Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Şubat 2012 Cumartesi

MADONNA, MADONNA, DUY SESİMİZİİİİ...

Canlar canı postdaşlar… Sormayın halimi ah neler olduuu, yüreğim sıkıştı, gözlerim dolduuu… Şu an sizlere 4 gündür beni yerlere seren hasta yatağımdan bildiriyorum. Ama konumuz bu değil tabi. Ben de boş durmayıp fırsat bu fırsat sizlere bu senenin en görkemli etkinliklerinden birine ön hazırlık olarak bu listeyi yapmayı bir vefa borcu bildim. Tahmin ettiğiniz gibi bu yazının konusu Madonna! Üzerinize afiyet hazır sahne önü biletinden de bir tane kapmışken yazmamak olmazdı değil mi? ;)


Sevgili postdaşlar, yıllardır beklediğim Madonna konserini duyunca önce şahsımdan “nnngheheAaa” gibi bir ses çıkmasının ardından, “gitmeliyim, bu sefer gitmeliyim” sayıklamaları başladı. Hasta yatağımdan kalkıp bilet çıkar çıkmaz aldım. Zira bence bu konser ya en önden izlenmeli ya da hiç izlenmemeli, kuş bakışı seyrediceksem konseri dvd’sinin çıkmasını bekler oturur evimde izlerim de mi rahat rahat? Benim gibi bir konsertist için düşünülemez! (Biletleri bahsettiğim taraflardan alan arkadaşlarım kızmayınız bana, bu da benim zaafım işte) Dünya üzerinde canlı seyretmek istediğim iki kişiden biri diyorum, Madonna diyorum, bir kere geçer bu fırsat diyorum. Ben de paraya kıydım… Hem Madonna en son geldiğinde (7 Ekim 1993, İnönü Stadyumu, “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasında sorulursa bu da benden kıyağınız olsun ;) ) ben daha Madonna’ya filan aklımın ermediği 10 yaşında velet, nerden gidicektim Madonna’ya? Demek ki neymiş postdaş, her şeyin bir yeri bir zamanı varmış. Velakin öyle oldu. Dünya üzerinde göçüp gitmeden görmek istediğim iki kişiden birini sahne önünde izliycem ve eminim bir daha görür müyüm görmez miyim bilinmez ama benim için unutulmaz olacak.

Bazıları gerçekten sahne üzerinde olmak için yaratılmış gerçekten! Madonna öyledir, benim için hep “orada olan” şarkıcılardandır. Müzik ve imaj dünyasının son 30 yılına damga vurmuş, her yaptığı ile konuşulmayı bilmiş, kimseye “eyvallah” dememiş, ve içinden nasıl geldiyse öyle yaşamış ve yaşamaya devam eden biri… Ulaşılmaz bir yıldız… Cesur, güçlü, risk almayı seven ve ne yapsa ortalığı yıkacağının farkında olan! Dinlere de meydan okur, devletlere de… Like A Prayer’da ise ikonik zenci İsa’nın ayağını öper ve akabinde Vatikan’dan aforoz edilir, olay olur; “Papa, nutuk atmayı kes, başım belada” diye ünler, olay olur, American Life’ta Amerikan yaşamını kıyasıya eleştirir, olay olur. Ama Madonna için bunlar sadece bir magazin haberidir. Böyle şeylerin üzerinde durmaz. Pervasızdır... Deli bir aurası vardır… ve çok da sağlam bir ekibi. Krizleri başarıya çevirmeyi iyi bilir. Müthiş bir ticari ürün aynı zamanda… Bir marka… şüphesiz ki Madonna için artık şarkıcılıktan çok bu sonuncu tanımlama doğru. Bütün şirketleri toplayıp kriz yönetimi nasıl yapılır’ın dersini verebilecek kadar iyi bir şirket MADONNA! Kesinlikle bu dünyadan değil!
 
Madonna’nın kliplerinin her biri birer sanat şaheseri, birer kısa film gibidir. Madonna kendini bilerek çirkinleştirmekten, kılıktan kılığa girmekten, toza toprağa bulanmaktan, ne kadar protest hareket varsa yapmaktan geri durmaz, işini ciddiye aldığını ve ne kadar profesyonel olduğunu taa ekrandan hissettirir ve her klibini ağzınız açık izlersiniz. Bizim playbek popçuları “sahnede 4 dakika kaldım, hayır 6 dakika kaldın” diye egolarıyla birbirini yerken; Madonna, Britney Spears tişörtüyle konser verir, hatta sahnesinde kalkıp dudağından bile öpebilir desteğini göstermek için! Bu kadar da komplekssiz ve kendine güvenli. (Sanırım bu bile neden müzikte ilerleme kat edemediğimize bir örnek, ama bu da konumuz değil tabi).

İlk kez You’ll See ile tanıdım Madonna’yı. 1995 tarihli Something To Remember albümünün beyaz yatakta çekilen çıkış parçasıydı. Ancak hayır onu ilk sıraya koymuyorum, zira Madonna’yı benim için yukarıdaki tanımlamalar içinde alan ilk albüm Ray of Light oldu. Bu yüzden Listenin ilk sırası 1998 çıkışlı “Frozen”a gidiyor. Alışılmış Madonna şarkılarından başka bir havası vardı. Yaylı ağırlıklı, deneysel bir şarkıydı (konserde en çok bu performansı merak ediyorum) ve çoktan klasik Madonna şarkılarından biri oldu. Bir çölde geçen karanlık ve kasvetli, siyah kuşların uçuştuğu, sonra kara köpeklere dönüştüğü sinematografik bir video klipti.



Listemin 2. sırasında 90’ların favori Maddy parçalarından 1995 çıkışlı You’ll See var. Terk edilen bir kadının “Yıkılmadım Ayaktayım” tarzı duygularını anlatır esasında, adamla yüzleşmesi vardır, “kendini güçlü sanıyorsun, ama aslında sen zayıfsın, göreceksin” der şarkıda… sahicidir, samimidir. Klibinde bir Boğa Güreşçisiyle özdeşleştirir kadın-erkek-güç dengesini ve/veya dengesizliğini. Yalın ama güçlü bir ifadesi vardır. Madonna’nın sesi beni en çok bu şarkıda etkiler.


Listenin 3. şarkısı, bıcır bıcır bir moda ikonası Madonna’nın 1986 tarihli True Blue’su. Klipteki kızların saçları ve makyajlarından, kıyafetlere tam bir 80’ler moda gösterisidir. Madonna’nın 3. albümünün isim şarkısı. Naif liseli kız aşkları gelir aklıma bu şarkıda. Madonna da 27 yaşının baharındadır bu şarkıda.


 Listenin 4. şarkısı, 1989 çıkışlı Like A Prayer… Kült! İkonik! Madonna’nın aforoz edilmesine yol açan klip. Zenci İsa’nın ayağını öptüğü bu klip –eski Blue Jean dergilerinden de öğrendiğim kadarıyla­–  o dönem baya fırtınalar kopartmış. Ben o dönemlerine yetişemedim ama o klibin sadece o dönem değil, bu dönemde bile ne kadar cesur ve aşmış bir klip olduğunu anlamak için ermiş olmak gerekmiyor :) :). Tam Madonna Style!


 5. Sırada Don’t Tell Me var. 2000 yılı çıkışlı Music albümünden Kovboy temalı klipte Madonna bir dizi kovboyun önünde kumlarda dansını icra eder. Gene kendine güvenli duruşu oradadır, “Aşkın doğru olmadığını söyle bana, Sadece yaptığımız bir şey olduğunu, Olmadığım her şeyi söyle bana, ama lütfen bana durmamı söyleme” derken. Sağlam şarkının hasıdır.


6. sırada 1986 çıkışlı La Isla Bonita var: Klip pek hoştur, pek latiftir, Madonna ateşli, esmer bir Latino olup, kıllı, vıcık vıcık bir salağı baştan çıkarmaya çalışır, görsel açıdan da güzel, mumlu odada kırmızı tuvaletiyle arzüendam eden bir Madonna enfes görüntüler sunar, DA... sayın postdaş, klip boyunca kim kime ulaşmaya çalışıyor, kim kime kur yapıyor anlamak mümkün değil anacım. Hayır, bütün klip boyunca Madonna’nın adamın önünde bir takla atmadığı kalır ama adam oralı bile değil, manyak! Ay görsen sanki Prens Williams! Aman bana neyse? :) Sonra adam kızı aşağı davet eder bir baş işaretiyle. Sonuçta Madonna aşağı iner kırmızı elbisesiyle ama adamın saçlarını şöyle bir okşayıp oradan uzar, "e ne diye işkence çektirdin adama be kadın o zaman bu kadar şarkı boyunca?" diye sordurur. Ama adam da buna kızacağı yerde sırıtmaya devam eder. (Adam zaten sürekli sırıtır, Madonna'nın gözlerinden yaş akar adam hala sırıtır.) o zaman da "e madem senin de gönlün yoktu, ne davet ettin kızı dışarı be adam?" dersiniz bu sefer de! Elinde  market poşetleriyle oradan hasbelkader geçerken klibe dahil olduğunu düşündüğüm amca ise bence klibin esas yıldızı! Bu şarkı da Madonna’nın kült şarkılarından biri olarak bu listedeki yerini almayı hak etmişti.


 7. American Life: Madonna’nın kimseye eyvallahı olmadığını Amerikan yaşamını eleştirdiği bu şarkı açıkça ortaya koyuyor. Bu şarkıda Maddy, Amerikan rüyasını ve kapitalizmi eleştirir. Madonna bu dönemde yaptığı bir röportajda, Amerika’nın eski Amerika olmadığını, değerlerin çoğunun artık hep materyal odaklı ve yüzeysel olduğunu, kendisinin eskiden değer verdiği şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu anladığını söyler. Gül gibi geçimini, eleştirdiği kapitalist sistem ürünleri ile sağlayan biri için o dönem söylenen sözler samimi mi yoksa konsept satış stratejisi için midir bilemeyiz ama en azından Amerikan değerler sistemini eleştiriyor sonuçta. Bu klibin Amerika'da yasaklandığını söylememe gerek var mı?


8. Die Another Day: James Bond’un bilmem kaç yüzüncü filmlerinden birinin (takip etmiyorum sayın postdaş, ben müzikleriyle ilgileniyorum ;) ) film müziği olan bu güzide Madonna şarkısında Madonna bir takım “kaba” adamlar tarafından acımasızca, dövülür, işkenceye uğrar, her taraf yanar, yıkılır, Madonna yerlerden yerlere savrulur ve sonunda bu adamların hepsinin hakkından gelir (kadının fendi erkekleri yendi?), zaten klibi izlediğinizde filmi de aşağıda yukarı anlarsınız (hakkaten James Bond filmlerini izlemiyorum). Madonna’nın bu klibi sinematografik şaheserlerden biridir. Müziği ile sizi sarar, 4 dakika görsel işitsel bir şölen yaşarsınız.


9. sırada Madonna’yı stil ikonu yapan ve Moda dünyasına Madonnaca bir bakış atan Vogue var. Bu şarkının klibi de dünya klip tarihinin “en”leri arasına girmiştir. Yıllardır denerim bu dans kareografisini, bir türlü beceremem sayın postdaş, yeteneksizim, net! Ama siz lütfen beni evde bu dansı kendi kendime denerken düşünmeyin, siz de denemeyin! Komik oluyor, hele ayna karşısında! Tecrübeyle sabit! :)


10’a Like a Virgin’i koymamak ve/veya Like a Virgin’siz bir Madonna Listesi hazırlamak, Madonna’yı geçtim, vaktinizi ayırıp bu yazıyı okuyan siz sayın postdaşlarıma haksızlık olmaz da ne olur sorarım size sayın postdaş? (cümlenin sonuna gelebildim mi ne?) Like A Virgin’siz bir Madonna Listesi, “belli bir markasız” çay saatine benzer! Bu nedenledir ki, hep birlikte, “Like a virgin, touch for the very first time!”


Onlarca sevdiğim şarkı arasında bu şarkıları seçmek kolay değil şüphesiz ama bir girişimdir değil mi postdaş? :). Madonna konserinde sahne önünde olacağım, gelecek olanlarla orada görüşmek üzere… Hepinize Madonnalı aylar diliyorum.

Bu arada bu liste dışında şunları da dinleyin, ezberleyin, hatmedin, sırf konser için değil, iyi şarkı biliyorum demek için de! Nothing Really Matters, Power of Goodbye, Love Profusion, Papa Don’t Preach, Music, Sorry ve diğerleri…

21 Şubat 2012 Salı

90'LAR İLK 10

Sayın postdaşlar, herkesler listeler yapar da bu müzikdaşınız yapmaz mı? İşte bu da benim 90’lı yıllarımın en sevdiğim başucu albümlerim… Aslında bu yazıda ilk 10 olarak belirtmekle birlikte aslında hiçbir albüme böyle bir sıralama yapamayacağımı fark ettim, zira bu albümler benim müzikal gelişimimde yol gösterici oldu. Yüzlerce sevdiğim albüm arasında bu kadarını çıkarmak zor oldu ama işte benim 90lı yıllar dediğimde ilk aklıma gelen albümler bunlar:

1) YAŞAR – DİVANE [1996] 
Kınamayınız sayın postdaş, Yaşar bu listenin tepesine oturmayı bileğinin hakkıyla kazandı. 1996 yılı Eylül ayında gözlere ve kulaklara şahane bir şekilde yerleşen bu albüm, klipleri, şarkı sözleri, albüm kartonetinde yazdığı şiirleriyle, albümün prodüksiyonuyla, sounduyla zaten kendini belli ediyordu. Sezen klanından olmayan bu Adanalı delikanlı, o dönem çıkan pek çok kişinin arasından ister istemez sıyrılıyordu. Her açıdan dört dörtlük bir albümdü. Üzerinden 16 sene geçmesine rağmen hala aynı tazelikle dinleniyorsa, konserlerde en çok bu albümde parçaları isteniyorsa, ben buna başarı der Yaşar’ı da birinci sıraya oturturum arkadaş! :) :) FAVORİ ŞARKIM: ONUN VEDASI



2) ŞEBNEM FERAH – KADIN [1996]

Şebnem Ferah, Türkiye’nin ilk kadın rock grubunun (bkz. Volvox… Araştırınız, soruşturunuz, öğreniniz…) solistiyken bile başlı başına çok cesurca bir oluşuma öncülük ederken, bu ilk albümü ile, erkek egemen rock dünyasında kadın şarkı sözü yazarı, besteci ve vokal olarak geldiği nokta, kazandığı başarı ve sadece ama sadece müziğiyle var olunabileceğini kanıtladığı için haklı bir saygı ve hürmeti sonuna kadar hak ediyor. Şebnem Ferah Türkiye’nin kadın ozanlarından desem yeridir. FAVORİ ŞARKIM: DELİ KIZIM UYAN


3) GÖKSEL – YOLLAR [1997]
Onunla ilgili ne yazsam az. Bu albüm klasik, hit, goldies, greatest of all times… ne derseniz deyiniz, eksik kalacak… o plastik toplu havuzda “sabır sabır ya  sabır” derken Göksel şu anda sabretmenin karşılığını fazlasyıla alıyor. Bu albümle ilgili denilebilecek iki şey var: Bu albümün bırakın müzikmarketleri, internette bile doğru dürüst bulunamaması çok büyük ayıp, yazık, kayıptır! 2) Göksel, sen nerede olursan olursan ben uzun uzun yolları aşıp her zaman sana desteğe gelicem. Sen çok özelsin… FAVORİ ŞARKIM: UNUT DEDİLER



4) AŞKIN NUR YENGİ – SEVGİLİYE [1990]
Eveeeet sevgili postdaş… Konu 90’lar albümleri olunca, “hani?, hani?, hani?” dediğiniz, gözlerinizin listede gidip gelip, “ya eklememişse” korkusu yaşadığınız, bulunca “tabi ya” dediğiniz, o albüme sıraaaa… geldi işte. Aşkın Nur Yengi’yi ilk görüşüm BİZDEN SİZE programında olmuştu. Saçlarını albüm kapağındaki gibi toplamış, üzeirne gene albüm kapağındaki gibi yarım omuz bir bluz ve kot giymişti. İlk kez orda dinlemiştim “Ayrılmam”ı. Bu ülkede 90’lı yıllar albümü denince herkesin birden istisnasız Sevgiliye’yi muhakkak sayması, albümün çağlar, zaman ötesi bir büyüsü olduğunun en açık kanıtı. Milyonlar yanılıyor olamaz! :) Bu albümü gene şapşahane hit fabrikası Hesap Ver izledi ki, ilk 10’da yer kalmadığı için burada adını geçirip bir saygı duruşunda bulunayım o albüme de. FAVORİ ŞARKIM: AYRILMAM


5) SERTAB ERENER – SERTAB GİBİ [1998]
Sertab Erener’in sesini çok teknik ve duygusuz bulurum. Evet mükemmeldir, tek detone olmaz, kafa sesini rahat çıkar ama ÇOK FAZLA kusursuz ve tizdir (TOO MUCH yani sevgili postdaş :) ) yorar beni. Ancak bu albüm Sertab’ın bence Demir Demirkan’la tanışıp, sevgili olup (magazin bu kadar :))  rock sularına açıldığı, Demir Demirkan’ın da sihirli parmaklarının değmesi ile Türk müzik tarihine şahane bir albüm kazandırmış en güzel albümüdür. Kişilikli albümdür, karakterlidir. Sertab’ın sesi beni hiç yormaz bu albümde. Şarkı sıralamasından, söz-müziklere, yorumdan, düzenlemelere gayet eli yüzü düzgün, bütünlüklü, her şarkının bir hikaye barındırdığı, İncelikler Yüzünden, Yara, Aslolan Aşktır ve Sezen’in sözlerini konuşturduğu Yüz Yüzeyim gibi şahane hitlerin bulunduğu ve tabi ki Türkiye piyasası için o zaman “yeni” bir dokunuş olduğu ve insanların pop görmeye alıştığı Sertab’a yakıştıramadığı için değerinin bilinmesinin geçen seneye kadar nasip olmadığı bir albümdür. Geçen sene nihayet yeniden piyasaya çıkarıldı da ben de bir oh çektim. FAVORİ ŞARKIM: YÜZ YÜZEYİM

6) LEVENT YÜKSEL – MED CEZİR [1993]
Levent Yüksel, “ben best of’umu ilk albümde yapmışım” demesi her şeyi açıklıyor aslında. Levent Yüksel müzik dünyası içinde nevi şahsına münhasır isimlerden. Çok sağlam müzik bilgisinin yanı sıra, Türkiye’de Bas Gitar çalarken şarkı söyleyebilme yeteneğine sahip iki müzisyenden biri (diğeri Özkan Uğur). Levent Yüksel ilk albümle patlama yaptıktan sonra talihsiz bir sağlık sorunu sonucu ara vermek zorunda kaldığı müzik sektörüne yeniden girişte bir daha asla o ilk albümün rüzgarının hızını yakalayamadı. Bu Levent Yüksel’in başarısız olduğu anlamına gelmiyor, (Tamam kısmen Levent Yüksel’in sonraki albümlerinde genel olarak şarkı seçimlerinin pek başarılı olmaması da etken olabilir bir parça) ama bunun esas nedeni Levent Yüksel’in kendini o rüzgara kaptırmayıp, geri planda kalmayı özellikle tercih etmesi gibi gelir hep (aynısını Mirkelam için de düşünürüm, o da çok değerli adamdır). Sonuçta piyasanın istediğini değil, kendi istediğini yapan bir adam Levent Yüksel ve istese çok başka yerlerde olabilirdi. İnşallah değeri daha hayattayken bilinebilir. En azından şu an albüm çalışması olmasa da herkesin aklında Levent Yüksel iyi bir adam olarak yer ediyor. Bu da az başarı değil. FAVORİ ŞARKIM: UÇURTMA BAYRAMLARI


7) NAZAN ÖNCEL – GÖÇ [1995]
Nazan Öncel, 1970’lerin sonlarında tutmayan 45liklerinden sonra 90ların başında “son atımlık barutum” diyerek bir girdi pir girdi ve bu albüm Nazan’ın 90lı yıllardaki tepe noktası ve Nazan’ın söz-müzik yazarı olarak “devler kategorisi”ne girmesini sağlayan albüm oldu. Bu albümü takip eden Nazan Hit 3’lüsünün ilk albümü (Diğerleri Sokak Kızı ve Demir Leblebi). Her şeyin bir zamanı var, sözünü kanıtlarcasına 90’la Nazan için resmen ortalığı yakıp yıktığı yıllar oldu. Nazan tarzı eğlenceli şarkılarına eşlik eden, melankolik şarkıları ve Nazan’ın 100lerce ses arasından seçilen vokali birleştiğinde ortaya klasik bir albümün bütün bileşenleri çıkıyor. FAVORİM: GİDELİM BURALARDAN


8) SEDEN GÜREL – BİR YUDUM SEVGİ [1992]
“Bum bum bum daldan hop dala uçtum, sonunda bir dala kondum, nedir bu daldaki durum?” diyerek beyaz mantar şapkası ve bir dolu çocukla televizyon ekranlarını şenlendirdiğinde sene 1992’ydi ve imaj döneminin ilk örneği olarak aklımıza kazındı (Gerçi sayın postdaş, Neslihan Yargıcı mahsulü olan bu mantar şapka imajının daha önce 1990 Eurovizyon Türkiye yarı Finallerinde İZEL – evet evet bildiğimiz İzel – tarafından denendiğini de buraya not edelim). O dönem için şahane bir PR çalışmasıydı, heyecan verici bir yenilikti, müziğe imaj katkısının hasıydı. İnsanlar deliler gibi dedikodu üretiyordu (Yok Seden kelmiş, şapkanın altında acaba ne varmış? vs. vs.) Çarşaf çarşaf bir ton haber çıkıyordu. Sanırım Seden Gürel bu durumun albümün kalitesine gölge düşürmeye başladığını hissetmiş olacak ki bir gün bir TV programında aniden şapkayı parça pinçik ederek seyircilere fırlattı ve mantar şapkalı kız imajı anında tarih oldu. Şapkanın altında saç olduğunu görünce insanlar da (çok da üstlerine vazifeymiş gibi) derin bir nefes aldılar. Bu olay sadece imajı değil, Neslihan Yargıcı-Seden Gürel ortaklığı ve ilişkisini de tarihin derinliklerine gömdü. (Bence iyi oldu. Yargıcının “yarattığı” imajlar şimdiye kadar kimse bir fayda sağlamadı, bkz. Ajlan-Mine’nin Mine’si). Bu durum Seden’e yaradı aslında, zira insanlar nihayet artık şarkılara odaklanabildiler. Zira bu albümde çok fazla güzel şarkı vardı. Bum Bum ve imajının rüzgarı yüzünden fark edilmesi vakit alan Devlerin Aşkı, Bir Yudum Sevgi, Güllerimi Ver (video klibinde Seden ilk kez şapkasız olarak görünür), Harbiden gibi şarkılarla bu albüm yıllardır başucu albümlerindendir. FAVORİ ŞARKIM: BİR YUDUM SEVGİ


9) UMAY UMAY – NAYLON [1996]
Nevi şahsına münhasır kadınlardandır Umay, duyarlıdır, hayata açıktır radarları, şu sıralar sanatsal fotolar çekiyor ve bu albüm de 90lı yıllar Umay albümlerinin tepe noktasıdır. İlk albümün tamamlayıcısıdır. Umay’ın sesi yukarıda Sertab’da yazdığım durumun tersidir. Kusursuz bir sesi yoktur söylerken ama öyle bir söyler ki, sesinin çatallaşması bile karizmatiktir, hissettirir, duygu yüklüdür. “Sen şeker kokarsın anne”, derken, “Sevemedim onları ben bi türlü, naylon öfke kuru gürültü, ört üstümü şimdiden kirlenmeden” derken de sahicidir. Mete Özgencil ortaklığı Düşmedim Daha, Naylon, Anne gibi şarkılarla bu albüm her devrin albümü bence. FAVORİM: NAYLON


10) TEOMAN – O [1998]
Teoman’ın Ne Ekmek Ne De Su ve Papatya gibi şapşahane şarkılarla dolu albümünün hızına yakışır bir ikinci albümle söz-müzikte de varlığını kanıtladı ve 10 şarkının 10’u da muhteşem bir rock albüm çıktı. Klipleri de çok konuşuldu bu albümün, Sus Konuşma, O, Bazı Yalanlar, (bana göre öyle olmasa da) orijinalinden bile daha çok ilgi çeken ve Teoman'a mal olan Gemiler gibi hitlere çekilen klipler ile uzun soluklu bir albüm oldu. Teoman’ın vücutlu, terli, sevişmeli şarkılarından gına gelmediği güzel zamanlardı diye bir de not düşelim. FAVORİM: BAZI YALANLAR



20 Şubat 2012 Pazartesi

"AYSEL'İM" ALBÜMÜ

AYSEL GÜREL "YENİ BİR HAYAT"A UĞURLANIŞININ 4. YILINDA YENİ BİR ALBÜMLE ANILIYOR

Aysel Gürel hakkındaki yazımın mürekkebi kurumadan Aysel Gürel cephesinden beklediğim haber geldi ve beklediğim yeni Aysel Gürel saygı albümü haberinin detayları açıklanmaya başladı. Sevgili müzikdaşım Olcay Tanberken'in yazısından öğrendiğim bilgilere göre, geçtiğimiz hafta ölümünün 4. yılında anılan Aysel Gürel’in anısına, Gürel’in ölümünden yaklaşık iki ay sonra yayınlanan “Çınar-Vol.1″ adlı albümün devamı niteliğindeki bu yeni Aysel Gürel albümünün adı “Ayselim” olarak belirlenmiş. Albümün en büyük sürprizi ise, komşu ülke Yunanistan’ın uluslararası sanatçılarından Anna Vissi’nin de projeye bir şarkıyla katılması.
Olcay'ın yazısından aldığım diğer bilgiler şöyle:
...
Sezen Aksu, Tarkan, Ajda Pekkan, Sertab Erener, Candan Erçetin, Nilüfer, Yaşar, Teoman, Ata Demirer ve Müjde Ar gibi isimlerin yer alacağı albüme bir destek de ‘komşu’dan geldi.
Yunanistan’da ‘gelmiş geçmiş en çok albüm satan Yunan sanatçı’ unvanını koruyan, hayranlarının ‘Thea’ (Tanrıça) adını verdiği Anna Vissi de ‘Ayselim’ adlı albüm projesine katıldı. Vissi, yıllar önce Ayla Dikmen‘in seslendirdiği ‘Olacak Olacak’ adlı şarkıyı söyleyecek. Daha önce Türkiye’de hiç konser vermeye gelmemesi, Türk hayranlarınca eleştirilen Vissi’nin bu proje kapsamında ülkemizi ziyaret edip etmeyeceği de, merak konusu.
Bir süredir şarkı seçimleriyle ilgili karar aşamasında olan sanatçılardan Sertab Erener, Ajda Pekkan ve Ata Demirer-Müjde Ar ikilisi şarkılarını seçti. Sertab Erener, ‘Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam’; Tarkan ‘Hadi Bakalım’; Ata Demirer-Müjde Ar ise ‘Sitem’ adlı Aysel Gürel şarkılarını seslendirecek.
KAYNAK: dikkatmuzik.com

13 Şubat 2012 Pazartesi

WHITNEY HOUSTON'IN ARDINDAN...

Tivitırdaki lanet olası ölüm tivitleri bu kez gerçek oldu ne yazık ki. Haftanın benim açımdan en üzücü haberi Whitney Houston’un ölümü oldu. M.J. ve Amy Winehouse’tan sonra üçüncü bir şok üçüncü bir yıkım benim için. Dünya dev bir sesi kaybetti, ben çocukluğumdan bir parça kaybettim, o dönemin benim için önemli olan her kaybında olduğu gibi.
 
Whitney ile ilk karşılaşmam, bu yazıyı okuyan postdaşlarımın %99.9’unun olduğunu tahmin ettiğim üzere, Bodyguard filmi ile oldu. 9 yaşındaydım ve Sivas’ta ilk kültür merkezi açılmıştı. Bodyguard o kültür merkezinde gösterilen ilk filmdi. Çocuk aklımla yarım yamalak anlamakla birlikte çok etkilendiğimi ve özellikle müzikleri ile çok ilgilendiğimi hatırlıyorum. O zamanlar üniversite lojmanlarından Amerika kökenli bir komşumuz, bize albümü kasete çekip vermişti. Kasetin A yüzü tamamen Whitney şarkılarından oluşuyordu B yüzünde o zamanlar için ablamla anlamadığımız, tanımadığımız, bunun için de bir türlü sevemediğimiz Kenny G ve Lisa Stansfield filan vardı. Biz sarıp sarıp Whitney’li kısmı dinliyorduk. Çekme kasedin ilk yüzü Run To You ile başlıyordu. O yüzden I Will Always Love You’dan önce Run To You girmişti kanıma. O sene, bütün yaz Bodyguard şarkılarıyla geçmişti.

Gel zaman git zaman, yaş büyümeye ve başka müziklere ilgi duymaya başladıkça Whitney’e ilgim, eskisi kadar olmasa da, albümlerini takip ettiğim kişilerden biri olarak devam etti. Başka insanlar, başka müzikler dinledim. Yeni albümler aldım, kimi gelip geçici oldu, albümüne bir daha bakmadım bile, kimini ise başucu sanatçım yaptım, kalbime yerleştirdim. Şarkıdaki gibi kimler geldi, kimler geçti ama karakteri olan ve 100 ses arasına koysanız hemen seçilebilecek seslerin hayranı olan benim için, Whitney’in sesi hep derin bir hayranlık duyduğum seslerden oldu.

O evlilik sonucunda hayatı çöküşe geçtiğinde, özel hayatı, şarkılarının ve kariyerinin önüne geçtiğinde bile Whitney’nin hep bir gün gene toparlanacağını düşünürdüm. Hani hep bi mucize, bi şey olsun da yeniden toparlansın, gene liste başı şarkılarla dönsün dersin, umudunu kesmek istemezsin. Whitney öyleydi benim için. Dergilerde haberlerde uyuşturucu haberleri çıktığında hep aklımdan hep bunlar geçerdi. Özeldi benim için, hep orada olacak dediğim seslerdendi. MJ gibi, Amy Winehouse gibi ve daha birçok üstat gibi. 2009 yılında ben Hollanda’dayken Whitney’nin I Look To You albümüyle bomba gibi bir geri dönüş yaptığı haberi beni bu yüzden sevinçten deliye döndürmüştü.
 
Şimdi Whitney, M.J. ve Amy Winehouse’la birlikte bizim duyamadığımız nice düetler yapıyor ve hepsi de gittikleri yerde mutlu! Buna inanmak istiyorum. Belki daha güzel bi yerde, hiç ölmeyecekleri başka bir evrende şarkılarını söylemekteler. Ama üzüntüm bizim bu evrende bi daha onların seslerini duyamayacak olmamız… O da gitti, içimdeki Ruuuun Tooo Youu diye haykıran ses sustu.

Cem Özer’in şahane tiviti bu yazıyı bitirmekte birebir: “Houston, we have a problem. We don’t have Whitney anymore!”

Whitney Houston... gittiğin yerde mutluysan, mutluyum…

Bir rica: Lütfen “testi”, “su” ve “kırılmak” kelimelerinden oluşan lanet cümleler dolaşmasın gene etrafta. LÜTFEN!








BİR PROFİL - AYLİN ASLIM

Ona ilk kez bir müzik dergisinde rastladım. (Blue Jean-Aralık 2000) Elinde küreye benzeyen bi şey tutuyordu. (Hatta “Ne o elindeki acaba?” diye uzun uzun düşünmüşlüğüm vardır :) Jetonum köşeli, sevgili postdaş, kınamayınız! :) :) ) Saçları kısaydı.

Bir ilandı bu ve Power Records’un Yeni Yıldızı Aylin Aslım’ın ilk albümü “Gelgit”in müzik marketlerde olduğunu belirtiyordu. Herhangi sıradan bir ilandı benim için ilk etapta. Zira onlarca yeni isim çıkıyordu ve ben öğrenci harçlığımla yetişemiyordum hepsine. Aylin Aslım’ı keşfetmem video klibini ilk izlememle oldu.

Koskoca bir metropolün ortasında, mavi elbisesiyle duran bu genç kız, kırılgan sesiyle “Senin gibi, beni kimse sevmedi” derken o kadar sahici, o kadar samimiydi ki, insanın canına sarası ya da onu bu koca şehirde yapayalnız bırakan adamı bulup tekme tokat dalası geliyordu. Bu albüm içinde “4 gün 4 gece” ve “Zor Günler” gibi şapşahane, mupmuazzam (anlayın sayın postdaş, kelimeler kafi değil anlatmaya) şarkılar kliplendi. Özellikle 4 gün 4 gece benim Hollanda günlerimde sony walkmanimin en sık çalınan konuklarından oldu.

Albüm o zamana kadar 90lar popu olarak bilinen müzik türünün aksine, 2000’li yılların yeni müzik akımının rock, elektronik ve deneysel müziğe olacağına dair ipucu veriyordu. Everything But The Girl grubunun 90’larda yaptığının 2000’li yıllardaki modenize edilmiş versiyonu gibiydi. Yeniydi, ilginçti ve heyecan vericiydi. Ve her yeni heyecan verici müzik olayında olduğu gibi, o zaman Türkiye’de elektronik ve deneysel tarzın ilk örneği olarak lanse edilen bu albüme Türkiye hazır değildi sanırsam (neden şaşırmadım acaba? Türkiye yeni bir şeylere ne hazır ki zaten?) Zira rüzgarı fazla sürmeden Aylin Aslım kabuğuna çekildi. (Ya da biz öyle sandık!). Zira bu sürede Aylin Aslım kendini geliştirmekteydi ve ilk çıkışın yıldızı, ancak Aylin Aslım, 2005 yılında, Nurhan Damcıoğlu ile özdeşleşen “Ben Kalender Meşrebim” kantosunun rock versiyonuyla bir kez daha müzikseverlerin karşısına çıktığında parladı. 2001 yılında Power Records’tan çıkan albüm, 2006 yılında Pasaj Müzik etiketiyle yeniden müzik marketlerdeki yerini alırken, Aylin Aslım geçen 4 yılda biriktirdiklerini “Aylin Aslım ve Tayfası (Sütlü)” adıyla çıkardığı ikinci albümü “Gülyabani” ile paylaşınca tabiri caizse Aylın Aslım fırtınası koptu.

Gülyabaniyim ben, pek yabaniyim ben, girerim rüyanıza hepinizi yerim ben” derken, rock’a yelken açan Aslım, aslında bu şarkıda rockçılara yapılan eleştirilere bir cevap verir gibi gelir bana hep. Ben evde kendi kendime “gülyabaniyim ben” diye dönenirken annemin “ne söylüyosun sen öyle garip garip” demesi de ayrı bir yazı konusu olur yani :) .

Bu albümde artık 4 yaş daha olgun, müziğinin farkında olan, kalemi daha gelişmiş, sözleri daha eleştirel ve daha hayata dair bir şeyler söyleyen bir Aylin Aslım vardı. (Burada parantez açalım: Aylin Aslım’ın müzikal gelişimi, bu anlamda Alanis Morissette’in gelişimini aklıma getirir. Takip eden bilir Alanis Morissette, müzik dünyasına dancing queen tarzı şarkılarla girmiş, 3 albümü Jagged Little Pill ile “tamamdır, işte Alanis Müziği” denilen tarzını bulmuştur.) Aylin bu tarzı 2. albümünde buldu. Daha sert sözler ve müzikler yazan Aylin’in salt aşka ve acısına dair şarkılarının yanı sıra “Güldünya” gibi şarkılarla hayata kayıtsız kalmayan ve bir duruşu olan yönü de ön plana çıkmaya başladı. Dört sene sonunda “senin gibi beni kimse sevmedi” diye ağlayan kızdan “ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam” diyen güçlü kadın figürü çıkaran ve bu geçişi de gayet eli yüzü düzgün bir albümle kotaran bir Aylin vardı. Bu albümde bir “Ahh” vardır ki, gerçekten öyle bir aşkı yaşayan insana “Ahh” dedirtir!

Bak yine burdayım
Sana nazır is kokulu göğsümle
Yanındayım
Bak karşındayım
Bu dudaktan son defa öptüm
Farkındayım

Ahh bu tenin altında
Açılmış yaralarla
Giden bir can aslında
Ahh yine son kurşunla
Vurulmuş kanatlarla
Düşen bir can aslında

3. albümü “Canını Seven Kaçsın” ile Aylin yerini iyice sağlamlaştırdı. Sen Mi, Hoşuna Gitmedi Mi ve Aşk Geri Gelir parçaları kliplendirilen albüm güzel bir albümdü; bir parça Gülyabani’nin gölgesinde kaldıysa da, özellikle “Aşk Geri Gelir” parçası Aylin klasikleri arasındaki yerini çoktan aldı bile.

Aylin’in adı töre cinayetine kurban giden Güldünya için yapılan kampanyalarda ve albümlerde, nükleer santrallere karşı yapılan eylemlere katılmak için Samsun’a konser vermeye giden grubun içinde, Savaşa Hiç Gerek Yok albümünde, Van’daki depreme yönelik yapılan yardım konseri olan Van İçin Rock’ta, çeşitli sanatçıların albümlerinde konuk olarak hep görülür/anılır oldu. Şu sıralarda da SON isimli diziyle oyunculuğa adım attı, bir yandan da Mehmet Çağçağ ile Pazar geceleri Habertürk’te Ses Bir-Ki-Üç isimli müzik programını hazırlayıp sunuyor. Aylin Aslım sürekli konserler veriyor ve söz yazıp bestelemeye devam ediyor.

 
İşine gerçekten inandığı ve hissettiği doğrultuda devam eden insanın yaptığı her iş eninde sonunda başarıya ulaşır. Aylin Aslım da çok daha büyük işler yapmak için ivme kazandığı bir dönemde. Aylin Aslım’a saygı duyuyorum, zira söz-müziklerini kendisi yazan, kendisi söyleyen, söyleyecek sözü olan ve bu konuda kimseye eyvallah’ı olmayan ve müziklerini hayata ve insanlara karşı duyarlılığıyla birleştiren ve her eline klavye alanın şövalye kesildiği ve eleştiri ile hakaret arasındaki ince noktanın farkında olmayanlarla dolu sanal medyada gelen eleştirileri de serinkanlılığını ve görgüsünü bozmadan çok da iyi geri püskürtebilen kaç kişi kaldı ki?


7 Şubat 2012 Salı

...AYSEL GÜREL'E...



seni özlüyorum deli kadın, bütün bu dünyanın kiri pası içinde ekranlardan yansıyan ve bize her şeye rağmen umut var dedirten temiz sevincini, neşeni ve kaleminden akan yüreğini özlüyorum, senin en ince espri yaparken bile gözlerindeki derin bakışı, en ciddi konuda bile muzip yorumlarını, kısaca seni özlüyorum deli kadın. Bir resmine bakarken bile binlerce kare geçiyor gözümden, seni hiç tanımadım, tanıma imkanı bulamadım, ancak ben seni hep sevdim, senin bu dünyaya kattığın güzelliği sevdim, tüm dünyanın akılları bir araya gelse senin tek bir yorumla herkesi susturabilme becerini sevdim...

ama neyi sevmedim biliyo musun? daha seninle tanışmadan çekip gitmeni, daha şarkılar şiirler tamamlanmamışken çekip gitmeni, tabiri caizse daha karpuz kesecekken zengin kalkışı yapar gibi 80 +/- 60 yaşın baharında çekip gitmeni... yarım kaldı şarkılar, şiirler, daha çok şarkı var yazacak... daha fazla söz söyleyemem, söz söylemede senin eline su dökemem, senin sözünün üstüne söz söyleyemem, sadece diyebilirim ki, ulaşıyosa bu yazılar bir yerden sana, bir el salla oralardan bana. deli kızım uyan, bir tek sensin duyan!!! bu dünyada bize bir bakış borcun kaldı, acelen ne, bekle aysel! 

artık yok!! diyemiyorum; iyi ki vardı! diyorum...



bugün doğum günündü deli kadın ve herkes hep bir ağızdan seni andı. ne çok sevildiğini ve bizi hala ne çok mutlu ettiğinin farkında mısın? Gittiğin yerde doğum günün kutlu olsun...



6 Şubat 2012 Pazartesi

BİR KONSER HİKAYESİ - YAŞAR @ ANKARA JOLLY JOKER [04.02.2012]


Bir Yaşar konseri için daha yollardayım sevgili postdaş. Bu defa Ankara yollarındayım. Saat 10.30’da bindim otobüste, aklımda geceki gece. Hiç yorulmuyo musun bilader? Diyebilirsiniz ama bu yolculuklar benim için terapi gibi oluyor. Ah bilseniz ne hayaller, ne planlar, ne projeler kurgulanıyor, uygulanıyor bilseniz. Tabi bu benim uyanık kaldığım süre içindeki durum, Zira ben tekerlek döner dönmez uyuyakalanlardanım :)

Yol boyu bozulmamış kar örtüsü, bembeyaz bir martının gerdan tüyü kusursuzluğunda! Ya da her tarafa köpük püskürtmüşler gibi! Ya da dev bir kremşanti vadisinde gidiyoruz gibi! Vuuhuu :) Beş saatlik yolculuğun ardından bir senemin geçtiği Ankara’ya varıyorum. Yaşar’la bir ortak noktamız daha Ankara’nın ikimizin de askerlik yeri olması! Bilseniz postdaşlar o kadar ortak nokta var ki, yollarımızın kesişmesini resmen evren istedi, diyeceğim geliyor zaman zaman :)

Neyse efenim konuya geleyim. Ankara’da 3,5 saat dolanıp nostalji turumu tamamladıktan sonra, saat 19.00 gibi mekana gidiyorum. Yaşar henüz provada bu sıralarda. Mekanda Ececiğimle buluşucaz, onu beklerken önce Eylem abi çıktı kapıdan meğer tam provanın çıkışına denk gelmişim iyi mi? Ender’i görüyorum.

Burada bir parantez açalım ve Ender Balcı’dan bahsedelim. Yaşar’ın (ve daha birçok müzisyenin) ses teknisyeni (nasıl deniyor, tonmayster) ve hani her eve lazım olan dostlardan, üstelik piyasada olan iyi olan her işte onun parmağını görmek mümkün. Yaşar’ın yanı sıra, Şebnem Ferah’ın Mart 2007 Senfoni Orkestrası kaydından tutun, Sibel Tüzün’e, Pentagram’a kadar aklınıza gelebilecek her ‘iyi’ albümde imzası var (Fender üstat, iltifatdegilhepsigercek dot com).

Veee Yaşar’ı görüyorum kalabalık ve hepsi de canımın parçası olan grubun arasında. “Deli çocuk, napıyosun orda soğukta?” diyor, “Yapıcak işim yok, bekliyorum abi,” diyorum, gülüyor, o gülüşü bir ömre bedel. “Geç içerde bekle, beklenir mi bu soğukta dışarda?” diyor, “ben de çok üşüdüm, bir gidip gelicem,” diyor. Herkesle selamlaşıp yolcu ettikten sonra ben de içerde Ece’yi beklemeye başlıyorum. Ece geliyor yarım saat sonra. Ece benim Ankara’daki Yaşarcanlarımdan biri. Bu gece de kalabalık olucaz. Yaşar da o sırada tivit atıyor, “Ankara, bana bir koro lazım, Ama bu gece lazım” diye. Zaten organize olmuşuz, orasını düşünmesine gerek yok :) Bir süre sonra, önce ojeliparmaklar, stildirektörü ile beliriyor, sonra burculi_ geliyor, ekip yavaş yavaş toparlanıyor, sonra Özlem, Elif Zeynep yanlarında bir arkadaşlarıyla geliyor. En son zzzeris ve eşi Tuncay bey de gelince bizim Ankara grubu tamamlanıyor, aşağı inmeye hazırız.

Bu arada İstanbul’daki mekan ne kadar ıkış tıkış ve sıkıcıysa, buradaki Jolly Joker o kadar geniş. Bu konuya başka bir postun konusu olarak şimdilik kapatıyorum ama yeri gelince açılacak zira Jolly Joker’e biraz mesafeliysem İstanbul’daki Jolly Joker yüzündendir!

Ankaralı Yaşarcanlarımla geri sayıma geçiyoruz. Saat 23.30’da muhteşem gece başlıyor. Aman Allah ne kalabalık ne kalabalık… İnsanlar karlara inat sökün etmişler ve nasıl güzel eşlik ediyorlar. Tam Yaşarlık seyirci. Zira Yaşar’ı bilenler, Yaşar’ın seyirciden reaksiyon almayı en az şarkı söylemek kadar sevdiğini bilir. Bu öyle bi şey ki, Yaşar bir şarkıda seyirciden reaksiyon alamazsa, o şarkıya küser, öyle önemli yani.

Canlar canı Elif hanımın tivitine göre 2000 kişiyi bulmuş seyirci, bar konseri için rekor bir sayı. İnsanlar bir şeye hasret kalınca reaksiyonları o kadar coşkulu oluyor. Yaşar Ankara’ya epeydir gitmiyordu. Geçen sene bir Panora konseri vardı bir de 10 Aralık’ta gene Jolly Joker konseri. Bu neredeyse yıllar sonra 3. konseri oldu. Biraz da o nedenle, seyirci de çok coşkuluydu :)

Deniz Yoksulu ile başladı gece. Bu şarkının hep gaza getirici bir havası var daha introsuyla ve Yaşar bu şarkıyı kısa bir süre öncesine kadar repertuarına bile almıyordu! Öyle şarkılar var ki repertuara girmediği için yazık olan, neyse onlar da bize özel kalsın!

Yaşar’ın konserlerinde ilk üç sıra hiç değişmez: Deniz Yoksulu, Gel Benimle, Cezayir Menekşesi. Önce bu şarkılarla avcuna alır seyirciyi. Bu konserin ise farklı bir yanı vardı. Yaşar daha konserin başında “KAR”lı şarkılardan bir repertuvar hazırladığını söyledi. Ama doğrusu böylesi bir sürpriz beklemiyordum. Cezayir Menekşesi’nin bitimiyle, Yaşar, “Aman görmesin ama ben bir Kayahan şarkısı söyliycem,” dedi ve Kayahan’ı her ne kadar sevmesem de benim için özel parçalarından “Kar Tanesi” ile karlı şarkılara geçiş yapıyor.

Alıcı kuşlar gibi, başımın üstünde dönüp durmayın
Kol kola girip yalnızlığımı vurmayın yüzüme kar taneleri,
Ah özledim hem de çok özledim, ezberledim beklemeyi,
Yollar benim umudumdur, yolları kapatmayın,
Yağmayın yollarıma durun kar taneleri

Yaşar’ı kendi şarkıları dışında sevdiği şarkıları söylerken dinlemeyi ne çok sevdiğimi düşünüyorum o anda. Onun müzikal gelişimi sırasında sevdiği şarkılar ile benim dinlediklerim arasında paralellik kuruyorum. Kar Taneleri’ne coşkuyla eşlik ettikten sonra beklenen şarkı geliyor: Her Yerde Kar Var! Şarkının sürprizi Levent Altındağ’dan geliyor: Tombe La Neige, yani orijinali, ama Fransızca değil, Leventçe! “Umarım kimse Fransızca bilmiyordur,” diyerek şarkının ikinci kısmını Levent Baba’ya emanet ediyor Yaşar. Karlı şarkılardan 3. sü Edip Akbayram klasiği “Hava Nasıl Oralarda” bu şarkıları Yaşar’dan dinlemek müthiş. Sonrasında Barış Manço’ya bir selam çakıyor Yaşar, “Kara Sevda”

Nasıl anlatsam bilemiyorum, içim içime sığmıyor… şarkı sözü değil sevgili postdaş, hissettiğim! :)

Tepine tepine alkışlıyoruz! Ve gecenin sürprizi Yaşar’ın ağzından Karlı Kayın Ormanı’nın ilk satırları dökülürken, seyircilerin arasında olan Mr Bamteli, Tayfun Talipoğlu’na bir selam çakıyor Yaşar ve bir dakika sonra Tayfun Talipoğlu Yaşar’ın sahnesinde! Karlı Kayın Ormanı’nda düet yapıyorlar Yaşar ile Tayfun Talipoğlu ve Mr. Bamteli enfes yorumuyla bir de şiir patlatıyor. Gece öyle bir sürprizli…

Gecenin devamı Yaşar’ın konserlerde seslendirdiği, çok seslendirmediği ve/veya seslendirmeye fırsat bulamadığı şarkılarla devam ediyor. Acıtmıyor Sevdan, Bela Sevdan, Sebepsiz Fırtına, Masal, Gözler Aynı Sen, Yalancı Bahar… Bu gece Sevda Sinemalarda değil Jolly Joker’de. Çok güzel bir kalabalık. Muhteşem. Ve ardından Başımda Sevdan yeni düzenlemesi ile geliyor. Birinci yarı Hayırdır İnşallah ile bitiyor. (Bir Not: Bu kadar üzücü içerikli bir şarkı nasıl bu kadar herkesi şıkır şıkır oynatabiliyor. Bravis! Alper Arundar’a selamlar olsun…)

İkinci yarı kör bıçakla başlar mı başlar! Bu adam bu şarkıyı her konserde nasıl bir öncekinden daha derin söyler? Beni Koyup Gitme, Aldanırım, Beş Dakika Bekle Git, Yüreğimi Kaybettim ve daha nicesi birbiri ardına akarken, ben de her Herdemcinin yapması gereken görevi yerine getirip, aranıp konseri dinlemesi gereken kişilere dinletiyorum. :) Tivitırdan mesajlar yağıyor. 2000 kişilik koro Jolly Joker’de şarkılara eşlik ederken, Yaşar’a bakıyorum, o da çok keyifli, belki de beklediğinin üzerinde bir ilgi ve eşlik var. Onun için mutlu oluyorum ben de.

Konser bitişi de aynı başlangıcı gibi belli şarkılarla oluyor. Beni Unutma, Divane, Esirinim, Kuşlar, Birtanem. Konser normalden uzuyor ama kimsenin şikayeti yok, sabaha kadar olsa dinlenir yani, hem daha bir dolu şarkı var söylenicek. Ama Kuşlar biterken Yaşar hepimize geldiğimiz için teşekkür edip sahneyi bırakıyor, ama bu geçici bir gidiş, zira reaksiyona bakılırsa bu seyirci Yaşar’ı böyle kuru bir vedayla bırakıcak gibi değil. Nitekim öyle oluyor, YAAA-ŞARR, YAAA-ŞARR, YAAA-ŞAARR nidaları arasında Yaşar sahneye geri dönüyor ve serinin kalan son şarkısı olan Birtanem’i ve ardından Hoşça Kal Gözbebeğim’i söyleyerek, ağzımıza bir parmak bal çalıp iniyor sahneden. Sırada kulis var ama hepimiz büyülenmiş de büyüden uyanmış gibiyiz, sesler gitmiş… Bekliyoruz. Saat 02.30. Elif Hanım yanımıza geliyor, ayak üstü sohbet ediyoruz. Aklımda onunla da röportaj yapmak var. O yüzden şimdilik bu kadar bahsediyorum. :)

Yaşar çok bekletmiyor bizi ve tüm yorgunluğuna rağmen Yaşarcanlarının fotoğraf, bir fotoğraf daha, ayy bu güzel çıkmadı bir tane daha isteklerinden hiçbirini kırmayarak, herkesle tek tek fotoğraf çekiliyor. Biraz önce sahnede oradan oraya seken adamdan eser yok, o kadar sıcak ve mütevazi ki, insanın canına sarası geliyor. Ayak üstü konuşu İstanbul grubunun selamlarını iletiyorum ve herkesin fotoğraf/imza işleri bittikten olarak kadrolu izleyici olarak son sarılma hakkını kendimde görüp sıkı sıkı sarılıyorum. Ve artık gitme zamanı… Kafamı kulisin kapısında içeri sokup gruba da merhaba dememek olmaz :’(

Hep birlikte dışarı çıkıyoruz. Benim ritüelim Yaşar’ın arabası hareket edene kadar gitmemek, öyle bir huy edindim zaman içinde, dışarıda hem soluklanıyoruz, hem de geceyi konuşuyoruz, derken Yaşar dış kapıda görünüyor, başlıyoruz “Karlaraaaa inattt, yürürüz yollarına” diye ama konserde yeterince yorulan seslerden teneke tıkırtısı ayarında sesler çıkıyor :) Yaşar da “Amannn,” diyor, “daha söylemeyin” :) Hepimize yeniden teşekkür edip arabasına binip giderken grupla da vedalaşıyoruz, bir hafta sonraki İstanbul Jolly Joker konseri için sözleşiyoruz :) Bu konser, diyeceğim o dur ki, İstanbullu dinleyiciler için de bu şekilde yapılmalı.

Her konser benim için ayrı bir serüven keşfedilmeyi bekleyen, demem boşuna değil! Bir rüya daha diğer rüya geceler arasındaki yerini aldı. Sabaha karşı 05.30’da otobüsü bekleme esnasında yüzümde yorgun ama mutlu bir gülümseme yerini alırken aklımdan geçen son düşünce bu oluyor!

NOT: GECEDEN VİDEOLAR ÇOK YAKINDA BURADA!