90LARIN YABANCI DİZİLERİ
Sayın ve sevgili postdaşım,
90’la konusunda yazdığım ve yazacağım şeyler bitmez, bu 3
bölümlü yazı da 90’ları hem kişisel olarak benim için önem taşıyan yanlarını
hem de tarafsız olarak o dönemde moda olan ve aklıma gelen şeyleri yazdım.
Tabisi daha düşünülürse neler neler daha bulunur, ancak şimdilik bu üçüncü
bölümle bu bölümü bitiriyorum. Bu bölümün konusu da 90’lı yılların yabancı
dizileri.
Bahsedeceğim ilk dizi aslında tam 90’lar dizisi değil, ancak
90’larda Türkiye’de fenomen olduğu için bahsedilmesi gerekiyor. Tabi ki Yalan
Rüzgarı’ndan bahsediyorum. Bilmeyenler için not (bilmeyen var mı ki?) bu dizi
1973 yılından beri yayında ve yıl 2013 biz de yayınlanmasa da hala var!! Bu
dizideki karakterler babadan oğla anadan kıza şeklinde 40 yıldır bir devinim
içinde bitmiyor bilader! Hayali bir Genoa City adlı kentte, birbirine rakip iki
şirketin sahipleri ve aileleri arasındaki aşk, entrika ve ilişkiler ağı
şeklinde, aslında çok da basit olan bir konu üzerine 40 senedir devam etmek
başarıdır nereden bakarsanız bakın sayın postdaş. Bu dizinin enim
yetişebildiğim döneminde birbiriyle ilişkiye girmemiş ve/veya evlenmemiş hiçbir
karakteri kalmamıştı. 90’larda Türkiye’de o kadar meşhurdu ki, ATV’nin yeni
sezon açılışında karakterlerden Nicky, Victor, Ester ve Lauren konuk olarak
Türkiye’ye gelmişti. Bir dönem Kertin Çenslır, Cil Ebıt, Eşli, Deni ve sarışın
güzel Krikıt, Nina, Lorın Fenmor, Bred ve Tıreysi, Can Ebıt, Cek Ebıt denince
akan sular durur, herkes bunları büyük bir sevgi ve hayranlıkla takip ederdi.
Yıllar içinde bunların çocukları oldu, büyüdü çocukları oldu, o çocuklar da
büyüdü ve onların da çocukları oldu… Bu dizide ilişki yaşayacak kimse
kalmadığında, bu diziye alternatif “Cesur ve Güzel” diye bir dizi daha başlayıp
diziler arası geçişin ilk örneklerini yaşattılar. Yalan Rüzgarı’nda kendine
zevce bulamayan, buradaki karakterlerle ilişki kurdu. J Bu dizinin yıldızları
arasından Michael Damian’ın –nam-ı diğer Danny Romalotti- 1998 yılında
Türkiye’ye gelip Pınar Aylin’le düet yapmışlığı var. 1973 yılından bu yana
aralıksız yayın yaptığı için bir nevi “dünya” dizi tarihine geçmiş olan bu
dizide karakterlerin gerçek adlarını hala bilmem, onlar hep bizim için
viktırdır, nikidir, lorındır… Bir şehir efsanesine göre, bu karakterler de o
kadar uzun süredir aynı roldeler ki, kişilik problemi yaşayanlar filan
oluyormuş. Bir oyuncu yaşlanıp da artık diziden ayrılak zorunda kalırsa, yerine
oğlu geçiyormuş filan. Bu arada ben bu oyuncuların başka işlerde rol
aldıklarına da pek tanık olmadım J. Aradan birkaçı işte, mesela viktır Titanik’te kısa
bir rolde oynadı, Lorın’ın yalan rüzgarından önce bir korku filminde
oynamışlığı olduğunu biliyorum, hatta izlediğimde oha laan lorın başka bir
filmde oynamış diye şaşırmışlığım da var. Michael Damien zaten şarkıcı da aynı
zamanda, ama diğerleri sanırım bu dünyaya Yalan Rüzgarı’nda oynamak için
gelmişler… bir insanın 40 yıl boyunca başka hiçbir rolde oynamamasını başka
türlü değerlendiremiyorum. İnsan Truman Şov kompleksine kapılır yahu! Bir de
jeneriği ve ünlü jenerik melodisi vardır ki, aşağıda izleyeceksiniz, sırf o
jeneriği bile efsane olan tek dizidir! (VE HALA DEVAM ETMEKTEDİR! VE KATRİN
ÇENSLIR-Şu an 84 yaşında-HALA OYNAMAKTADIR!)
(Bir not: Belirtmeden geçemiycem, bir dizi ismi ancak bu kadar güzel yerli versiyonuna oturtulur. Dizinin originali the Young and the Restless, yani "Genç ve Yerinde Duramayan" ancak bunu Y ve R harfleri tutsun diye Yalan Rüzgarı olarak yayınladılar, ve dizinin entrikaları düşünülünce sırf baş harfleri uysun diye uydurulmuş bir isim bir diziye ancak bu kadar uyabilirdi!)
CESUR VE GÜZEL’e gelirsek, yukarıda bir cümlede değindiğim
üzere, bu dizinin Yalan Rüzgarı’na alternatif olarak, Yalan Rüzgarı’nda
eşleşecek kimse kalmadığı için yaratılmış bir dizi olduğuna dair şüphelerim hep
var! Zira 1987 yılında ilk kez yayınlanan ancak esas popülaritesini 90’larda
yaşayan dizide, konu aşağı yukarı aynı, karakterler aşağı yukarı kişi olarak
değil ama yapı olarak aynı, üstelik Yalan Rüzgarı’ndan da oyuncular sık sık bu
diziyi ziyaret edip, buradaki karakterlerle aşna fişna yapıyorlar filan. Bunda
da Moda dünyası ana tema. Forıstırların başından geçen aşk, entrika ve ihtiras
dolu duygular (Vaauuvv) dizinin ana teması. Erik Forıstır, Buruk, Sıtefani
Forıstır ve Riç başlıca karakterlerdi. Bunların zengin ve lüks yaşamlarına
bakıp erkekler Buruk’a kadınlar Riç’e aşık olur, bir türlü ilişkilerinde bir
düzen tutturamayan Buruk ve Riç’in hallerine kâh sevinir, kâh üzülürdük.
Star’da yayınlandı uzun yıllar ve Yalan Rüzgarı kadar olmasa da hatrı sayılır
yıllar boyu yayında kaldı. Hala yayında mı bilmiyorum ama en son ana
karakterlerden birinin “yirmi yıl” sonra diziden ayrılmaya karar verdiğini
okumuştum birkaç ay önce. Seli rolünü oynayan oyuncu ise-kabarık saçlı hatun- 6
sene önce sizlere ömür olup diziden ayrılmak zorunda kalmış. Bu dizi zaman
zaman bizde de yayınlandı, şu an yok, tüm dünyada yayınlanmaya devam ediyor
ama.
HAYAT AĞACI deyince orda durmak lazım. Dizi 90’ların hemen
başında fırtınalar estirse de fazla uzun ömürlü olmadı, olamadı… Dizi üç
kuşağın birbirleri ile olan ilişkilerini, entrikalarını ve bağlarını
anlatıyordu. Siyahiler ile Beyazlar arasındaki bu aile kuşakları arasında zaman
zaman bazı ırkçı göndermeler dizinin sonunu getirdi aslında.Biraz da kopyayla
dizinin konusunu anlatayım da hatırlayın: Yıllar önce Vitmorlar'ın
malikanesinde kahyalık yapan Vivian Potter'in kızı Rut, Henri Marşıl'la
evlendikten sonra üniversiteye girmiş ve kocasına her konuda sağladığı destekle
çok zengin olmuştur. Hayatı boyunca kurduğu en büyük hayali gerçekleşmiş, o da
tıpkı annesiyle birlikte sığıntı gibi yaşadığını düşündüğü Vitmor malikanesi
gibi büyük bir evde yaşamaktadır. Bu arada Vitmorlar'ın kızı Rebeka mutsuz bir
evlilik ve kendisini terk eden kocasının ardından üç çocuğunun en küçüğü Sem'i
yalnız büyütmek zorunda kalmıştır. Sem ve Marşıllar’ın oğlu Edım aynı kolejde
okuyan çok iyi iki arkadaştır… Dizinin ömrü uzun olamadıysa da, bugün bile hala
efsane olan bazı karakterleri da hayatımıza sokmadı değil. 1989-1991 yılları
arasında yayınlanan, aslında çok uzun süre sayılmayacak bir süre yayında kalan
bu dizi bi kere hayatımıza Sem Vitmor gibi süpersonik bir hatunu soktu, sırf bu
yüzden saygı ile önünde ceketimi ilikliyorum. O yıllarda henüz 19 yaşında olan
güzeller güzeli Kelly Rutherford, Sem rolüyle bir devrin tüm erkek, kadın ve
ergenlerinin beynine öyle bir kazındı ki, kadın Türkiye’ye gelmek zorunda
kaldıydı diye hatırlıyorum, hatta zaman zaman ne zaman 90’lar konusu açılsa
cümleler hep “yaa bir de Sem vardı, di mi” diye başlamaz mı? Şu an “Gossip
Girl”de anne rolüyle tanıyanlar onun zamanında Türkiye’de fettan Sam rolüyle ne
canlar yaktığını bilmezler. Eh hatırlatmak da benim boynumun borcu! J
Dizide en az Sem kadar akılda kalan bir diğer karakter polis memuru Kayl
Mestırs’tı. Kadınlar bu adam için ölüp biterler, adamlar da içten içe
kıskanırlardı. Aslan yelesi gibi saçları vardı. Hele o itfaiye borusundan aşağı
kayarak inişi yok mu, delirirdik ve herkes evlerinde bir tane bundan olmasını
isterdi. Kayl bütün kadınların hayaliydi. Çakır’ın kurtlar vadisinde öldürülüp
arkasından helva yapılması ne ki, Kayl Mestırs dizide ölünce karalar bağlamıştı
kadınlar! Bir de Semin arkadaşı Monik vardı. Bir de zengin ve siyahi Doriin ile
Martin, Edım ile Maya vardı. Doriin ile Maya’nın saçsaça baş başa kavgası ise
hala en çok hatırlanan kavga sahnesi olarak tarihsel dimağımızda yer alıyor.
Biraz daha bu tarafa gelelim… Sıradaki dizi gençlik dizileri.
Özellikle birbirine kardeş iki dizi vardı ki, şimdi diyince hatırlıycaksınız.
Show TV’de yayınlanan Fransız gençlik dizileri İlk Öpücük (Premier Basiers) ve
Gençlik Rüzgarları’ndan (Helene Et Les Garcons) bahsediyorum. Benim
çocukluğumun en klasik dizileridir. İlk Öpücükle Gençlik Rüzgarları arasındaki
bağlantı, Gençlik Rüzgarları’ndaki Helen’in İlk Öpücük’teki Jüstin’in ablası
olmasıdır. Her iki dizi de aslında bir grup arkadaşın aşkları, ilişkileri ve
hayalleri üzerine kurulu. Gençlik Rüzgarları’ndaki grup yaşça biraz daha
büyüktü. İlk Öpücük, Jüstin’i, Anet’i, Jerom’u, Fransuası, İzabel’i ile efsane
iken, Gençlik Rüzgarlarında Helen, Kati, Etiyen, Nikola, Sebastian –nam-ı diğer
Krikri-, Cuanna’sıyla bir dönemin çocuklarının –ve gençlerinin de- rol modelleriydi
aslında. İlk Öpücük’te Jüstin ile Jerom, Anet ile Joel, Fransua ile hiç kimse
çiftti, bir de sonra Debora katılmıştı diziye, İzabel dizinin kötü kızıydı. Bu
arada adı İlk Öpücük’tü ama herkes maşallah her bölüm resmen şapır şupur
gidiyordu yani. Bunların takıldığı bir kafe vardı. Jerom ve erkek tayfa burada
tilt oynarlar, kızlarla öpüşürler, sonra gene tilt oynarlardı. Bir de Jüstin’in
anne babası vardı, Mari ve Racır diye. Jüstin dizinin bel kemiği idi, hatta
Jüstin bir ara diziden ayrıldığında karalar bağlamışlığım, diziye geri dönünce
“Jüstin döndüüüüüüüü,” diye haykırmışlığım vardır! Zaman zaman Gençlik
Rüzgarları’ndan Helen, tatilde eve gelir, İlk Öpücük’te görünürdü. Süper naif
ve düşündüğümde yüzümü gülümseten dizilerdi. Gençlik Rüzgarları’nda gençlerin
takıldığı yer bir garajdı ve bu garajda müzik yaparlardı. Dizinin çılgın kızı
Cuanna, Sebastian’la, Helen Nikola’yla, Kati işe Etyen’le çifttir. Cuanna
Sebastian’a Krikrim derdi mütemadiyen, o dönem çoğu kızın sevgilisine böyle
hitap ettiğine eminim. Çok uzun sürmedi, en fazla iki sezon sürmüştür ikisi de.
Belli başlı bir konusu da yoktur. Gençlerin birbirleri ile münasebetlerini
anlatır ama çok saftır o aşk. Yıllar sonra internetten araştırdığımda o zaman
gözümüze güzel/yakışıklı görünen “dostlarımızın” ne kadar yaşlandığını (anti
parantez çirkinleştiğini) görüp hüzünlendiğimi bilirim. Aralarından Helen,
adına dizi yapılmasından belli, Fransa’da şu anda çok ünlü bir şarkıcı ve
oyuncu, onun dışındakiler pek dişe dokunur işlerde rol almamışlar açıkçası. Son
halleri için imdb’ye bakın derim bir. Bu arada iki dizinin de müziği efsanedir
ve Helen söyler.
Şimdi anlatacağım diziyi kim hatırlayacak bakalım… İsimleri
sayıcam, bilen parmak kaldırsın. Hayme Pahilyo, Çikolata Renkli Sirillo,
Kimena, Suzana, Mariya Hovakina… Bu isimler sizler için bi şey
çağrıştırmadıysa, 90’ları yaşadım demeyin. Bir dönem okul bir an önce bitse de
bu okula koşsak diyenlerin dizisiydi Atlıkarınca, Meksika yapımı bir okul
dizisiydi. Bu karakterlerle geçmişti bir dönem, 80’lerin sonu 90’ların başında
yayınlanırdı. Herkes Kimena gibi bir öğretmeni olsun ister, kötü kalpli Mariya
Hovakina’dan nefret ederdi. Şişman Hayme Pahilyo ve fakir Sirillo’yu kendi
arkadaşları gibi görür, hatta fakir olan Sirillo bir ara bir yerden eline para geçip
(galba piyangoydu) bir akülü araba aldığında herkes çok sevinirdi. Çok severdim
bu diziyi. Yıllar sonra internetten kayıtlarını bulunca aynı heyecanla
izlediğimi ve aynı keyfi aldığımı bilirim. Bir konu yoktur, klasik okul dizisi
işte, ama karakterleri ile efsane 90lı yıllar dizilerindendir.
Gelelim biraz daha ergenlik zamanı dizilerine, tabi ki ilk
sırada Evimiz Hollywood’da var. Bir grup Amerikalı gencin hayatlarının, aile
ilişkilerinin ve pek tabi aşklarının anlatıldığı bu dizi, bugün bile herkesin
kişisel anıları içinde üst noktada bir yerde. 1990 yılında yayına başlayan
dizi, 10 sene boyunca birbirleriyle her türlü şekilde ilişkiye girmiş Keli,
Brendın, Brenda, Dilın, Sıtiv, Andrea, Dona, Deyvid’in okul yıllarını
anlatıyordu. Hepsi zengin ve lüks muhitlerde yaşayan bu karakterler 10 sene
boyunca –ve sonrasında 2000’li yıllarda yeniden çekimde ziyaretçi olarak-
hayatlarımızda kalıcı izler bıraktılar. Oğlanların hepsi yakışıklı, kızların
hepsi güzeldi. Aaron Spelling gibi bir TV dehasının kaleminden çıkma bu dizi,
karakterlerin giyim tarzından, saçlarına tüm dünyada 90’lar modasının öncüsü
olmuştu. Erkekler saçlarını Bırendın gibi briyantinle önlerini yuvarlak şekilde
geriye tararlardı. Dizi Jason Priestley, Luke Perry, Brian Austin Green (ki
kendisi şu anda taş hatun Megan Fox’un kocası), Shannen Doherty, Jennie Garth,
Tori Spelling gibi oyuncuları gözde oyuncular sınıfına sokmakla kalmadı, bir
nevi rol model olarak da (zira başka örnek yoktu o zaman) sunuyordu (bunu da
şimdi anlıyorum). Henüz lüks muhitlerden gerçek hayatların buram buram yapaylık
kokan şovları ortada yokken, zengin hayatlarından kesitler verirdi. Ama
sahiciydi de. Bunların takıldığı bir kafe vardı. Günleri okulda aşk yapmakla,
okul dışında parti yapmakla ve bittabi aşk yapmakla geçerdi. Dertsiz, tasasız
günleri anlatır, biz de kendimize bunlardan birini özdeşleştirir, ona
özenirdik. Dergilerde boy boy resimleri çıkar, onları dergilerden keser
saklardık. En akılda kalıcı sahnesi, Jennie Garth’ın yani Keli’nin yangın
sahnesiydi. Keli’nin alevlerin arasında kalışını izlerken gözlerimin dolduğunu
hatırlıyorum! O derece yani. Neyse ucuz atlattı, ufak yanıklarla kurtuldu da
rahat bir nefes aldım! (Dizi lan bu) Bir de grubun bakiresi ve bakire olduğunu
her fırsatta vurgulayan Dona vardı. Keli’nin kardeşi Deyvid’le çıkar ama bir
türlü vermezdi. Deyvid bin türlü karın ağrısı çekerdi Dona’yla birlikte olmak
için ama gene de vazgeçemezdi. Neyse sonra ayrıldılar, Dona sonradan bir
müzisyenle çıkmaya başladı, (ona da vermedi tabisi). Dona’ya bir bölümde
tecavüz edilme sahnesi vardı, hala hatırlarım, çok etkileyiciydi. Bir de Shannen
Doherty gibi bir güzellik vardı, dizinin ana karakterlerinden biri, şöhreti bir
adım ileri götürmeye kalkıp Playboy’a poz verince diziden sepetlenmişti. Bir
daha da burada kazandığı ünü koruyamadı. Bu dizi bu oyuncuların, lise
döneminden üniversite sonuna kadar serüvenlerini anlatıp 2000 yılında
karakterleri nihayet yetişkin bireyler olarak mezun edip son buldu. Sonraki
yıllarda yeni oyuncularla bir kez daha başlatmaya ve hatta eski oyuncuları da
konuk olarak dahil etmeye çalıştılarsa da aşı tutmadı. Zira artık dizi yerine o
muhiti kanlı canlı anlatan realite şovlar revaçta artık!
90lar dizilerini düşününce, aslında çoğunda ortak noktanın
diziler arası geçişler olduğunu görüyorum. Bir dizideki karakterin, çoğu zaman
yapımcısı aynı olan başka bir dizide aynı karakterle görünmesi alışılmış bir
uygulamaydı. Bunun bir örneği, aynen Evimiz Hollywood’da gibi başlayan Melrose
Place’te yaşandı. Bu sefer gene bir arkadaş çevresinde yaşanan olaylar bu defa
beverly hills’in lüks sahillerinde değil, gene lüks olan bir başka yerde, ortak
bir yaşam alanı olan odalı bir yerleşim yerinde (bunların yaşadığı yeri nasıl
tarif etsem bilemedim!) geçiyordu. Bu defaki dizide bir grup “komşu”nun iki
kişilik oda gibi evlerde yaşadıkları yerde birbirleriyle komşuculuk oynarken
yaşadıkları ilişkiler, aşklar ve entrikalar mevzubahisti. Dr. –kimsenin
paylaşamadığı ukala adam- Mançini, karısı Ceyn, karısının kardeşi Sidni,
metresi Kimbırli (ki hatun sonradan Umutsuz Ev Kadınları ile fenomen oldu), Gey
Met (ki bu da Umutsuz Ev Kadınları’nda Lynette’in kocası rolündeydi), Elisın
(Daha sonra Ally McBeal ile According to Jim’de oynadı), Bili, Amanda (bi ara
Bon Jovi gitaristi Richie Sambora ile evliydi bu taş hatun), Co ve Ceyk’i ile
uzun yıllar süren bir dizi oldu. Bu dizi de 2000li yıllarda yeniden çekilmek
istense de ilki kadar başarılı olamadı. Zaman zaman Evimiz Hollywood’dan birileri
göründü ve dizide kısa süre Sarah rolünü oynayan Cassidy Rae, sonradan gene
aynı yapımcının kısa süreli projesi Genç Modeller dizisinde aynı adla başrolü
oynadı. Dizininen aklımda kalan bölümü, Dr. Mançini’nin metresi Kimbırli ile
trafik kazası geçirip, öldü sanılan kadının aslında yıllar süren tedavi ve
estetikten sonra geri dönüşü olmuştu. Ayna karşısında peruğunu atıp kel haline
bakışı ile biten bölüm “anneeyymm” dedirtmiştir bana… 1992-1999 yılları
arasında yayınlanan fenomen dizilerden biri olarak hatırlanır halen.
Cassidy Rae demişken, çok kısa süren ve çoğunuzun
hatırlamayacağı Genç Modeller’e değinmek isterim. Bu da gene Aaron Spelling’in
kısa dönem işlerinden biriydi. Bir modellik ajansının modelleri arasında
yaşanan entrika, düşmanlık ve aşk ilişkileri temelinde moda dünyasında
dönenleri anlatmak amaçlı bir diziydi. Modellerin aşk hayatları bir yana,
insani ilişkileri, iletişimsizlikleri, ayak kaldırma ve dedikoduları ile bayıla
bayıla izlediğim bir diziydi. Başrolünde Dallas’ın Sue Allen’ı Linda Gray’in
oynadığı bu dizi, bir de yıldız çıkardı. Dizideki modellerden biri olan
Carrie-Ann Moss, daha sonra Matrix üçlemesinde ana karakterlerden Trinity’ye
hayat verdi. Benim favorim sarı saçlı ola karakter July Dante idi. Fettan
olmasının yanı sıra saf bi tarafı da vardı. Aşırı hırslı ama özel hayatında bir
türlü dikiş tutturamayan, esasında boy itibariyle de pek mesleğe uygun olmayan
dikkat çekici kızlardandı. Karakteri oynayan Kylie Travis bir polisiye dizide
oynadıktan sonra, dizi işlerini bırakıp kendini cemiyet hayatına, hayır
işlerine vermiş (imdb’nin yalancısıyım!:)) Melrose Place’ten Sarah Owens, bu
dizide aynı karakterle, taşradan gelmiş genç model adayı olarak bu defa
başroldeydi. Tabisi bütün zengin kızlar bunu ezmeye çalışıyordu. Bir de siyahi
model sintia vardı. Fotoğrafçıyla aşna fişna halindeydi. Hatta bunun bir sapığı
vardı, sürekli evini gözetleyen filan, adamı büsbütün çıldırtmak için,
perdeleri açıp adamın görebileceği şekilde pencerenin önünde sevişmişlerdi. En
aklımda kalan sahne o oldu. Tabi ki görsellik çok iyiydi.
Kısa süren dizilerden biri de Tatlı İkizler’di. 1994-1997
arasında yayınlanan dizi, Cesika ve Elizabet adlı biri kokoş, züppe, ukala ve
kötü kalpli, erkek düşkünü, biri naif, entelektüel, sevecen, yardımsever ikiz
kızkardeşin aşkları, ilişkileri, arkadaşları etrafından dönen aslında sıradan
konulu klişe bir diziydi. En aklımda kalan sahnesi, ikizlerden tembel olanın
bir gün İspanyolca öğrenmek için kasette İspanyolca dinlerken uyuyakalması ve
ertesi gün gayriihtiyari sürekli İspanyolca konuşur halde dolaşmasıydı. Tatlı
diziydi.
Yazımın 90lar dizileri kısmını 90’ların en başarılı –ve uzun
ömürlü- dizilerinden biriyle bitirmek istiyorum. Tabi ki Bizim Ev’den
bahsediyorum. Yıllarca kendimizle özdeşleştirdiğimiz, çok güldüğümüz, çok
duygulandığımız ve her karakterinin gözümüzün önünde büyüdüğü bu diziyi kim
unutabilir ki? Esasında 1987 yılında başlamış olan bu dizi, Türkiye’deki esas
bilinirliğini 90’larda yaşadı. Zira özel kanallar açılmadan önce böyle bir
dizinin varlığından habersizdik. Dizi aile babası sport yayıncısı Danny (Bob
Saget –How I Met Your Mother’da çocuklara hikayeyi anlatan, Ted’in büyük
halinin sesi olarak tanırsınız şimdilerde) ve çocukları Michelle, Stephanie ve
D.J. ile karısının trajik ölümünden sonra yanlarına taşınmasını teklif ettiği kayınbiraderi
rockçı Jesse ve komedyen arkadaşı Joey’nin etrafında gelişir. Daha sonra Jesse,
Danny’nin beraber program sunduğu Becky ile evlenir ve hepsi aynı evde yaşamaya
başlar. Dizi aslında karısını kaybeden Danny’nin üç çocuğunu yetiştirmek için
verdiği mücadeleyi ve bir yandan kaybıyla başa çıkmak için yardımlaştığı
dostlarıyla hayata tutunma çabasını anlatır. Naiftir ve yaşadıkları şeyler
komiktir. Bir not: bu dizideki küçük kız –daha doğrusu birbirleri yerine oynayan
ikiz kızlar Mary-Kate ve Ashley- büyüdü ve sosyete ikoncanı Olsen kardeşler
oldular.
Cosby Ailesi esasında 80’li yılların ortalarında başlayıp
1992 yılında bitmesine rağmen 90lar ve 2000’li yıllar boyunca konuşulan ve hala
karakterleriyle efsane olmuş dizilerden. Bill Cosby’nin yarı otoriter yarı
sevecen yaklaşımı aslında pek çok aile babasına örnek teşkil etmiş, daha sonra
pek çok diziye de ilham kaynağı olmuştur. Hala da oluyor. Türkiye’de geçen sene
yayınlanan, Perran Kutman’ın başrolünde oynadığı ve Perran Kutman’a rağmen
tutmayan Canım Babam dizisi Cosby ailesinin bir yeniden çevrimidir aslında. (Bu
yeniden çevrimler başka bir yazının konusu olsun). Bu dizi, Afrika-Amerikalı
bir aile olan Huxtable’ların aile ilişkileri ve yaşamlarında olup bitenleri
anlatır aslında. Tam bir sitcom efsanesidir. Belli bir teması yoktur, ailede
yaşanan kimi komik kimi hüzünlü olaylarla bir aile dizisidir. Başta Bill
Cosby’nin kasadan yormadan çıkardığı usta oyunculuk başta olmak üzere bu
dizinin tutmasındaki en temel faktör milliyetlerin bile üzerine çıkan
samimiyettir. Bu aile ortamı aslında ideal bir aile ortamıdır. Demokratik,
özgür, herkesin evin babasına bildirmek suretiyle istediği şeyi yaptığı ya da
uygun görülmezse yapamadığı ama her zaman tam bir aile kavramını yansıtan,
idealist ama ütopik bir ailedir aslında. Yaşananlar her evde yaşanabilecek
türde olaylardır ancaaaaak Amerikan aile düzenini en iyi anlatan aile
aşağıdadır!
Evli ve Çocuklu dizisi de 80’lerin sonlarında başlayıp 1997
yılına kadar ekran başında herkesin kâh karnını tuta tuta güldüğü, kâh nefret
ettiği, kâh sevdiği, kâh acıdığı bir ailenin yaşantısını anlatır. Cosby ailesi
ne kadar idealist ve ütopikse, Bundy ailesi o kadar gerçek ve saçmadır. Al
Bundy, işinden, hayatından, karısından nefret eden hani yeni tabirle “loser”
bir ayakkabı satıcısı, karısı Peg tembelin önde gideni umutsuz bir ev kadını,
oğlu işi gücü kız düşürme derdinde ama bunu da beceremeyen bir yeniyetme, kızı
ise klasik tabirle “aptal sarışın” olan bir aileden bahsediyoruz. Frank Sinatra’nın
meşhur “Married with Children” şarkısı ile açılan ve fışkıran bir fışkiyeyle
başlayan jeneriğiyle Bundy’ler bir dönemin en nefret ettiği ama en çok güldüğü
aile tipi olarak unutulmaz arasına girdiler. Al Bundy rolündeki Ed O’neil şu
sıralar en çok güldüğüm dizilerden olan Modern Family’nin başrolünde.
Gelelim biraz da pembe dizilere…
Manuela… Sarı upuzun saçları ve bebeksi güzelliğyle 80’lerin
bir kısmına ve 90’lara damga vuran güzeller güzeli Grecia Colmeneras’ın
klasikleşmiş dizisi. Konusu: Fakir ve ezik Manuela'nın güzel ve zengin kocalı
bir ikiz kız kardeşi vardır ve Manuela bundan habersizdir. İsabel adlı bu ikiz
kız kardeş, bir motor kazasında çok kötü bir şekilde yüzünden yaralanmış ve
tanınmaz hale gelmiştir. O kazadan sonra kayıplara karışmıştır ve kocasına
öldüğü haber verilir. Kocası öl(mey)en karısına benzerliği sebebiyle Manuela'ya
aşık olur ve evlenirler. Tabi anneleri olan ama evin dadısı olan Bernarda
bunların hepsini bilmektedir. Lakin Manuela zavallı kızcağız hiçbir şey bilmemekte
saf saf yaşamaktadır. Dadı etmediği kötülüğü bırakmamakta Manuela’nın hayatını
burnundan getirmektedir. Derken bir gün ölmüş sanılan ikiz kardeş eve gizlice
yerleşir. Ama o karanlık odada kimseye görünmeden dadının sayesinde
yaşamaktadır. Kimse de aylarca kıllanmaz bu işten... İsabel aslında dadının
amacı olan, öl(mey)en ikiz kız kardeş Manuela’yı ortadan kaldırarak kocasına
yeniden kavuşmayı arzu etmekte ve bunun için her türlü şeytanlığı
yapmaktadır... Ancak bütün planlar geri teper ve zaman içinde bin bir badireyle
her şey su yüzüne çıkar... Sonunda mutlu son olur ve ölmeyen kız kardeş evden
tüyer, tüymeden de Bernarda’yı bir güzel öldürür.
Aslında orada İsabel çalınan hayatının ve elinden alınan
kocasının peşindedir, lakin adam daha karısının kırkı çıkmadan yerine bir
yerine –hemi de aynısından- bir tane koymuştur. Hangi kadın olsa bu haksızlığı
gidermek için öte dünyadan gelirdi!! Manuela da az şeytan değil, kondu zengin
adamın servetine. Olan da kötü kadın diye adı çıkan İsabel’e oldu! Aslında
mağdur olan İsabel’dir, bunu da buradan bildiririm! J
Ay ben bu diziyi ne seyrederdim ne seyrederdim. Türkiye’de
TRT3’te arkası yarın kuşağında gösterirlerdi. İlk yayını 15 Mayıs 1991 Salı
günü bitmişti (o gün çok fena hıçkırık tutmuştu ordan hatırlıyorum) sonrasında
90’ların ortasında ATV’de yayınlanmıştı bir daha. Sonrasında gazetede Manuela fotoromanı
olarak bile yayınlanmıştı!
En akılda kalan sahnesi, Evin duvarında böööössböyyükk bir
İsabel portresi vardır ve bu portrede İsabel pembe bir kıyafetle resmedilmiştir.
Bir davette Bernarda Manuela’nın kanına girerek bu davete o pembe elbiseyi
giyerek gitmesini, bunun Fernando’nun hoşuna gideceğini söyler. Manuela da
safım buna inanır ve o elbiseyle merdivenden inerken herkes İsabel’in hayaleti
gelmiş gibi dehşetle bakar, Fernando da tabi
Manuela’nın ağzına s.çar… (Bir not: Fernando gibi çirkin bir adamın
nasıl olup da kadınlar arasında paylaşılamadığını bir türlü anlayamamışımdır!!)
ve Marimar… hayatımıza Thalia gerçeğini sokan dizi… Deniz
kenarında dedesi ve ninesiyle yaşayan fakir Marimar’ın zengin playboy Sergio
ile tanışarak adım adım zenginliğe giden yolda yaşadıklarını anlatan, her biri
bilmem kaç bölüm süren Marimar 2, Marimar 3 gibi frenchise’larını yaratmış
Meksika yapımı pembe dizi. İlk Marimar çok güzeldi, çok naifti. Kızlar
Sergio’ya aşıktı, Eduardo Capetillo’nun Eduardo Capetillo olduğu yıllardı.
Herkes izler ve ertesi gün birbirine anlatırdı. Arkadaşlar arasında Marimar
dansı yapmak ve –uydurarak da olsa- şarkısını söylemek modaydı! Thalia henüz Amerikalı
müzik yapımcıları tarafından makineleştirilmemişti. Sade ve duru bir güzelliği
vardı. Dizinin ahım şahım bir konusu yoktu ama o karakterlere bürünmek ve ondan
bahsetmek hoşumuza gidiyordu. Marimar daha sonra o kulübeden çıkacak büyük
köşklerin konakların sahibi olacaktı ve o naif güzelliğinden uzaklaşacaktı.
Zaten ilkinden sonraki Marimar’lar tutmadı, Thalia da 2000’li yılları Rosalinda
diye bir taşralı fakir kızı oynadığı pembe dizi ile karşıladı. Sonra Amerika’ya
taşındı ve her şey bitti…
Bunlar 90’lar dizileri denince aklıma ilk gelen yabancı
dizilerdi, eksiklerim elbette vardır, mesela Alf neden yok, ya da Altın Kızlar
nasıl olmaz diyebilirsiniz, ancak onlar büyük bölümü 80’lerde yayınlanmış ya da
1990 yılının hemen başlarında bitmiş oldukları için 90’ler yabancı dizileri
arasına koymadım. Aynı durumda olan Cosby ailesi ise, Evli ve Çocuklu’ya
referans olarak bahsetmem gereken bir diziydi. 90lar dizilerine ayırdığım
yazımın sonlarına gelirken, 90’ları yazmaya devam edeceğimin müjdesini verir,
yeni bölümde 90ların çizgi dizilerine uzanacağımı bildiririm. Yeni yazıya kadar
hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder