbul geçmeyen bir şarkı yapmak isterdim, işte bu oldu!” diyerek benim albümdeki en sevdiğim ve sözlerini kendime yorduğum şarkısı “Profesyonel”i söylüyor. “Ben bu şehrin en profesyonel yalnızı” derken kendimi düşünüyorum (Dert Faslı bu kadar! :) )

Bilen bilir (ya da kimse bilmezse ben bilirim) Fatih Erdemci’nin şarkılarının temel derdi hayattır. Hayata dair sözlerini incelerken hayatı çok iyi gözlemlediğini ve yansıttığını düşünürüm. Sözgelimi, Yaşamak Zor, Karanlık Sokakların Çirkin Çocukları, Hiçbir Şey Değişmez, Ben Ölmeden Önce doğrudan hayatın içinden duygulara yer verirken, Profesyonel, Gecenin İçinde, Yorgunum, Acıma Kendine, Son Umudum, Suçum Değil gibi aşka yazılmış görünen şarkılarında bile bu hayat, yaşamak, direnmek, yalnızlık meselesi kendini gösterir. Hepsi bir bütünün parçası içindeki bir metropol adamının yalnız kalışlarını, isyanlarını anlatır gibidir.  Bu açıdan sözleri sıradan bir şarkı sözü gibi değildir.

Ben Ölmeden Önce’nin yeri benim için ayrı. Bu şarkı üzerine uzun uzun düşündüğümü hatırlıyorum. Hani bazen insan tüm neşesini kaybeder ve sanki bir daha hiç mutlu olmayacakmış, hiç gülmeyecekmiş gibi hisseder. Hani “öldüm ben!” der ya insan, hisseder ya içi boşalmış bir çuval gibi… ve kendiyle, geçmişiyle hesaplaşır ya, bu şarkıda esasında ben fiziki yaşlanmaya isyandan çok bu bahsettiğim hayattaki tüm amacını ve neşesini kaybetmiş bir insanın isyanını görüyorum ölmeden önce derken. Ama her şeye rağmen içinde bir umut taşıyor, bir gün yine de yaşarım ben de yine! Bu şarkıda öyle bir ruh halinin izlerini görüyorum. Tabi bu benim yorumum, Fatih Erdemci belki de bambaşka duygularla yazmıştı bu şarkıyı.

Bu kısa felsefi aradan sonra yeni şarkılara geçebiliriz. Fatih Erdemci Yaşamak Zor’la devam ediyor. Bu arada şarkıların vokal kısımlarını kafamda Sibel Gürsoy vokaliyle tamamladım, ki ona da selam olsun, ne güzel yerleşmişti sesi şarkılara.

Gecenin beni en çok şaşırtan yorumu Gecenin İçinde oldu. Albümde hareketli ve funk bir tarzı olan şarkıya yapılan yeni slov düzenleme pek değişik ve keyifliydi. Bambaşka bir şarkı gibi olmuş. Nakaratı tanımasam yeni şarkı sanıcaktım :) Hatta Tansel Doğanay'la şakayla karışık yeni şarkı mı değil mi tartışması bile yaptım :) 

Konser yeni Fatih Erdemci besteleriyle devam etti. Anlamadım, Anlat Hikayeni [ruhuna kal diyemezsin, gölgene git diyemezsin] ve özellikle Tual grubunun tarzını çağrıştıran blues türünde Seni Çok Özledim en çok aklımda kalan yeni şarkılar oldu. Anlat Hikayeni ile Hiçbir Şey Değişmez kardeş şarkılar bence. İkisinde de Bülent Ortaçgil şarkılarının havası ve naifliği var. Bu şarkıları biraz düzenleme ile uçacaklarını düşündüğüm parçalar olarak, şimdiden favori Fatih Erdemci şarkılarım arasında yerlerini aldılar.

Konserin sonlarına yaklaşırken Fatih Erdemci’nin sevdiği şarkıların cover’larına dalıp tüm Mask cemaati Dire Straits - Money For Nothing’de I Want My MTV” diye ünlüyoruz ve aklım ister istemez geçen ay bitirdiğim tezime gidiyor :-) Arada bir yabancı şarkı daha söyledikten sonra gece Ben Ölmeden Önce ile çok şık bir şekilde sonlanıyor.

Son  söz:
Fatih Erdemci’yi izlemek eski bir dostla karşılaşmak gibiydi. Çok keyif aldım. Şarkıları albüm kadar canlı dinlemenin de tadı başkaymış.

Kısa Notlar: 1) Fatih Erdemci'nin Suçum Değil şarkısı, ilk olarak Yonca Kocadağ'ın 1994 yılı çıkışlı ilk albümü Her Daim'de İtirazım Var adıyla seslendirildi.
2) Fatih Erdemci'nin en son stüdyo kaydı Pamela'nın son albümü Stil Zengini'nde Düet yaptığı Ben Ölmeden Önce şarkısı oldu.


24 Aralık 2011 Cumartesi

YAŞAR hakkında...

Benim gibi bir Yaşarsever'in girişten sonraki ilk blogunun Yaşar hakkında olması şaşırtıcı olmasa gerek. Bu yazıyı 15 yıldır müziğini dinlediğim, son 5 yıldır (tanışma yıldönümü 9 şubat 2012 :) :) ) bilfiil tanıma mutluluğuna eriştiğim, tezimde de adından bahsettiğim manevi abim YAŞAR GÜNAÇGÜN'e ithaf etmeyeyim de ne yapayım...


Bilen bilir, Yaşar denilince ben de akan sular duruyor, Türkiye sınırları içindeki tüm konserlerine gittiğim ve her birinde ayrı bir heyecan duyduğum bir müzisyen Yaşar. Herkes bana soruyor, hep aynı şarkılar, hep aynı konserler, sıkılmıyor musun diye. Oysa benim için Yaşar'ın her konseri keşfedilmesi hiç bitmeyen bir macera gibi. Onun sahneden şarkılarına eşlik eden kitleyi görünce yüzüne yerleşen gülümseme var ya, işte ben o gülüşün peşindeyim. Sesinin her bir tonunu, yüzünün her kıvrımını, kolunu her kaldırışını, bazen şarkı sözünü unuttuğunda bana bakıp şarkıyı hatırlamasını aklıma kazıyorum, ileride Yaşar'ı görme imkanım olmadığında hatırlayacak güzel anılarım olsun diye. Beni ancak Yaşar'ın facebook sayfasındaki HERDEMCİ arkadaşlarım anlar.


Yaşar'ı müzisyen olması dışında şairlik yönüyle de beni çok etkiliyor, şiirlerindeki, şarkılarındaki ve kliplerindeki satır araları Yaşar'ı bilen bilir, öyle özelini çok açmaz ortalara, magazin programında rezil görüntülerle hatırlamazsınız onu. O özelini şarkılarına yedirmiştir. Onu anlamak, derinlemesine anlamak isteyenin onu şarkının içinden çıkarmasını bekler. Nasıldır bu adam? Neler yaşamıştır? Hepsi şarkılarında ve kliplerinde gizlidir. Bunu anlama ayrıcalığına sahip olanlar gerçek Yaşar'a ulaşıyor (şarkıdaki gibi duvarlardan taşmak isteyenler yani).


Yaşar duygusaldır, mutlu olması için sevilmek ve anlaşılmak ister. Ammmaa... konser bitip de kulisine girebilenler Yaşar'ın pek dışarı yansımayan o espirili, muzip yanını görür. Yaşar'ın bi yanında hala büyümemiş bir çocuk vardır, bunu özellikle dikkatli gözler TV programlarında canı sıkıldığında ortaya çıktığını görür. Bir gün bir program izliyorum. Muhabbet devam ederken Yaşar bir ara koptu gitti, önündeki kağıda bi şeyler karalamaya başladı. O an o kadar sevdim ki o duruşunu. Hani okulda bazen dersten kopup hocayı dinlemek istemezsiniz, dikkatiniz dağılır kağıdı karalamaya başlarsınız, işte öyle bir naif duruştu. Hatta dürttüler bir ara Yaşar aramıza dön diye :) 


Böyle böyle ne çok anı biriktirdim 5 yıl + 10 içinde. Mesela benim kanıma ilk nüfuz eden şarkı Gel Benimle'dir. O şarkıyı çağrıştıran geçmişimden tek bi kare ben İzmit'teydim Yaşar çıktığında. Gel Benimle şarkısını şu an sular altında olan Değirmendere sahilinde dinlediğimi hatırlıyorum, kulağımda volkman. O şarkıyı ne zaman duysam o ana dönüyorum o şarkıyı dinlerkenki kare aklıma geliyor.

Sonra 1998 yılında Gölcük Donanma'da konseri vardı, ben o gece arkadaşlarımla o konsere giremedim, zira sivillere "yassah hemşerim"di. Çok üzülmüştüm, ancak o gün ve gece benim için hayatımın unutulmaz anlarını yaşamamı sağlamıştı bir şekilde. Zira oralar suların dibine gömülmeden önce, dolaylı olarak gene Yaşar sayesinde güzel anılar bıraktım orda.

Velakin Yaşar'lı dönemlerim ikiye ayrılıyor: Bir Yaşar'ı uzaktan takip ettiğim dönem (yaşım küçüktü ve her yere gidemiyordum) İki Yaşar'la tanışma (Bu ayrı bir blog konusudur).

Yaşar hakkında şöyle yazmıştım bir zamanlar:


YAŞAR kim benim için? İdolüm o benim... Sıkıldığım zamanlarda düşünüp sıkıntımı dağıtan kişi... Hayatta ünlülerle tanışayım gibi bir derdim olmasa da keşke beraber bir demlensek muhabbet etsek, ben söylesem o dinlese o söylese ben dinlesem kadar yakın olmayı istediğim, onu tanınmış bir kişiden çok, farkında olmasa da dertlerimi dinleyen bir arkadaş gibi gördüğüm, tanışmayı başarabildiğim, duruşuyla, konuşmasıyla, zaten şarkılarıyla, kulislerde yorgunluğuna rağmen gösterdiği incelikle bizi kırmayarak beş dakika görüşmeyi kabul etmesiyle beni her seferinde gene kendine hayran bırakan tek sanatçı, müzisyen ve her şey...

Beş sene geçtikten sonra, ben Yaşar'la aklımdaki gibi hayal ettiğim bir iletişim içindeyim. Dilerim daha nice güzel günlerimiz olucak. Bu blog'daki bu ilk atıf asla son değil ancak Yaşarlı yazıların başlangıcı olucak.

Son olarak: Yaşar'la tanıştığımdan beri hayatım daha zengin, daha renkli, daha çok yönlü ve ben kendimi şanslı addediyorum Yaşar'la aynı dönemde yaşamak bir yana, Yaşar'ın muhabbetinden nasiplenebildiğim için...

İlk Blogum

Merhabalar,

Şu an bu satırları yazarken, albümün bütün aşamalarını bitirip en son teşekkür yazısını yazma aşamasına gelmiş bir şarkıcı heyecanını duyuyorum. Çevremdeki çok sevdiğim arkadaşlarımın motivasyonu ile nihayet benim de bir blogum oldu. (Alkışlar!)

Bu blog benim epeydir aklımda olan ama bir türlü harekete geçmeye cesaret edemediğim ve başlamak için bir kıvılcıma ihtiyacım olan bir düşünceydi. (Evet, sonuna gelebildim cümlenin!)

Peki bu blogda neler olacak? Öncelikle adından da anlaşılacağı üzere, bu blog bir müzik blogu olacak, zira bana hep söylenen bir şeydi, sen bu kadar müzik etkinliklerine, konserlere gidiyorsun, bunları niye kendine saklıyorsun? Açık konuşayım, tembellikten! :) Ancak benim gelecekle ilgili yapmak istediklerim içimdeki duyguları fışkırtınca (Egemen Bağış görmüş Ajda'nın duygu fışkırması gibi) daha fazla kayıtsız kalamazdım isteklere.

Burada konser haberleri, albüm yorumları, sanatçılarla ilgili düşüncelerim, gözlemlerim, yaşadıklarım, tavsiye şarkılarım, albüm analizleri, klip analizleri, güldüklerim, sanatçılarla hikayelerim ve %10'da hayata dair ahkamlarım olacak! :) Burada ne olmayacak? olumsuzluk/tartışma olmayacak, zira keyif almak ve profilde de yazdığım gibi keyifli anları paylaşmaktır amacım. Burada sadece SEVDİĞİM kişilere yer vereceğim.

Bana gelirsek: 28 yıldır dünya yüzündeyim. çevirmenim ama 7 yaşımdan beri müzik işleriyle uğraşmayı hep sevdim. çıkan yeni albümlerden en az üç şarkısını beğendiğim her albümü alırım, bir de gözü kapalı aldıklarım var, Genel olarak Yaşar merkezli olmak üzere kulağıma güzel gelen her tür müziğe açığım, çünkü her müzikten bir parça bir şeyler kapılacağını düşünüyorum. Bu yüzden belli kategorilere ayırmıyorum hiç, dinlerim yorumlarım ve beğenirsem albümünü alırım. geniş bir müzik arşivim vardır.  mesela Yaşar denince akan sular durur benim için. Yaşar mesela minimini bir kuşu söylese bile alırım, çünkü bilirim ki onu öyle bir yorumlayacak ki vay be ne şarkıymış dedirticek :) Yaşar 15 senedir şarkı kalitesinden, müziğinden, yorumundan hiç taviz vermedi. Hem sanatına hem kişiliğine hayran olduğum Yaşar'ın olmadığı bir müzik arşivi tabiri caizse ülkersiz çay saatine benzer... Demet, Sibel Tüzün, Şebnem Ferah ve Göksel'in tarzlarını da çok severim. Şebnem Ferah'ın sözlerini çok derinlikli buluyorum, üzerinde düşündürüyo ve o sözlerin üzerine o müzik o kadar güzel oturuyo ki, etkilenmemek mümkün değil. Ayrıca erkek egemen rock dünyasında kadın şarkı sözü yazarı, besteci ve vokal olarak geldiği nokta ve kazandığı başarı ve sadece ama sadece müziğiyle var olunabileceğini kanıtladığı için haklı bir saygı ve hürmeti sonuna kadar hak ediyor. Dünya müzikleri ve özellikle Portekiz Fadoları ve İspanyolca şarkılar müzikal ilgi alanımda. Bence uzun süre dinlenecek albüm daha ilk dinleyişte kendini belli eder. ne çok konuştum ama bunları bilin ki beni tanıyın. :) Bir de tavla severim. Oynar mısınız benimle? :)