Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mart 2013 Pazar

ALDIM, DİNLEDİM, YAZDIM - AYÇA VARLIER - ELİF

AYÇA VARLIER - ELİF

Sayın ve sevgili postdaşım, 

2000ler müziğinden çok haz etmediğimi şu ana kadar pek çok defa ifade etmişimdir. Bu yüzden bu yeni milenyum çağında kulağıma güzel gelen melodileri yakaladığımda benim için ayrı bir heyecan oluyor, hemen tutuveriyorum yakasından, müzik denizinde can simidim yapıyorum (teşbihe gel :)). Almaya değer gördüğüm albümlerin gerçekten dinlenmeye değer çıkması da benim için ekstra ödül oluyor. Hemen sadede gelicem, bu yazıda böyle albümlerden birini, beni çok heyecanlandıran ve uzun süredir beklediğim bir albümü konu edicem. Zira yazacak çok şey varken düşündüklerimi toparlamak ve ifade edebilmek hayli zor. Elimde tuttuğum albüm Ayça Varlıer’in göbek adını verdiği Ayça ‘Elif’ Varlıer albümü.

Onu hepimiz gibi oyuncu yönüyle tanıdık önce. Çeşitli dizilerde duru güzelliğine kattığı oyun yeteneğiyle gerek dizilerde gerek tiyatro sahnelerinde benim takip ettiğim isimlerden oldu. Bu yazı Ayça Varlıer'in müzikal yolculuğu ve albümüne ilişkin ama öncesinden de bahsetmem gerek. Gümüş, Behzat Ç., Kalbim Dört Mevsim ve Son Bahar gibi dizilerde izlediğim Ayça Varlıer'in müzikal yönünü ilk kez Türkiye’nin ilk Latin/Flamenko grubu Emir Ersoy-Projecto Cubano'nun Barınak Gönüllüleri Derneği yararına çıkardığı 10 Şarkı 10 Şarkıcı albümünde “Bir Zaman Hatası” şarkısını yorumladığında dinledim ve onun yorumuyla Aşkın Nur Yengi’nin sesinden dinlemeye alıştığımız bu şarkı yıllar sonra ilk kez başka bir sese dikilmiş bir şarkı gibi gündeme geldi yeniden. Çok başarılı bir düzenleme ve yorum oldu, öyle ki şarkının çıktığı yıla yetişemeyenler bu şarkıyı Ayça Varlıer’in sanıyor. Bu da başarı. Bu albüm çıktığı sene 15. Afife Tiyatro Ödülleri’nde "Yılın En Başarılı Müzikal/Komedi Kadın Oyuncusu” ve 16. Sadri Alışık Ödülleri’nde "Yılın En Başarılı Müzikal/Komedi Kadın Oyuncusu" ödüllerini aldığı Leyla’nın Evi oyunundaki müzikal performansıyla gündeme geldi. Bir sene sonra gene Emir Ersoy'un Karnaval albümünde Sil Baştan şarkısını söyledi.

Ben Ayça Varlıer’in canlı performansını ve şarkı sahnesindeki hakimiyetini ilk kez stüdyo izleyicisi olarak gittiğim Okan Bayülgen’in programında dinledim ve çok etkilendim. Pürüzsüz, su gibi akan bir sesi vardı. O vibrasyon, o vücut dili resmen ağzımı açık bırakmıştı. O programda ilk kez albüm haberini vermişti. Hatta albümde yer alan Ağlama Babam şarkısını da ilk orda mırıldanmıştı. Yani sevgi postdaşım, Okan Bayülgen’in programında haberini duyduğumdan ve Ayça Varlıer’in performansını izlediğimden dinlediğimden beri çıkmasını beklediğim bir albümdü Elif albümü.

TMC’den çıkan Mustafa Karahan yapımcılığındaki albümün tam beklediğim gibi çıkması sevincimi arttıran bir husus. Zira daha önce büyük heyecanlarla alıp bu muymuş yani diyerek bir köşeye bırakılmak suretiyle arşivime girmiş onlarca albüm bilirim. Bu albümde biri versiyon olmak üzere 8 şarkı var ve 5’inin müziği Ayça Varlıer’e ait. Bu bile Ayça Varlıer’in oyuncu+yorumcu kimliğini müzik yaratıcılığı ile tamamlayarak komple sanatçılığını ortaya koyması yönünden benim için önemli. Kalan 2 şarkıdan 1’i Eylem Pelit’e ait ve 1'i de müziğin dev seslerinden Nükhet Duru’yla özdeşleşen Beni Benimle Bırak şarkısı, ki versiyon da bu parçaya yapılmış. Sözler ağırlıklı olarak Mehmet Teoman –ki bu büyük isim en beğenilen Nükhet Duru şarkılarının yaratıcılarındandır- Figen Şakacı ve Müfide İnselel'e emanet edilmiş.

Albüm içeriği itibariyle gökkuşağı gibi. Hayatın içindeki her duygu, aşk, ayrılık, hayat, aile, iç dünya var, bu yönüyle albüm bir tema etrafında değil de hayatın farklı yerlerinden tutup bizlere aktaran bir albüm. Şarkılar ve yorum hiç yormuyor. Benim için en önemlisi de, söyleyenin şarkıda anlatılan duygunun farkında olması. Biliyorsunuz biz acayip, “ayaklar altındaaaa sürünüyorumm" derken eller havaya yapabilen bir milletiz, müziğimizde bu tutarsızlık durumu çokça rastlanır, şarkıda hayata kahreden şarkıcı, klipte şarkıyı güle oynaya icra edebilir ve biz bu saçmalığa ancak bakabiliriz. Oysa ki şarkıda tutarlılık önemli, bir duygu aktarıyorsun orda, hayat kahreden bir şarkı disko ortamında eller havaya söylenmez, söylenmemeli... aynı şekilde gülüp eğlenilecek şarkılar da homur homur söylenmez, söylenmemeli. Bir şarkıcının seslendirdiği şarkıda ne söylediğini bilmesi -tabiri caizse ağzından çıkanı kulağının duyması- gerekliliği çoğu müzikte göz ardı edilen bir gerçek. (Bu vesileyle bu derdimi de anlatmış olayım.) Gelgelelim baştan aşağı Ayça Varlıer’in esas mesleği bu olmamasına rağmen, nasıl güzel şarkı söylenir dersi verdiği bir albüm bu. Beni Benimle Bırak'taki kırılganlığı, Kalmamışsın Hiç Bana’daki kabullenişi, Ağlama Babam’daki babaya seslenişi vesevgiyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Bu arada Beni Benimle Bırak şarkısındaki Yaşar eşliği sürprizi beni benden aldı (Gerçi neden albümde “eşlik eden” demek yerine “featuring” denmiş ki, ona takıldım biraz). Bu ülkede düet konusunda en akla gelen ve en başarılı iki üç isimdendir Yaşar. Özellikle böyle ayrılıklı şarkılardaki duygusunu ayrı bir severim Yaşar’ın. Yıldız Usmonova ile Seni Severdim'in hala en çok dinlenen ve istenen şarkılardan olması çoğunluğun da böyle düşündüğünün kanıtı. Bu düet de samimiyet açısından insanın içine dokunuyor. Tango formundaki ilk formunda düzenlenmiş ve bir kadın şarkısı olarak süregelmiş bu şarkıda kadının kalp kırıklığını anlatan bu şarkıya giren erkek sesi o kırılgan kadının karşısındaki erkeği de hissetmemizi sağlıyor. Bu şarkıyı düet haline getirmek kimin fikriyse çok başarılı olmuş. Kimse Bilmez şarkısındaki yorum aklıma Sertab Erener’in yorumu getirdi. Sertab'ın daha dinlenebilir bir versiyon gibi. Kişinin kendi iç hesaplaşmasını ve hayat yolunda –kalabalıklar içindeyken bile- hep var olan yalnızlığımızı anlatıyor şarkı. Albümün en hareketli şarkısı Kumdan Kale, slov şarkıların ardından birden kendimize gelmemizi sağlıyor. Albümü yükseltiyor. Müzikal şarkısı gibi, müzikal oyunculuğu yönünü aklıma getirdi şarkı. Çıkış şarkısı olarak seçilmesi çok yerinde. Her Şey Geçer caz formu ile geleneksel enstrümanları (Ud) harmanlayıp ortaya dinlemesi keyifli bir sentez çıkarmış. Benim gibi pek caza yakın olmayan müzikseverleri de içine alan bir havası var. (Bu arada Her Şey Geçer’in Herşey Geçer diye yazılmasına da takıldım :)Beni Benimle Bırak'ın retro versiyonuyla kapanıyor albüm. Bir parça hareketlendirilmiş bu şarkı 70'lerin soundunun 2000 lerle birleştirilmiş bir hali gibi. Şarkıdaki kadının duygusu 2000ler, ruh 70’ler. Nükhet Duru’nun 70’lerdeki kırılgan yorumundan çok, metropol kadının ayrılığı kaldırışı var bu yeni yorumda. Bir parça şarkının duygusu kaybolmuş mu, evet, ama bunu içinde bulunduğumuz dönemin kadın-erkek ilişkilerine vurduğumuzda bunu o kadar yadırgamıyoruz. Bu zamanda yaşanan ilişkilerin ve ayrılıkların havası olduğu için, milenyum neslinin yabancı olmadığı bir ruha bürünmüş bu şarkı, özündeki ayrılık ve geride kalan kadın temasını korurken.

30 dakika kadar süren ve su gibi akan bu albümün havası daha ilk şarkıda sardı beni. özellikle Kalmamışsın Hiç Bana arka arkaya üç kere dinletmesiyle favorim oldu. O bayıldığım gitar girişi başlı aşına kulak kabartmamı sağlamıştı. Zaten elektro gitar sesi nerde olsam “bi dakka noluyo ya,bu ne” dedirtir, sesin geldiği yöne baktırır bana. Bu kadar çarpıcı bir girişe, söz-müzik bütünlüğü de eklenince, ortaya “şarkı” çıkıyor böyle. Benim en çok aradığım şey de bu "bütünlük” meselesi. Orta tempolu bu şarkıda, şarkının duygusu, bir ayrılıktan sonra kalan tarafın kabullenişi var, “sen artık yoksun, zaten uzun zamandır yoktun, ben bunu anladım ve ben de artık vazgeçiyorum”, çığlığı ancak bu kadar tatlı ifade edilebilir. Hani uzatmalarda olan bir aşk ittire kaktıra yürütülmeye çalışılır, ancak taraflardan biri çoktan olay mahalini terk etmiştir, diğer taraf inanmak istemez, kabullenemez ilk önce, sonrasında iplerin kopuş noktasında o son kalan da gemiyi terk eder ya, Ayça Varlıer'in sesi bu duyguyu çok iyi veriyor.

Albümün dikkatimi çeken bir diğer yanı, şarkıların uzun uzun olması ve adeta bir hikaye anlatması. Kısır sözlerle ve sadece nakaratla geçiştirilen müziklerin aksine, sözlerin hepsi dolu dolu ve müzik uyumlu bir ritme sahip. Söz yazarları, anlaşmışcasına 7 şarkıda bir kadının ayrılıktan, tedirginliğe, kararsızlıktan, sevince, kafa karışıklığından, hüzüne ve yalnızlığa her duygusunu sanki dinleyiciye yazılmış mektuplar gibi uzun uzun anlatıyor, ancak bu durum hiç sıkıcı olmadığı gibi, acaba şimdi ne gelecek diye merak da uyandırıyor, sonra bir bakıyorsunuz albümün sonu gelivermiş. Sözler bize hikaye anlatıyor, müzik de duyguyu taşıyor, bu yüzden tüm söz yazarları (Figen Şakacı, Müfide İnselel, Mehmet Teoman, Eylem Pelit) ile o sözlere yaptığı besteler ile bu sözleri onu taşıyabilecek en güzel melodilerle buluşturan Ayça Varlıer'e kocaman bir alkış göndermek gerek.

Sonuç olarak, son aldığım albümler arasında beklediğimi bulduğuma sevindiğim, gerek duygusuyla, gerek sözleriyle, gerek müziği ile tam arşivlik bir albüm olmuş. İçinde rock tınılarından, popa, cazdan, aranjmana her renk var. Her şey tam dozunda, ne bir eksik ne bir fazla. Ayça Varlıer'in yorumculuğu sade, kulak yormayan ve şarkının duygusunu veren bir yorumculuk, bu da ortaya dinlemesi enfes bir albüm çıkartıyor. Bu albüm Ayça Varlıer’i besleyen müziklerin bir karması gibi. Hepsi çok keyifle ve hissedilerek söylenmiş parçalar. Albümün hoşuma giden bir diğer noktası, kartonetin son sayfasındaki "Zulüm gören tüm canlılar için... Sevgi Saygı ve Özrü bir borç bilerek" diyerek hayata ve tüylü dostlarımıza karşı duyarlılığına da yer vermiş olması. Ayça Varlıer tiyatro sahnelerinden sonra müzik sahnelerinde de ışıl ışıl parlayacak. İlk konserini heyecanla bekliyorum. 

Aşağıdaki müthiş performans Ayça Varlıer'in Leyla'nın Evi müzikalinden:


DİPNOT: Albümün hikayesini Ayça Varlıer'in ağzından şu linkten öğrenebilirsiniz: AYÇA VARLIER, ELİF'i ANLATIYOR...

25 Mart 2013 Pazartesi

90'LAR YAZI DİZİSİ.... NEREDELER (BÖLÜM 5)

PAZAR SÖYLEŞİLERİNİN BU HAFTAKİ KONUĞU 

---HAZAL---

1995 yılı müzik hayatımıza şu an bile bayıla bayıla dinlediğimiz, şarkıları yeniden yorumlanan pek çok iyi ismin girdiği bir yıldı. O yılı çok iyi hatırlıyorum, TV başında sabahladığım zamanlarda Kral TV’de üç klip çok fazla dönerdi. Hazal – Sevdalım bunlardan biriydi (diğerleri Seçil - Uhde ve Kerim Tekin – Cici Baba), bir gece boyu bu üç şarkıyı dinler, hiç sıkılmazdım. Yıllar sonra Hazal’la bu söyleşiyi gerçekleştirirken, zaman zaman o günlere gittim. Benim için bazı şarkılar vardır, her dinlediğimde o şarkıyı dinlediğim ana ait bir kare belirir aklımda, Sevdalım'ı dinlerken de İzmit'te sabaha karşı dışarıyı seyrettiğim bir gün canlanır aklımda. 


Hazal’a ilk albüm heyecanını ve albümün çıkış sürecini sorduğumda,aslında idealinin her zaman iyi bir müzik öğretmeni olmak, çocuklara ezbere flüt çaldırmaktan ziyade,onlara müzik kültürü katmak, standartlarını yükseltmek olduğunu söyleyerek söze başlıyor. Okulda okurken arkadaşlarıyla sahne alıp beğenilince, bir de üstüne para da kazanmaya başlayınca, hayaller kurmaya başlamış. Tabi ki her şey hayal kurmakla başlıyor. O zaman için amacı albümden çok Sezen Aksu’nun bir gün mekana gelip vokalistlik teklif etmesiymiş. O zaman bile hayallerini hep yüksekte tutuyormuş anlaşılan. Ancak sahnede bir yılını doldurmadan vokalistlik bir yana Klip Müzik Yapım şirketinin yetkilerinden gelen albüm teklifi ve albümün başarısıyla doğrudan kendi kanatlarıla uçmaya başlamış. “Albüm beklemediğim kadar başarılı olunca sevincim, mutluluğum kat kat arttı”, diye anlatıyor Hazal o günleri.

O albümden Sevdalım, Elden Yar Olmaz ve en son Demet Akalın tarafından yeniden yorumlanan Bozuyorum Yeminimi gibi şarkılar çıkaran Hazal, bir sonraki albümü için 2 yıl bekledi.
 Sonrasında, 1997 yılında gene çok ses getiren Aşka Dair albümü ile müzikte bir kez daha ben buradayım dedi. Özellikle Osman Abi düzenlemesinin güzel eleştiriler aldığını hatırlıyorum. Bu albümden de Osman Abim, Elden Gittik, Yalancı Sevda gibi hitler çıktı.
Özellikle ‘Yalancı Sevda'yı ne çok dinlerdim o yıllarda.


Hazal’ın bir sonraki albümü Sürgün Aşkımız 2000 yılında çıktı. Sürgün Aşkımız, Parayla Saadet Olmaz, her dinlediğimde içimi titreten İyi Misin Anacığım gibi müthiş şarkılarla dinledik bu albümde. Sonrasında sessizliğe gömüldü Hazal. Onun yeni şarkılarını dinlemek için 9 yıl beklememiz gerekti. Neydi bu uzun aranın sebebi diye sorduğumda, “tamamen kendi tercihimdi” diyor. Arkadaşlarının, tanıdıklarının ısrarları bile kar etmemiş, yarım kalan eğitimini tamamlamak için müziğe ara vermiş. “Hayatta her zaman kendimi mutlu edecek kararlar almaya çalıştım. 4 yaşından beri okuyup yazan bir insan olarak eğitim benim için çok önemlidir. Eğer bu kararı almamış olsaydım bir yanım hep pişman olacaktı. Müzik sektöründeki şartlar, şu anda olduğundan daha kötü değildi ama 2000'ler bence kalite açısından çöküşün başladığı yıllardı, bu da bir gerçek” diyerek aslında çoğu sanatçının albüm yapmaya neden mesafeli kaldığını da açıklıyor, “Zaten öyle olmasa milyonlarca insan niye 90'ların ve daha önceki dönemlerin şarkılarına bu kadar tutunsunlar,öyle değil mi?” diye ekliyor.
 Hazal 2009 yılında “Geriye Dönme” isimli albümü ile, albümün adının tersine bomba gibi bir geri dönüş yaptı. Ben her zaman zaman zaman böyle araların bir müzisyen için nefes alma ve yenilenme araları olduğunu düşündüğümden, bu süre belki de Hazal için gerekliydi diyorum. Bu süreçte kendini dinleme, nerde durduğunu ve duracağını belirleme ve yeni şarkılar için belki de yaşanmışlık biriktirme söz konusuysa bu ayrılıklar aslında sanatçıyı besleyen fırsatlara dönüşebilir.

Nitelik albüm arası süreçte, Hazal her zamankinden de fazla müziğin içindeymiş. Zaten müziği bıraktım diye bir şeyin söz konusu olamayacağını çünkü müziğin vazgeçilmez bir aşk olduğunu söylüyor. Bu sürede konservatuara geri dönmüş, Hafta içi okul, hafta sonları ise hem yurt dışı hem de yurt içinde konserleri, ekstra çalışmaları devam etmiş. Bu süre içinde albüm ve reklam çalışması yapmamış, ihtiyaç da duymamış, ta ki sanal ortamda kliplerinin altında yazan “sevgi dolu sözler ve geri dön çağrılarını görene kadar”. “Bir gece saat 04:00 civarıydı, çok duygulandım, biraz da ağladım onları okurken. Sahiden de sevenlerim çok değerliler benim için,” diye açıklıyor.

Bu güzel sözlerin ve geri dön çağrıları almasını, albümlerinin hala dinlenip hatırlanmasını samimiyete bağlıyor. “Hem benim için hem de o dönemde başarılı olmuş pek çok sanatçı için, yetenek, birikim, heyecan, tutkuyla, aşkla müzik yapmak, şarkı söylemeyi istemek”, şeklinde özetliyor. Hazal’a göre kendine güvenen, eğitimli ve yetenekli, hiçbir sanatçı, sırf popüler olmak için bugün oynanan bel altı oyunlara dahil olmak istemez.  “Bugün olduğu gibi günün getirdiği ayrıcalığı yaşamak ve çok para kazanmak için bu işi yaparsanız,ne kadar uzun ömürlü olursunuz bilemiyorum. Teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar faydalanan, ruhsuz ve sıradan şarkılar dolu. Hangisi kimin şarkısı, solist girene kadar anlayamıyorum bile,” diyor.

Hazal son olarak sevenlerine müjdeyi veriyor:

Sevenlerime güzel haberlerim var. Fono Müzik'le el sıkıştım. Patronum sayın Ahmet Güngörmüş, Türkiye’nin en önemli seslerine albümler yapmış çok deneyimli ve müziği bilen bir insan. Çok huzurlu olduğum ve harıl harıl hazırlandığım bir dönemdeyim. Şarkılarımın hepsi birbirinden güzel. Şarkılarımda yine Dost Bilen kırım'ın imzası olacak, birkaç sürpriz de yapabiliriz.

Hazalseverler etkinlikleri https://www.facebook.com/hazalcilar/info ve https://twitter.com/hazalinsayfasi adreslerinden takip edebilirler. Sevgili Hazal, sen hayranlarına, hayranlarında sana Sevdalı... Her neredeysen, inşallah en kısa zamanda “Geriye Dön”meni bekliyor bu kulaklar...

Sizi Hazal klipleri ile başbaşa bırakıyorum:














BİR PROFİL... GONCAGÜL SUNAR

HER ROLÜN OYUNCUSU GONCAGÜL SUNAR, 
ŞİMDİ DE MÜZİSYEN YÖNÜYLE TUNCA'NIN MÜZİK KUTUSUNDA


Onu ilk kez 90ların en iyi işlerinden biri olarak gördüğüm Mahalle'nin Muhtarlarında eczacı Goncagül karakterine hayat verdiğinde tanıdım. O ekrandan yansıyan ışığı ve "Usta" diye seslenişiyle, benim için o dizide diğerlerinden farklı bir yere geldi. Benim bazı ekran yüzlerine karşı –tanımadan da- yakın hissetme gibi özelliklerim var sevgili postdaş. O dizi bittiğinde Goncagül Sunar adı aklımın bir köşesinde kalmıştı ve ben ondan sonra Goncagül adını duyunca dikkat kesilir bir hale gelmiştim. Sonrasında bilmem kaç sezon süren ekran klasiklerinden Asmalı Konak’ta karşıma çıktı. 
Bazı oyuncular vardır, başrolde olmamasına rağmen oynadıkları yan rolleri bile başrol edasıyla taşır, Goncagül Sunar hiçbir zaman başrol kadın oyunculardan olmadı belki ama yan rollerde bile hep oyunculuğun en güzel örnek örneklerini vererek sıyrıldı ve yıldızlaştı. Hep başrolü tamamlayan doğal bir oyunculukla dikkat çekti. Asmalı Konak'ta hafif saf hafif entrikacı Hayriye rolü de böyle bir roldü. Evin hizmetlilerinden biri rolündeydi bu sefer. Ve derken Türk televizyon tarihinin, daha da özelde Türk dizi tarihinin en iyi ilk üç işinden biri olan Çemberimde Gül Oya dizisi geldi. Bu dizideki pavyon şarkıcısı Canan rolüyle ve Canan'ın hikayesini anlatışıyla hepimiz Canan’a üzüldük. Canan Cansev karakteri sayesinde dizide Goncagül Sunar’ın başka bir yönünü –aslında bu yazının konusu olan yönünü- keşfettik. Goncagül Sunar o dizide oyunculuğuyla birlikte müzisyen yönünü de ortaya koydu. Hala en çok aklımdan kalan sahnelerindendir Goncagül Sunar’ın “Una Belle Histoire” şarkısı. Sahnede Canan, onu bir türlü kabul etmeyen kayınvalidesi ve "elit" konukların karşısında masada oturmaktadır. Kayınvalidesi gene aşağılamalarına ve eğitimsiz olduğu için küçümsemelerine devam ederken, Canan karakteri Michel Fugain’in klasiği “Une Belle Histoire” söylemeye başlar ve herkes sus pus olur. O sahne beni bugün bile etkiler. Dizide rolünün icabı çeşitli kereler şarkı söylerken görürüz Goncagül Sunar'ı ve son olarak diziye adını veren "Çemberimde Gül Oya" türküsünü öyle güzel söyler ki, o zamanın meşhur forumlarında bile Goncagül Sunar’ın yorumu konuşulur. Goncagül Sunar’ın sesinde, söylediği şarkıya inandıran bir tını var. Pürüzsüz ve içten bir ses. Goncagül Sunar daha sonrasında, "Yol Arkadaşım" dizisinde görgüsüz görümce rolüyle -o altın bilezikler neydi öyle?:)- beni kahkaha krizlerine soktu. En son “Umutsuz Ev Kadınları”nda konuk olarak birkaç bölüm psikopat bankacıyı oynamıştı.


Goncagül Sunar’ın oyunculuk kariyeri elbette ki bu kadar değil, daha ne filmler, ne konuk oyunculuklar da var ancak bu dört dizi, Goncagül Sunar'ın oyunculuk gücünün nasıl farklı bedenlerde başarıyla vücut bulduğunu en iyi anlatan Goncagül dizileriydi. Dikkat ettin mi sayın postdaş? Sadece bu dört dizide bile, Goncagül Sunar o kadar farklı rolleri, o kadar farklı canlandırıyor ki, her rolde farklı bir Goncagül görüyoruz. Bu da Goncagül Sunar'ı bir adım öteye taşıyor benim için. Her oyunu müthiş, hiçbir karakter birbirini andırmıyor ve/veya bir önceki rolü aratmıyor.
Hep söylerim sevgili postdaş, ben Allahın şanslı kullarındanım, Goncagül Sunar’ın bu kadar büyük fanlarından biriyken, bir gün Goncagül Sunar ile Beşiktaş-Kadıköy vapurunda yan yana geldim. Koca vapurda bir tek benim yanım boştu ve Goncagül Sunar gelip yanıma oturdu arkadaşıyla. Bütün cesaretimi toplayıp, “merhaba” dedim, genelde çekinirim çünkü, yani orada arkadaşıyla gelmiş, rahatsız etmiyim gibilerinden, ama yanıma da oturmuşken, bir selamdan ne çıkar dedim ve deyiş o deyiş, o yirmi dakikalık vapur yolculuğunda hayattan, müzikten, gazetede çıkan bir haberden, sinemadan, oyunculuktan konuşurken, o vapurdan sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi indik. Sonrasında iletişimlerimiz hep sürdü. (Ve nihayet yazının giriş kısmını bitirebildim :) )

Goncagül Sunar yazısını yazmaya bundan bir, bir buçuk sene öncesinde karar vermiştim aslında. Çemberimde Gül Oya dizisinde aklımda kalan müzisyen yönü, Goncagül Sunar'ın bana gönderdiği, sözü-müziği kendisine ait olan ilk şarkısı “Sözler Verdim”le gündeme geldi. Bu yazının konusu Goncagül Sunar'ın müzisyen yönü olacak sayın ve sevgili postdaşım.



Tarz olarak alternatif/indie sounduyla kişiselliğin ve hayatın ağırlıkta olduğu sözler-müzikler yazıyor Goncagül Sunar. Sözler Verdim Goncagül Sunar’ın 2008 çıkışlı şarkısı. Şarkıyı ilk dinlediğimde soundu sevdiğim gruplardan Sixpence Non The Richer'ın müziğini aklıma getirdi. Hepimiz hayatta bazen kaçışlar isteriz, hayatta güçlü hissettiğimiz zamanlar olur, zayıf hissettiğimiz de… Kendimize sözler veririz, o sözleri bozar yeni sözler veririz. Bütün hayatın amacı aslında, içinde bulunduğumuz dünya gezegenindeki sınırlı süremizi verimli kullanmak aslında. Bizi mutlu eden şeylerin peşinden gitmek, mutlu eden insanlarla birlikte olmak, mutlu olduğumuz ortamlar aramak. Şarkı Goncagül Sunar yoluyla aslında hep o içimizde aradığımız kaçışı özetliyor. Goncagül Sunar bizim duygularımıza tercüman oluyor bir yerde. Hayatın harala gürelesi içinde, kim hiç beklenmeyen bir vakitte mutlu olmayı düşlememiştir, ya da kim en sevdiği şehirde iyi zamanlar biriktirmeyi hayal etmemiştir. Bütün bir yıl çalışıp iki haftalık tatillere güzel anıları sığdırmaya çalışırken, bu hayaller değil mi, o yorucu, sıkıcı iş ortamlarına dayanmamızı sağlayan. Goncagül Sunar’ın şarkısı ilk dinlediğimden beri bu kaçışlar daha imkanlı hale geliyor bende. Hiçbir şeyi ertelememek lazım aslında. Sözler Verdim, her şeye rağmen umutlu bir şarkı ve böyle şarkılar çok yok.

Bu şarkıya yaptığım klip yanda: 

Sözler verdim kendime
Sözler aldım senden de
Kimseden bir şey ummadan
Devam etmek soru sormadan
Kör olup kapılmadan
Ne istediğime bağlı her şey

Sadece memnun edilmek
Belki hayattan bir hediye
Hiç beklenmeyen bir vakitte
Mutlu olmak eğlenmek
Karanlıktan uzak
Ateşe atılmadan yaşamak

Kimseye bir şey söylemeden
Sessizce çekip gitsem
En sevdiğim şehirde
İyi zamanlar biriktirsem
Canım istediğinde geri dönsem
Her şey eskisi gibi görünür mü
Böyle sevip sevilirken
İsyan etmek gereksiz mi

Belki hayattan bir hediye
Hiç beklenmeyen bir vakitte
Mutlu olmak eğlenmek
Karanlıktan uzak
Ateşe atılmadan yaşamak

Goncagül Sunar’ın yayınladığı ikinci şarkı, 2012 çıkışlı ”Sakın Korkma”. Gene hayatla ve kendiyle yüzleşme var. Zaten Goncagül Sunar’ın kendisinin de belirttiği gibi, şarkılarını aşk ve nağme üzerine yazmıyor. Derdi hayatla ve kendiyle, yaşadıkları da benim ve birçoklarının yaşayabileceği/gözlemleyebileceği duygular. Bu yüzden şarkılarda sahicilik ve samimiyet var. Bu klipte Goncagül Sunar tüm sadeliğiyle elinde gitarı ve yanında iki müzisyen arkadaşıyla akustik bir performans yapıyor. Akustik müziği çok seven benim gibi bir müzisyen için bulunmaz nimet. Özellikle gitar keman bileşimini her zaman çok sevdiğim için, ara nağmelerde keman geçişi beni benden aldı. Üç enstrümanla su gibi akan bu şarkı, gene dünya ve hayatın gidişatıyla ilgili, umut veren sözler içeriyor. Dünyada olan kötü şeylere karşı umutsuzluğa kapılmadan ayakta kalmayı telkin ediyor. Esasında kendi kendine konuşma yapısındaki şarkı, dünyaya radarları açık herkesin olan biteni kendi içinde sorgulayabileceği türden duygu ve düşünceleri dile getiriyor. Şarkının bence en can alıcı kısmı “Aylak bir şarkı ağzımda, Sessizliği bozdum, bu kadarı fazla” kısmı zira “artık bi şey yapmalı, ses çıkarmalı  pasiflikten kurtulmalı, kendine gelmeli" mesajını en iyi veren dizeler. Goncagül Sunar’ın gözlemci kalemini bir kez daha sevdim. Tabi Goncagül Sunar’ı elinde gitarıyla görmek beni ayrıca çok heyecanlandırdı, zira oyunculuk yönü kadar müzisyenliğiyle çok yönlü bir sanatçı olduğunu görmek bir Goncagül hayranı ve bir müziksever olarak benim için bir taşla iki kuş oldu ve nasıl yakıştırdım eline gitarı...
Uzun günlerin sonunda,
Kötü şeyler olmuş hep dünyada
Buz gibi olmuş avuçlarım
Ama bazen sıradan mucizelere de kandım

Sakın korkma, sakın korkma
Her şeye rağmen kal ayakta
Sakın korkma, sakın korkma
Kendine rağmen kal ayakta

Aylak bir şarkı ağzımda
Sessizliği bozdum, bu kadarı fazla
Hayat uzun, canım kısa
Bir yanım hala cennet nasıl olsa


Goncagül Sunar’ın son şarkısı 2013 yılının sürprizlerinden oldu benim için. Aşk Aldatır şarkısını Youtube üzerinden yayınlayan Goncagül Sunar, haber verdiğinde o gün kaç kere dinledim bilmiyorum. Goncagül Sunar gene akustik ve sade, bir şehrin sokaklarını gezerken kendi kendine şarkı mırıldanan bir kadın gibi. İçinde aşk geçmesi sizi yanıltmasın, Goncagül Sunar'la yaptığım söyleşide okuyacağınız gibi, gene şarkının özünde yaşam var. Aşk hayatın içinde yer alan, hayatı toz pembe görmemizi sağlayan unsurlardan biri. Belki de aldatıcılığı bundan. Hani aşık olunca gözümüz dünyayı görmez, her şey göze güzel görünür derler ya. O görüntüler, o sokaklarda yaşanmış ya da yaşanan acıları görüş kadrajımızdan çıkarabiliyor, O sokaklara belki de ütopik bir romantiklikle bakıyor ve ne güzel sokaklar diye bakıyoruz. Halbuki bizim dışımızdaki dünyada o sokaklarda yaşanan başka hayatlar var ve o hayatlar toz pembe olmayabiliyor. Hatta ironisini de yapıyor saf bir iyimserlikle, "gülüp geçmek lazım bunlara". Tabi ki bu şarkıyı hangi motifle yazdığını söyleşide anlatıyor ancak bu benim kendi şahsi yorumlamam sadece. Benim için en çarpıcı kısım, ikinci kısmından sonraki “Sırtından vurulur…” kısmındaki saat tiktakları hissi veren ve zamansızlığı aklıma getiren, bir yandan da nefes alış veriş efektleri ile soluk soluğa zamane telaşesine atıfta bulunan ses efektleri oldu. Şarkıyı yükseltip, dikkatleri çekiyor ve şarkının ters köşeye yatıran kısmı bence. Hele "kendi söküğünü diker hayatımız" sözü ise hayatın bütün bu acıları ve/veya sevinçleri umursamazca önündeki bütün “kusurları” gidererek / ortadan kaldırarak devam ettiğini ifade ediyor. Hayatın duymak istemediğine sağır olması, ayrı bir teşbih harikası. Adeta John Lennon’ın sözünü doğrular nitelikte bir çok yer: “Hayat biz gelecek için planlar yaparken, başımızdan geçenlerdir.”
Aşk bu sokakta kurumaya dalmış
Hevessiz, iştahsız
Var oldukça yalana sürter başını
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Herkesi, herkesi

Öfke alınır, çatılırsa kaşlarım
Onca ölüm, onca yoksulluk varken dünyada
Gülüp geçmek lazım bunlara
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Herkesi, herkesi

Sırtından vurulur, ama durmaz
Yeni dertler aramaktan yorulmaz
Kendi söküğünü diker hayatımız
Bir kulağı sağır, hiç duymaz
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Aşk aldatır, bu sokaklar aldatır
Herkesi, herkesi ama herkesi

Bu yazıyı Goncagül Sunar'ı albüm ya da en azından bir tekli çıkarmaya ikna edebilirim düşüncesiyle yazdım. Bilindik Türkçe sözlü müziklerin çok dışında, o şüphesiz, ancak böyle şarkılara her zaman ihtiyaç var, cıstaklardan yorulan kulaklara pansuman yaparken, kim olduğumuzu, nerede yaşadığımızı ve hayatın o kadar da toz pembe olmadığını hatırlamamız için...

23 Mart 2013 Cumartesi

ALDIM, DİNLEDİM, YAZDIM...


NİLÜFER - 13 DÜET

Nilüfer benim çocukluğumun en önemli seslerindendi, yaşım oldu 30, Nilüfer hala güçlü, hala özel... Nilüfer’in sesinde hep zamanlar ötesi bir tını hissederim. O her devrin şarkıcısıdır ve sesi her tür müziği kaldırabilecek güçte bir sestir. 1970li yıllarda başladığı müzik yolculuğuna, pop, arabesk, sanat müziği gibi türlerde nice güzel katkılarda bulunan Nilüfer, 2000li yıllarda söylediği müzik türleri halkasına rock'ı ekledi. Bir iki yıl önce, müziğinde ve kariyerinde adını en büyüklere adını yazdıran Nilüfer’in rock sanatçılarıyla bir düet albüm çıkaracağı haberi, herkes gibi beni de çok heyecanlandırmıştı. Nilüfer'in en sevilen şarkılarını günün en kalifiye müzik gruplarıyla birlikte seslendirilmesi fikri nerden baksanız ticari olarak da, Nilüfer'in yeni nesle ulaşma stratejisi olarak da başarılı bir hamleydi. Arkasına her biri ayrı ayrı çok değerli ve geniş kitlelere hitap eden grupların/rock müzisyenlerinin desteğini alan 12 düet, 2011 yılının en dikkat çekici albümlerinden biri oldu. Bu albüm, Nilüfer'i yeniden zirveye taşıdı. O albümde özellikle Şebnem Ferah düeti Erkekler Ağlamaz, adeta yeni şarkıymışçasına benimsendi, yeniden doğdu. Sonra sırasıyla Hayko Cepkin'le düet yaptığı ve bana göre bir şarkı ancak bu kadar "cover"lanabilir ve bu kadar güzel bir uyum yakalanır dedirten "Aşk Kitabı"na ve benim için ayrı yeri olan şarkılardan Malt grubuyla söylediği "Ara Sıra Bazı Bazı"ya klip çekildi.


Bu albümün başarısı, yapımcının ve Nilüfer’in yüzünü güldürmüş olacak ki, hemen klasik yola gidildi ve ikinci bir Düet albümü için el sıkışıldı. (Bu arada Nilüfer o lanet hastalıkla savaşında galip gelip, hepimizi sevindirdi). 


Albüm DMC'den, Alper Erinç süpervizörlüğünde çıkan bir albüm. Kapakta koyu kırmızı tonlar hakim ve gerçekten çok çarpıcı. Nilüfer kapakta ne kadar çarpıcı, cazibeli ve femmefatal bakıyorsa, içerideki resimlerde hep o sıcak, o sevdiğim, o naif duruşuyla bakıyor. Bu kapak tasarımı ve iç resimlerle bu albüm raflarda gerçekten çok albenili duruyor.

Albüm içerik olarak beni tatmin etmedi. Nilüfer gene gürül gürül sesiyle kulakları şenlendiriyor. Lakin düetlerin birçoğunu başarılı bulmamanın yanında, hala şarkıların ilk hallerinde kalmış olan bendeniz, bu yeni 2000'lere adapte edilmiş versiyonların içine, duygusuna giremedim. Bir de Nilüfer gibi dev bir sesin yanında düet yapma şansına erişen gruplarda genel olarak dikkat ettiğim nokta, şarkıları düzenlerken, “ben bu şarkının duygusunu nasıl verebilirim de iyi yorumlarım”dan çok, “ben burda şahane gitar çalışımı, manyak davulumu, muhteşem vokalimi nasıl dinleyicinin kulağına sokarım”a odaklanmış olmaları gibi geldi. Albümün en başarılıları tam olarak beklediğimi bulduğum VegaModelPinhani.


Bazı şarkıları gereksiz bulduğumu söylemem lazım. O kadar Nilüfer’le özdeşleşmiş şarkı varken, Mesela Agora Meyhanesi’nin, Yaşamak Ne Güzel Şey’in ya da Her Yerde Kar Var’ın bu albümde ne işleri var merak ediyorum. Bunlar yerine çok daha “Nilüfer” şarkılar girebilirmiş. Zira Agora Meyhanesi yılların sanat müziği şarkısı olarak, Nilüfer’in de bir albümünde söylediği bir şarkı. Yaşamak Ne Güzel Şey ve Her Yerde Kar Var ise, Nilüfer'in çoğunluğu cover şarkılardan oluşan Geceler albümünün Ajda Pekkan coverlarıydı. Bu yüzden Nilüfer’le özdeşleşen şarkılar değil açıkçası.



Albümün benim açımdan en başarılı düeti, tam üzerlerine dikilmiş bir kıyafet gibi olduğunu düşündüğüm Şov Yapma ile Model oldu. Şarkının havası Model'in kıpır kıpır yapısına ve genel albümlerinden Model duygusuna çok uymuş, hani eski bir şarkı bu kadar üzerine oturur. Aysel Gürel şarkıyı yaptığında Model’i düşünmüş sanki. Çok zor bir şarkı olmayan bu şarkıyı Modelce söylemeyi başarmışlar. Bence bu şarkı albümün –klip çekerler mi bilmem ama- ön plana çıkanlarından olacak ve Model konserlerinde çok keyifli bir repertuar şarkısı olacak. Albümün benim açımdan kıymetli bir diğer düeti, sesine, sözüne hasta olduğum Vega’nın nihayet yıllar sonra bir albümde arzü endam etmesi oldu ve Ta Uzak Yollardan gibi aslında çok tizlere ve peslere inen bir şarkıda Deniz Özbey Akyüz'ün sade, yormayan yorumu albümdeki can simidim oldu. Bu şarkı muhtemelen ön plana çıkmayan şarkılardan olacak ama neyse ki bağırmadan da güzel rock söylenebileceğini kanıtladıkları için bu albüme yaklaşımımda ibreyi bir tık olumluya çevirmemi sağlayacak. İşte albümün sürprizlerinden. Pinhani, Dünya Dönüyor’u gerçekten bambaşka bir forma büründürmüş, o kadar hoşuma gitti ki, Pinhani’nin yaptığı tam olarak Cover’dan anladığım şeyi veriyor bana. Şarkının özünü korurken, kendi yorumunu katabilmekten bahsediyorum. Albümün sonlarına doğru girmesi boşuna değil, bu hareketli şarkıyı alıp tek gitarla ve akustik olarak bir balada dönüştürmüşler ve söylenmesi kulak okşayıcı bir hava vermiş. Kesinlikle albümün en iyilerinden olarak Pinhani'yi beni yanıltmayarak en iyi performanslardan birine imza attıkları için teşekkür etmeli. Nilüfer de usul usul eşlik ediyor ve sesinin güzelliğine rahat rahat doyuyoruz.


Kısacası bu albüm, benim gibi eski, kemikleşmiş Nilüferseverleri tatmin etmeyen –şahsen ben sanırım bu albümü sadece arşivimde tutmakla yetinip, eski versiyonlarını bir ömür boyu dinlemeye devam edeceğim- ancak Nilüfer'i ve şarkılarını yeni nesil müzikseverlerin tanıması ve orijinallerini merak etmesi açısından faydalı bulduğum bir albüm. Bu şarkılar bizim çocukluğumuzun ve gençliğimizin şarkıları iken 2000li yılların yeni müzik dinleyicisine yeni versiyonlarıyla taşınıyor. Ama zaten amaç da bu. Biz zaten orijinalleri bayıla bayıla dinlerken milenyum çağı dinleyicilerinin beklentisini gözetmekten daha doğal bir şey olamaz. Albümü elimde tutarken Nilüfer'in ne kadar büyük bir ses ve kalp olduğunu düşünüyorum. Ne yaparsa yapsın, isterse şarkı söylemeyip öksürsün ben gene Nilüfer dinlemekten hiç bıkmayacağım sanırım. Nilüfer bu ülkenin kıymetlisidir, koruyup kollamamız lazım...


18 Mart 2013 Pazartesi

90'LAR YAZI DİZİSİ... NEREDELER (BÖLÜM 4)

Söyleşilerimiz bu hafta, "+1" GRUBUNDAN ENGİN KUDUĞ, GMG'DEN GÖKHAN KETENCİ ve "GÖNÜLLÜ YAZILDIM" şarkısıyla 90lardan beri gönüllerin prensi olan GÖKSEL ile devam ediyor.

ENGİN KUDUĞ

İki tane fıkır fıkır, kıpır kıpır genç adam televizyonlarda zıplaya zıplaya “Hatırlasana sevgiliiiim, sen hep benimdiiiin” diyerek vefasız sevgiliye eski günleri hatırlattıkları şarkılarıyla çıktıklarında sene 1998’di. Esasında müzik piyasasında söz ve müzik yazarı olarak hatrı sayılır güzel işlere imza atmış Engin Kuduğ ile Kağan Bozkaya'dan oluşan grubun adı “+1” olarak zaten yeterince dikkat çekiciydi. Bir de imajları ve şarkıları eklenince o senenin en dikkat çekici, en konuşulan çıkışlarından birinin sahibi olmaları kaçınılmazdı. Kliplerinde –ve albümün kartonetinde de- arkalarına bir gözlük markasının desteğini alarak, 90ların sonlarında fırtına gibi esmişlerdi. (O zamandan bir müzik markette kasanın yanında dizilmiş halde duran CD'lerini hatırlıyorum. Yıllar sonra benim için çok özel şarkılardan olan, Deniz Arcak’tan dinlediğimiz (keşke onunla görüşebilsem J) “Kal Deme" şarkısının Engin Kuduğ’un kaleminden çıktığını öğrenmem mutluluğumu kat kat arttırdı…) Sonrasında grup kendi yollarına gitti, tabiri caizse Engin de, Kağan da sırra kadem bastı. Ya da biz öyle sandık. Sonrasında neler oldu? Grup neden yollarını ayırdı? Şimdi neredeler? Hepsi azzzz sonra okuayacağınız, "+1" in "artısı" Engin ile yaptığım söyleşide…

T: Albüm çıkarmaya nasıl karar vermiştiniz? İlk albümü çıkarma heyecanınızı ve o süreci kısaca anlatır mısınız?

Film gibi bir başlangıç aslında, O dönemin ünlü plak şirketlerinden Raks'ın bir yapımcısıyla, Kuşadası’nda ünlü bir gece kulübünün DJ kabininde tanışıp yaptığım şarkıları ve remixleri dinlemesini sağladım. Bana İstanbul'a taşınır mısın diye sordu, eğer kabul edersem benim için bir stüdyo kuracağını ve ne ekipman istersem alacağını söyledi. Bu resmen rüya gibi bir teklifti ve tabi ki kabul ettim. Gerçekten de dediğini yaptı Levent’te bir daire kiralayıp izolasyonunu ve teknik ekipmanını hazırladı. O dönemde ben de Kağan Bozkaya ile Kuşadası’nda Heaven Bar'da sahne alıyordum. Grubumuz “+1” inanılmaz beğeniliyordu ve hafta sonları bar tıklım tıklım oluyordu. Çok güzel günlerdi. Ben hafta içi mecburen İstanbul'da yaşıyor hafta sonları Kuşadası'na uçuyordum. Arkadaşlarım beni Efes Havaalanına inen pırpır uçakta karşılıyorlardı. Çocukluğumda Türk filmlerinde gördüğüm uçağın kapısından çıkıp daha 1 adım atmadan onu karşılamaya gelen arkadaşlarını selamlama isteği egomu bu sayede alt ettim. Her şey çok güzeldi. Yapımcım bestelerimi çok sevmişti özellikle Hatırlasana Sevgilim zaten albüm olmadan tüm Ege Bölgesinde bilinip söyleniyordu. Bodrum'da Kenan Doğulu'nun bile söylediğini söylemişlerdi. Fuat Güner'in stüdyosunda albüm yapıldı,  Koray Kasap tarafından fotoğraflar çekildi. Top Ten firması sponsor oldu. Dönemin ünlü yönetmeni Erhan Ceyhan klipleri çekti.

T: 90lı yıllardan hala akıllarda kalan bir isim olarak, albüm yapmama nedeniniz neydi? Kendi tercihiniz miydi? Ya da müzik sektöründeki şartlar mı buna neden oldu?

Albümün tanıtım aşamasında ne yazık ki askere gitmem gerekti. Her şey çok güzel giderken Kağan albümün ve grubun tanıtımını tek başına üstlenmek zorunda kaldı. Ne yazık ki sevgili arkadaşım şeytana uydu ve albümü sanki sadece onunmuş gibi tanıttı. Geçmişe dayalı 10 senelik arkadaşlığımızı hiçe sayarak albümün gerçek sahibinin ismini anmayıp bunun bir Kağan Bozkaya albümüymüş etkisi yaratmaya çalıştı. Halbuki albümdeki tüm eserlerin düzenlemeleri, besteleri sözleri ve müzik direktörlüğü bana aitti. Bunlar yaşanmamış olsaydı askerden döndüğümde halen arşivimde duran bomba gibi şarkılarla Grup +1 hala yaşıyor olacaktı.

T: Albüm sonrası dönemde neler yaptınız? Müzikle bağlantınız nasıl sürdü? Şahsen ben bir dönem her daim gözümüzün kulağımızın önünde olan sanatçıların albüm yapmadıkları, bildiğimiz bir sahne çalışması olmadığı dönemlerde neler yaptığını öğrenmek üzere yazıyorum biraz da bu yazıyı.

Askerden döndükten sonra Hülya Avşar, Demet Akalın, Işın Karaca, Orhan Gencebay, Deniz Arcak gibi isimlere bestelerimi vermeye devam ettim, sonuçta ben şarkıcıdan çok besteci tarafıma önem veriyorum. İzmir Hilton'da 3.5 sene sahne aldım bu dönem çok keyifliydi. Extralara gitti, bazı elit kulüplerde şarkı söyledim. Alkol ve sigara bana çok itici geldiği için gece sahne almayı ve sarhoş eğlendirmeyi bırakmayı tercih ettim. Şu anda "Kişiye Özel Beste" platformumla ilgileniyorum. Bu Türkiye'de henüz çok az bilinen fakat önü açık çok güzel bir meslek. Bundan çok keyif alıyorum. Bu hizmetim sayesinde çok ekonomik rakamlara sevdiğiniz kişinin ismine özel beste yaptırtabiliyorsunuz.

T: Hala akılda kalmış işler yapan ve uzun süredir albüm yapmamış olmasına rağmen hala şarkıları hatırlanan bir grup olarak, bugünün hemen tüketilen müzik ortamı ve profiline nasıl bakıyorsunuz? Sizce neydi sizi farklı kılan, neydi şarkılarınızı yıllardır eskimeden sürekli gündemde tutan?

Belki de 80'lerin ruhunu taşımasıydı. Şu an yaptığım besteler de yine aynı şekilde bir parça 80'leri yaşatıyor. Bunu seviyorum. Bugünün müziklerine değinmem gerekirse, Bilgisayarlardaki müzik programlarında artık şarkılar neredeyse hazır. Aranjör neredeyse bir kaç montajla size bitmiş eser verebiliyor. Sesin güzelliğinin bir önemi yok çünkü tüm hatalı okumalar bir kaç rötuşla düzeltilebiliyor. Detone olmak tarihe karıştı. Geriye kalan sadece akılda kalıcı bir kaç cümleden oluşan

T: Hala albümünüzü dinleyen ve o zamanların şimdiki zamanlardan çok daha güzel olduğunu düşünen dinleyicilerinize bir mesajınız veya –umarım yeni çalışmalarınızın müjdesi veya sizi canlı izleyebilecekleri bir program var mı duyurmak istediğiniz?

O zamanlar daha güzeldi diyemeyeceğim. Güzel beste yapmanın özel bir dönemi olacağını düşünmüyorum. Tek gerçek 12 adetten oluşan sesten milyarlarca beste yapılmasının zor olduğudur. Mutlaka belli bir miktardan sonra besteler birbirine benzeyecektir, andıracaktır ya da birbirinden esinlenecektir. 60'larda yapılması gereken bir beste belki de gerçek yaratanını bulamayıp 2000'lerde yazılacaktır kimbilir... Sponsor ayarlayabilirsem, çok  farklı formatta, izleyicilerden gelen sözlerin 1 hafta sonra beste olarak dinleyebilecekleri bir televizyon programım olabilir.

T: Çok teşekkürler ederim bu söyleşi ve güzel şarkıların için, şunu hep hatırla, sen ve şarkıların hep bizimsiniz...

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

GMG GÖKHAN KETENCİ


 1996 yılında Türk Müzik piyasası yepyeni bir grupla tanıştı. Bu pöti kare pantolonlu, ellerinde enstrümanları, “aşkını kurtlara sakla be haspammm, sen bana ceza mısın?” diyen 3 genç, çok farklıydı, heyecan vericiydi, üstelik de enstrüman da çalabilen müzisyenlerdi. Velakin 1996 yılında Sony Müzikten çıkan Biz Buyuz albümlerinde bile farklarını yansıtıyorlardı. Onlar neşeli şarkıları, değişik kıyafetleri ile aynı zamanda imaj denilen olguyu da müziğe yediriyorlardı. Grup şu anda her biri müziğin farklı dallarında hala aktif olarak çalışan Gökhan Turan, Mehmet Çelik ve Gökhan Ketenci’den oluşuyordu. İki sene süren ilk albüm fırtınası 1999 yılında Türkiye’nin bir ağızdan söylenen marşı haline gelen “Türkiye” marşıyla doruğa ulaştı. “Tüm yolların sonunda, damarımda kanımda, kalbimin ortasında, Tür-Ki-Ye” diye çağıldadık o sene ne zaman milli bir etkinlik olsa, özellikle Türkiye’nin başka ülkelerle oynadığı maçlarda filan.

Derken bir rüzgar esti ve bu üçlü’den ses seda gelmez oldu (bunda bir TV programında Mazhar Alanson’un grup hakkında söylediği ve sanırsam kafası iyiyken sarf ettiği sevimsiz cümleler etkili oldu mu bilinmez, ama hayır bu söyleşide o konuya girmeyeceğim sayın postdaş! :) ). Yıllar içinde yolum önce Mehmet Çelik’le kesişti ve onun da sayesinde Gökhan Ketenci ile tanışma imkanı buldum. Bu röportaj komple bir ekip işi yani sayın postdaş!
 Grup zaten komple müzisyenlerden oluşuyordu ve her müzisyen bir gün kendi albümünü raflarda görmek ister. Gökhan Ketenci “Albüm yapmaya çok küçük yaşlarda karar verdik,besteler yaptık Fuat Güner'e dinlettik.Bu süreç baya uzun sürdü,daha sonra Fuat abi "hazırsınız albüm yapmaya" dediği gün işin ciddiyetini anladık” diye özetliyor süreci.

İlk albüm 96 senesinde Sony Müzik'ten, 2.albüm ise 1999 yılında BayMüzik'ten çıktı, böylece 90'lı yıllarda 2 albüm sahibi oldular. Ama bu adamlar içlerindeki müzik enerjisi taşan adamlar :) Velakin çok fazla proje ile uğraşıyorlar, öncelikle benim de birkaçına gittiğim çok keyif aldığım Kent Orkestrası ile konsept konserler veriyorlar. Şu anda bir yandan konserlerine devam ederken, bir yandan çeşitli müzik aktivitelerinde çalıyorlar, albümlere prodüktör ve enstrümantalist olarak destek veriyorlar; Ketenci, “Albümlerden sonra sayısız albümde GMG imzasını görebilirsin, hem brass hem vokal olarak sanatçı dostlarımıza destek verdik, sahnede de sayısız sanatçı arkadaşlarımızla çalıştık. Şu anda ayrı ayrı çalışmalarımızı sürdürüyoruz, yani GMG olarak beraber değiliz bireysel işler yapıyoruz. Gökhanlar olarak :) diyor. Takipçilerinin seveceğini umduğu 4 – 5 bitmiş albüm olduğunu ve bunları sırasıyla yayınladıktan sonra son olarak kendine hazırladığı bir albüm olduğunu ve onun da sırada beklediğini belirtiyor ve takipte kalın, diyor. Beklemeye devam o halde. :)


GÖNÜLLÜ YAZILDIM GÖKSEL
 

Pırıl pırıl bir ses, güzel yüzlü bir genç, “Gönüllü yazıldım sana ve aşkına” diye sevdiğine seslendiğinde sene 1996 idi. Bu şarkı o zamandan bu yana öyle bir kült haline geldi ki, zamanla Göksel’in yüzünü unutanlar bile şrakıyı duyduğunda “aaa… hakkaten o şarkı çok iyidir” diye söylemeye devam ettiler. Sene 2012, hala söylüyoruz. Bu gencecik bir sanatçının başarısıdır. Şimdi o sanatçı, sadece bu röportajı yaptığım isimlerden biri değil, zaman zaman yazdıklarıyla da arkadaşım olmasından gurur duyduğum bir kişi oldu. Göksel Kılıçlar, bu yazının konusu.

Göksel’e göre müziğe duyduğu ilginin sahneye çıkmasını sağlaması planlamadığı bir şeymiş, en azında o ön planda olmayı düşünmemiş, ancak kadere çok inanıyor bu konuda. ”Elbette heyecanlı bir durum.İnsanların karşısına çıkmak ve şarkı söylemek nasıl heyecanlandırmaz ki insanı..Acemi bir ruh ile müzik sevgisinin yoğrulması sonucu ortaya çıkan bir çalışmaydı.İyi ki yapmışım dediğim ve yaptığım için hiç pişman olmadığım bir albümdü "senden kalan" diye anlatıyor Göksel.

Bir gün hayatımıza Gönüllü Yazıldım ile kıvılcımlar çaka çaka giren Göksel, sonra 2007 yılına kadar derin bir sessizliğe büründü. Plakçısı ile yaşadığı sorunlar, plakçısının albüm yapmasını, sahne yapmasını ve televizyonlara çıkmasını anlaşma yolu ile engellemesi ve bunların üzerine kendini bu dünyaya adapte edememesi –bunu müzik piyasası için fazla saf ruhlu biriyim sanırım, diyerek açıklıyor- Göksel’in uzun süre göz önünde olmamasına yol açmış. Öte yandan, hala Gönüllü Yazıldım gibi bir şarkıyla hatırlanmaktan memnun. “Özellikle "Gönüllü Yazıldım" pop müzikte klasik diye anılıyor internette. Beni bilmeyen olsa da, şarkıyı mırıldandığında büyük bir kesim hemen eşlik ediyor. İşte bence başarı bu” derken, başarısında çok büyük emekleri olan bir diğer üstadı (ki ayrıca o da başka yazının konusu olmalı muhakkak) Tansel Doğanay’ı anıyor. “Tansel Doğanay’ın harika düzenlemesi ile kattığı ruhu da asla es geçemem."Senden kalan" albümünde gerçekten çok emeği var. Bu camiada tanıdığım ender iyi kalpli, paradan önce müzik düşünen tam bir müzik adamı. Ne kadar teşekkür etsem azdır kendisine” (Söylemeden geçemiycem sevgili postdaş, ben de katılıyorum Göksel’in söylediğine, Tansel Doğanay gibi müzik ustaları sayesinde müzik dinleyebiliyoruz diyebiliyoruz!!!)

Göksel çeşitli nedenlerle müzik piyasasından uzak kalmış gibi göründüğü dönemde aslında müzik çalışmalarını hep sürdürmüş.Yaptığı iki albüm gene plakçısı ile yaşadığı sorunlar yüzünden çıkmamış. Sahne de alamamış o dönemde. Kendi dışında gelişen olaylar nedeniyle, promo CD’leri radyolara dağıtılmış albümleri bile çıkaramamış. Bu dönemde kendini ifade edecek mecralar da bulamamış, zira anlaşmalar nedeniyle Göksel ciddi bir yükümlülük altındaymış, Göksel o süreci şöyle anlatıyor: “Her çabam sanki aramızda sebebini bilmediğim husumeti çoğaltıyordu. Televizyonda bir dizide bile oynayamazsınız, her şey anlaşmalar ile bağlanmış. Başta inatla çabalasam da sonraları pes ettim. Ama müzikten, üretmekten asla kopmadım kendi dünyamda. Ve internete baktığımda kendimle ilgili yazılara hep güzel şeyler duymak beni mutlu ediyor bu kadar engele rağmen. Demek ki samimi yapılan işler asla unutulmuyor.”

Peki neydi Gönüllü Yazıldım Göksel’in bu şarkıyla, üstelik göz önünde değilken bile bu kadar hatırlanır yapan? “Bence samimiyet ve düzgün bir yaşam profili çizmem buna sebep oldu. Ben camianın insanı değilim aslında. Burada var olmak için kurnaz ve insanların üstüne basmayı bilen bir yapınız olmalı. Ben aksine naif, iyiliğe inanan ve çıkarlarından önce insanı gözeten bir yapıya sahibim. Bu halde ilerlemek bu sektörde zor” diye yanıtlr Göksel.

Bir yandan da sektöre eleştirisini getiriyor. Ona göre kalıcılık, paradan öne müzikal üretilebilirliği ön plana almak, seneler sonra da hatırlanacak şarkılar yazmak. “Popüler olmak ile sanatçı olmak arasındaki fark çok fazla..Bence olayın anahtarı da burada gizli. Müzik. Üreten için asla para değeri taşımamalı, eğer para öncelik olursa işte o dediğiniz hemen tüketilen "ucuz" şarkılar çıkıyor ve sektörü de ucuzlaştırıyor. Benim hatırlanmamı sağlayan bence samimiyetim ve şarkılarımdaki yalın yormayan herkese hitap eden dildir.”

Kendisini sevenlere selamlarını iletiyor ve sosyal medyada kendisine pek çok kişinin ulaştığını belirtiyor. Yeni şarkılar yaptığı bir dönemde, en çok istediği şey de bu destek. Yeni işlerini yeni yollarla duyurabileceğini ve İnternetin bu konudaki gücünü keşfetmiş. Yeni şeyler yapmayı çok istediğini ve bunun da desteksiz olamayacağını dile getiriyor. Bir de sevenlerine, dinleyenlerine bir mesajı var: “Alkış çok değerli bir şey lütfen herkesi alkışlamayın. Hak eden kim ise onlara bu ödülü verin. Siz alkışlamazsanız kötü işler çok fazla var olamaz.Tercih ve güç hep dinleyicidedir.Fakat magazin ve medyanın yönlendirmesi ile bu güç bir şekilde kontrol ediliyor.O yüzden bu gücünüzün farkına varın diyorum. İstediklerinizden vazgeçmeyin alkışlayın,istemediklerinizi ise alkışınızdan mahrum bırakın,prim vermeyin” (Çok doğru bence. Bu kadar manipülasyonlu bir müzik dünyasında, o kadar çok uyduruk şarkı çok satan olarak lanse ediliyor ki, bir süre sonra kulaklar alışıyor ve beğendiğimizi düşünmeye başlıyoruz. Bu arada sayın postdaş, off-the-record, aşkın şike şike diye sözleri olan bir şarkı benim için müziğin bittiği noktadır!!)

Son sözü Göksel söylüyor: “Benim şarkılarımı gönüllerine yazıp bana bir iz bırakma şansı veren herkese binlerce kez teşekkür ediyorum.Şarkıların büyülü havasında tekrar beraber şarkılar söylemek dileğiyle”.

 “Gönüllü Yazıldık” sana Göksel, ama bu hasretlik canımıza yetti! :)


---DEVAM EDECEK---