AYLİN ASLIM - ZÜMRÜDÜANKA
Sevgili postdaşım, geçen haftanın benim açımdan
en güzel albüm haberi her yaptığı işi büyük keyifle takip ettiğim ve geçen
aylarda hakkında yazı da yazdığım Aylin Aslım'ın yepyeni 4. albüm haberi oldu.
Aylin Aslım, müzik camiası içinde benim "öksürse albümünü alırım"
dediğim iki üç kişiden biri olmuştur hep, zira kendi şarkı ve sözlerini
yazmasının yanı sıra, başka söz yazarı ve bestecilerden aldığı şarkıları da
Aylince okuyabilmesi benim gözümde komple müzisyen yapar bir insanı, albümünü
aldırır. Bir de sahne duruşu, hayata karşı radarlarının açık olması gibi gibi
birçok faktör var Aylin Aslım'ı sevmem için. Bu yüzden albümün müjdecisi olarak
önceden sunulan –Teoman’ın müziğe verdiği arayı çok şık bir düetle
sonlandırdığı- "İki Zavallı Kuş"u dinlediğimde nasıl bir albüm
geleceğini az çok tahmin ettim. Nitekim yanılmadım da.
Sarp Özdemiroğlu prodüktörlüğündeki albüm Sony Music etiketiyle, 8 Mart Dünya kadınlar
gününde çıktı ve ben de çıktığı gün müzik marketin yolunu tuttum. Albümün adı
Zümrüdüanka, teşekkür kısmında Zümrüdüanka efsanesini anlatıyor Aslım:
“Zümrüdüanka (Simurg): Farsça “si”, “otuz” demektir, “murg” ise “kuş”.
Simurg’un yuvasını bulduklarında öğrenmişler ki, simurg "otuz kuş"
demekmiş. Onları hepsi Simurgmuş. Her biri de Simurgmuş. 30 kuş anlar ki,
aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.”
Albüm bu temaya çok uyuyor,
zira albümde Aylin Aslım’ın kendi içine yaptığı yolculukların izleri var
şarkılarda. Müthiş bir kan uyuşması yaşadığı albümün diğer söz yazarı-bestecisi
Övünç Dan birlikte, ortaya tam bir Aylin portresi çıkıyor. Aylin'in dışardan
gördüğünü, Dan içeriden tamamlıyor sanki.
Şarkılara tek tek geçmeden
önce, albüm hakkında genel izlenimimi belirtmek isterim. Albümün genelinde gri
tonlar hakim. Bu albümün biraz bulutlu olduğunu hissettirmişti bana daha ilk
bakışta. Bulutlu derken, mutlu aşk şarkıları beklemeyin anlamında söylüyorum.
Bu albüm, tozpembe aşkların albümü değil. Daha ayakları yere basan, olmuyorsa
olmuyor, kardeşim, zorlamanın anlamı yok, tarzında, nerede olduklarını bilen,
nerede durduklarının farkında olan aşkların albümü. Çokça kişisel, ama bir o
kadar da sahici. Aslım'ın şarkılarını güzel yapan esasında laf salatalarına,
kahredici aşk çemkirmelerine başvurmadan derdini anlatabilmesi. Bu yüzden insan
dinlediğinde yaşadıklarını hatırlayabiliyor, ya da böyle bir şey başına gelse
neler hissedebileceğinin empatisini kurabiliyor. Aşk gibi ayrılık da gerçek
duygular üzerinden anlatılıyor. İnsan yabancılık çekmiyor şarkıdaki kadına (ya
da adama).
Albümün söz-müzik yükünü
Aylin Aslım’la beraber yüklenen Övünç Dan çok güzel bir kimya yakalamış ve
albümü kimbilir kaçıncı kere dinledikten sonra “benim şarkım” olarak
belirlediğim Ölünür De gibi bir
şarkıyı Aylin Aslım'ın sesinden bizlere hediye etmiş. müzik Bu şarkı albümün ikincisi
şarkısı olmalı, kesin ve net! Bu şarkıyı kulaklıkla disk çalarımda ilk
dinlediğimde, Aylin Aslım sanki yanımdaymış da benimle sırrını paylaşıyormuş
gibi hissettim. Sanki Aslım odadaydı ve benimle konuşuyordu. Zira sesi öne
çıkarıp enstrümanları geri planda bırakarak başlayan şarkı, bir dertleşme
şarkısı gibi geldi bana. Başka bir etkiledi beni. Şarkı başlarken ve biterken
sadece Aylin Aslım'ın vokaline kendini bırakmış, ancak bu etki disk çalardan
dinlerken daha yoğun hissediliyor. Albümde dev çınar Aysel Gürel’in sözlerini
yazdığı ve Atilla Özdemiroğlu’nun müziğini yaptığı Sezen Aksu klasiklerinden Hasret yorumu ile albümün teması
tamamlanıyor. Bilen bilir, bu "cover” denilen "yeniden yorumlama”
işine hep mesafeli yaklaşırım. Çünkü kendi sanatçısının sesinden dinlemeye
alıştığımız bir şarkı, başka seslerde hunharca katledilir ve başarılı örnekleri
çok azdır. Bizim müzik sektörü cover olayını henüz çözememiş olduğundan ve
cover'ı bilinen şarkıların üzerine iki gitar rifi atıp, bir de basları açarak yeniden
söylemek sandığından, bu girişimler ben de hep hüsran yaratır, özellikle benim
başucu şarkılarıma yapıldığında. Gelin görün ki, Aylin Aslım’ın yeniden
yorumlamayı seçtiği bu şarkı, bu albümün konseptine öyle iyi oturmuş ki,
olmasaymış eksik kalırmış sanki albüm. Öyle bir bütünlük sağlamış genel
hikayeye ve cover gibi dinlemedim bu şarkıyı, yeni sıfırdan bir şarkıymış
izlenimi uyandırdı bende. Sezen Aksu’88 albümünde kendi halinde sessiz ve
derinden giden ve aslında çok da yüzeye çıkamamış bu şarkı, yükselmiş yükselmiş
ve gümbür gümbür bir rock baladına dönmüş.
Teoman’ın müziğe verdiği
molanın geri dönüşü enfes bir düetle oldu. Bu düet meselesi benim müzikte
hoşuma giden konulardan biri, frekansları ve sesleri birbirine uyan iki
müzisyenin ortaya çıkardığı müzik hakkaten tadından yenmiyor. Daha albümün
açılışında rock şarkılarda bayıldığım yaylı introları ve geçişleri ile beni
baştan nakavt ediyor, kendimi albümün gidişatına bırakıyorum. "Sonumuz
böyle olmayabilirdi, kör olmasaydık eğer" diyen Aylin'le "Ademle
Havva olabilirdik, cennet olsaydı eğer” diyen Teoman sanki birbiriyle yüzleşen
iki sevgiliyi başarıyla canlandıran
bilhassa Teoman’ın bağırmadan, yormadan söylediği zaman ne kadar güzel
dinlenebileceğini de gösteriyor bu şarkı. Şarkı da artık kurtarılma aşamasını
geçmiş, bitmiş aşkın bittiğinin kabullenilişi var, ancak bu bitiş tarafların
birbirlerinin gözünü oymak istediği bir şiddet duygusuyla değil, benim çok
eskilerden hasretle andığım o güzel şarkılardaki medeni ve incelikli bir
kabulleniş şeklinde ve böyle "sevdaya dahil” ayrılıkların şarkısı olmuş.
Bence bu düet son on yılın en başarılı düetlerinden biri İki Zavallı Kuş.
Küçük Bey
albümün en sert ve hareketli şarkısı. Bu şarkı albümün genel melankolik
havasını dağıtıp şöyle bir sarsıyor. Gaza getirici bir temposu ve konserlerde
muhteşem olacağını düşündüğüm deli bir enerjisi var. Bu şarkı her ne kadar bir
aşka yazılmış gibi görünse de -hayattan bezmiş kadın, "o"nunla
karşılaşır ve hayatın aslında o kadar da kötü olmadığını fark eder,
"o"nunlayken dünyanın en güzel kızı, en mutlu kızıdır- ben bu şarkıyı
aşktan öte bir anlamda yorumladım. Hani hayattan yorulduğumuzda hepimizi tutup
ayağa kaldıran ve yaşama gücü veren biri vardır ya, işte o birine bir selam
çakıyor gibidir. Karayken kalbimiz, “Bugün de ölmedim” dediğimiz noktada,
omzuna yaslandığımız ve bize her şeye rağmen hayat güzel dedirten kişilere
saygı duruşu gibi. Hatta bir çocuğa bile yazılmış olabilir izlenimi uyandırdı
bende. Albümün genel havası içinde ayrı bir yerde duruyor bu şarkı.
Albümde müziği kadar
sözleriyle beni etkileyen ikinci şarkı, albüme de adını veren Zümrüdüanka. Gene melankoliye dönüş
yapan bu şarkıda, onu bırakan –ama şarkının sözlerinde yoğun olarak hissettiğim
duygu olarak, öldüğünü düşündüğüm- sevgiliye ulaşma çabasında adım adım eriyen
bir kadının buna inanmazlığı, kabullenemeyişi var.“Sen sonsuz sevgiyi vaat ettin, "Cennet benimle” dedin adımı
söyledin, Sonra bu dünyaya bıraktın gittin, bunca yıl her acıyı yukarıdan
seyrettin” sözleri bunu doğrular nitelikte. Ve şarkı çok uzatmadan
tekrarlara çok girmeden diyeceğini deyip bitiriyor. Hayal kırıklığı, umutsuzluk
ve umut genel teması şarkının, zira kadın bunu aşma yolunda istekli, “aç kanatlarımı, yeniden doğmayı öğret”
diyor ve anlıyoruz ki, kadının yaptığı şey aslında –albümün genel temasına
uygun olarak- kendine yolculuk, hayata yeniden dönüş, o giden –ya da ölen-
sevgiliden güç alarak yaşama tutunmak…
Albümün başka bir düeti,
yaptığı işleri çok cesur bulduğum -bir klibine mastürbasyon sahnesi koydurmak gibi-
ancak ne tarzına ne sesine alışabildiğim Cem Adrian ile birlikte seslendirdiği Af. Cem Adrian hakkında böyle
düşünmekle birlikte, bu düetteki uyuma şapka çıkarmamak mümkün değil. Hele o
melodiler arası diyaloglar. Sanki arka fonu Af şarkısı olan bir kısa metraj
film izliyormuşum gibi oldu, kulaklığımdan yayılan sesleri gözüm kapalı
dinlerken. Şarkılarda günlük yaşamdan ayrıntılar, günlük yaşam diyaloglarından
serpintiler her zaman çok hoşuma gitmiştir. Yıllar sonra karşılaşan
sevgililerin o karşılaşma anı, o sahne gözümde o kadar net canlandı ki,
şarkının gerçekçiliğini daha da bir hissettim. Orda yıllar sonra karşılaşan
sevgilileri gördüm, ya da bir filmde buna benzer izlediğim bi sahne geldi
aklıma. Sanırım bu şarkı benim sanırım Cem Adrian ile düşüncelerimin pozitife
kaymasında önemli bir rol oynayacak. Ayrılıklardan sonra karşılaşmalar da her
zaman tatsız olmak zorunda değil, hele ki ayrılıklar birbirinin yüzüne bakmayı
imkansız hale getirecek nedenlerden olmadıysa. Ayrılıklara yaklaşımım da budur
benim aslında. Yaşanan yaşanmış biten bitmiş ama ne olursa olsun bir selamı çok
görmemeli insan ayrılsa bile, sonuçta ortada bir süre beraber paylaşılmış bir
hayat var. Bu şarkıyı benim aşk, ilişkiler ve ayrılık hakkındaki düşüncelerime
paralel unsurlar içerdiği için ayrı bir sevdim.
Zeki Müren’e ve Müzeyyen
Senar’a selam eden İşte Sana Bir Tango,
albümün hareketlilerinden ve bir rock müzisyeni olarak, başka bir türün dev
seslerine şarkısında yer veren ve sözlerinde bazı sanat müziği şarkılarının
dizelerine –“Bu gece benim gecem (Agora
Meyhanesi)", “O yar benim kime ne
(Haydar Haydar)” göz kırpan Aylin Aslım’ın bu vefası da ayrı bir güzellik.
Şarkı rock-tango diye yeni bir tür yaratmış desem yeridir. Bu sentez çok leziz
ve enerjik olmuş. Şarkı kişinin kendisiyle dertleşip geçmişten kurtulup yeni
başlangıç kararları almasını konu alıyor. Bir gece bir masada kendimizle
hesaplaşıp takkeyi önümüze koyup dünyayı kimbilir kaç kere kurtardığımız, bir
dolu karar aldığımız gecelerde hissetiklerimize dair.
Albümün kapanış şarkısı Usta, aslında tanıdık bir şarkı. Bundan
bir iki sene önce yayınlanan Küçük Sırlar dizisinde dinleyip bayıldığım Ah Bazı Sırlar, albümde köprü kısmı ve
yer yer A kısmı dışında yepyeni sözlerle ve Usta adıyla albüme girmiş. İçimden keşke o sözlerle girseymiş
dedim, ama sanırım o konsept için yazılmış sözler bu albüme uymaz diye mi
düşünüldü artık, yeni sözlerle karşımızda. Şarkı hayatı sorgulayan bir şarkı.
"Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir"
demiş ya John Lennon, bu şarkı da insan hayatının çeşitli evrelerinde hayatın
gözümüze göründüğü halini ve gerçeklerin farkına varıldığı zamanki ruh halini ve ne
yaparsak yapalım hayatta hep acemi kalacağımızı anlatıyor, belki bunun
ironisidir “Usta”. Dizi versiyonu da aşağıda:
Son söz:
Sonuç olarak ben 2013 yılı
albümümü buldum. Aylin Aslım bizi kendine hasret bıraktığı 3 buçuk yılda
biriktirmiş, saklamış, işlemiş... Bu müzik piyasasında numune olarak saklanması
gereken, el üstünde tutulması gereken bir isim Aylin Aslım ve dinledikçe daha
da içinde kaybolacağınız bir albüm Zümrüdüanka… O şarkıların her birinde siz
varsınız aslında, albümü "tam beni anlatıyor” düşünceleri eşliğinde
dinlerken –sizin adınıza- duygularınızı dile getiren Aylin Aslım gibi bir
müzisyenle aynı dönemde yaşadığınız için kendinizi şanslı sayacaksınız.
Dipnot: Benim için önemli
bir ayrıntıyı belirtmek istiyorum. O da albüm kapağının plastik kutuda olması. Müzik
yapımcıları, ucuza kaçmak için uydurdukları, son derece kalitesiz olan, bir
süre sonra yırtılan, yıpranan, rengi kaçan, dayanıksız dijipak denilen karton
albüm kartonetlerine rağbet gösteredursun, Aylin Aslım’ın albüm kutusunu
plastik kutuda piyasaya sürenlere de teşekkür etmek isterim. Zira çabuk
yıpranan kartonetlerin aksine plastik kutu hem saklama kolaylığı açısından, hem
de kartoneti ve CDyi koruma açısından, o dijipak kartonlardan çok daha
kullanışlı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder