Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Eylül 2015 Pazartesi

TUNCA'NIN MÜZİK KUTUSU...

Tunca’nın Müzik Kutusu
Bana dair birkaç kelam

7 yaşındaydım, piknikteydik, büyükler yemek içmek işlerine girişmişken, arkadaşlarım kendilerini o piknik alanında mutlu edecek ne kadar oyun varsa oynamak ve icat etmek peşindeydiler. Bense bir köşede tek başımaydım. Hayır, kimse beni oyunlarına almadığı için değil, tam tersine bilhassa o oyunlardan bile daha çok sevdiğim bir dünyada kaybolmuş olduğum için. Elimde gazetenin verdiği şarkı sözleri kitapçığı ve o kitapçığı şarkı sözlerini kendi kendine mırıldanan ve ezberleyen ben… O an benden mutlusu yoktu. Her türden şarkı vardı o kitapçıkta: Pop, TSM, Halk Müziği… Tür ayrımı yoktu ve ben kafamda çalan radyonun tek şarkıcısıydım her türde şarkı söyleyen :). Benim şu an geniş bir repertuarım varsa, o şarkı sözü kitapçıklarının büyük yeri vardır, ve o pikniklerin…

Müzik aşkı sonradan olmuyor, içinizde varsa, yaş filan dinlemeyip bir yerden fırlayıveriyor. Ben öyle bir çocuktum. Sivas’ın bozkırlarında büyürken, bir kasetçi amcam vardı, her hafta gider ordan on kaset alır, dinler, ertesi hafta onları götürür yenilerini alırdım. İlk kompakt diski de bir aile dostunun evinde görmüştüm o yıllarda (sene 1990 ya da 1991). Biri Leman Sam’ın Livaneli Şarkıları, biri MFÖ’nün Best Of’u, biri de Coşkun Sabah Anılar/Haykırmak İstiyorum albümü. Çocuk aklımla, kasetten farklı olan bu değişik yuvarlağa hayretle bakmış, ayna sanmıştım. Bir de radyonun içinde insanlar olduğuna inanan çocuklardandım.

Müzikle ilişkimde ailemin payı büyüktü tabi. Babam çocukluğundan beri her türlü enstrümanı çalar, annem de şarkı söylerdi. Ben çocukken anne babamın arkadaş ortamlarında, babamın çaldığı keman ve annemin söylediği şarkılar ile büyüdüm. Bana da söyletirlerdi arada. O yaşta çocuk, “demir attığğm yaalnızlığğaa” diye inlerdim. Bir de Emel Sayın’ın Son Gülen İyi Güler şarkısı vardır, babam sürekli söyletirdi. Babam bizi saz çalarak ninnilerle uyuturdu. Şimdi kaybolduğuna çok üzüldüğüm kasetlere sesimizi çekip beğenmeyip baştan baştan kaydederdik, depremde evin zarar gören tek eşyası olan otuz küsür yıllık teybimizde.
Benim hayatım müzikti. Tv’de çıkan müzik programlarını videoya kaydeder, listeleri takip eder, kendim listeler yapar ve çıkan albümleri alırdım (daha doğrusu aldırtırdım tabi ki, aylin livaneli'nin okulu asardım single'ı alınmadı diye çıngar çıkarıp dayağı yeyip oturmuşluğum da vardır yani :)). İlk kendi aldığım albüm Zerrin Özer - Dünya Tatlısı idi, ki o zamanlarda bile müzik zevki değişik bir çocuktum, Sevingül Bahadır, Banu gibi sanatçıları dinlerdim. Arşivciliğe o zamanlarda başlamıştım. Şimdi üzerinize afiyet 1800 kadar cd ve sayamadığım kadar çok kasetimin başlangıcıdır o albüm.



Hayatıma giren albümlerle ilgili o kadar anılarım var ki... Bunları da zaman zaman yazmak istiyorum. Aldığım albümlerde, özellikle çocukken aldığım albümlerde bazı şarkılar ya da televizyondaki klipler zamanla benim belleğimde bir kare oluşturur ve ne zaman o şarkıyı duysam ya da o klibi izlesem o albümü dinlediğim ya da klibi izlediğim tek bir kare aklımda canlanır, o zamana giderim, böyle anıları olan şarkıları ayrı bir severim. Mesela bir gün Sivas’ta bir kasırga çıktı. Böyle evlerin çatıları uçtu filan, göz gözü görmüyor, ben de aşağıda okul servisi bekliyorum saf gibi. Annem yukarı çağırıyo pencereden bir telaş, eve gidiyorum, hemen teybimin başına koşuyorum, teypteki kaset Aşkın Nur Yengi-Sevgiliye ve tesadüfe bakın ki albümün kaldığı yer: “Esiyorken rüzgarlar çılgınca başımda…” Şimdi Öyle Bakma şarkısı hep o kasırgada, teypte dinlediğim o zamana götürür beni.

Mesela 1995 yılında Kral Tv’de üç şarkı çok sık aralıklarla ve arka arkaya çalardı, Hazal-Sevdalım, Seçil-Uhde, Kerim Tekin-Cici Baba. Şimdi bu şarkıları ne zaman duysam, İzmit’teki evimizde o klipleri izlerken sabahladığım geceye geri dönerim. Yıllar sonra düşününce bile, şarkıların hayatıma hep bir şekilde dokunmak için var olduklarını hissediyorum.

900'lü hatlar yeni çıkmıştı, her sanatçının bir 900'lü hattı vardı, banda kaydedilmiş seslerden ibaret bu para tuzakları her müzik delisi çocuk gibi benim de cazibe merkezimdi. Babamların yurtdışında olduğu bir zamandı. Her gün onlarca kez onlarca sanatçıyı arar ve mesela Aşkın Nur Yengi'nin o gün pazardan iki kilo patates aldığını anlattığı bant kaydıyla kendimden geçer, "Aşkın Nur Yengi patates almıııış" nidalarıyla anlamsız bir sevinç duyardım. Bu sanatçıları arama tutkusundan namazında niyazında zavallı babaannem de (nur içinde yatsın) nasiplenir, "gel babaanne seni Zerrin Özer'le tanıştırayım" 'heyecanlarım'a katlanmak zorunda kalırdı. Ayyy hatırlıyorum bir telefon faturası gelmişti, babamlar yurtdışından döndüklerinde şok!! üç sayfa fatura full 900'lü hat (hatta ajda pekkan'ınki 900 900 888'di, o kadar çok aramıştım ki yıllar geçti hala aklımdadır numara). Babam o listedeki aranma sırasına göre bana tam üç sayfa boyu dayak atmıştı (şiddete karşıyız ama hak ettiydim :)) Sonra almıştı beni karşısına ve bu faturayı ödemeyeceğini ve belki de bu yüzden hapse gireceğini, eşyalara haciz geleceğini anlatmıştı sonra, o kadar dayaktan ağlamayan ben hayatımda anlamını bilmediğim ama kötü bi şey olduğunu sezdiğim o haciz kelimesiyle böğüre böğüre ağlamaya başlamıştım, gidip kumbaramdan ne kadar biriktirdiysem eline tutuşturmuştum, babam kızsın mı sevsin mi bilememişti.

Bir gün ablamla müzik marketteyiz, Tayfunla Tarkan yeni çıkmış, biz de karar vermeye çalışıyoruz hangisini alsak diye. Ablam piyano öğrencisi o yıllarda Bilkent Konservatuarını kazanmış filan, müzisyen duyarlılığıyla “Tayfun’u alalım, hem Tarkan tutmaz, yok makyajı bozulmuş yok çorabı da kaçmış, Tayfun saksafon da çalıyor hem” deyince, biz iki tane Tayfun kaseti alıp çıktık oradan, evet saf ve salaktık! Karar veremediysen alsana bir ondan bir ondan J Aynı ablam, bir gün eve bir geldim ki, benim kasetlerimin kartonetlerini tırtıklı yerlerinden yırtıyor. Ben de onunla oturup bir güzel o caanım kartonetleri yırtmıştım, yıllar sonra ablamın itirafı: “ne bilim, o tırtıkların yırtılmak için olduğunu sanıyodum” Oldu canım, görüşürüz bye J Olan onlarca kartonetsiz kalan kasetime oldu tabi.

Bir İlhan İrem olayı var ki, evlere şenlik. Şimdi efenim, İlhan İrem televizyona çıkınca televizyonun sesi kısılır ve biz ablamla kulağımızı Blaupunkt marka televizyonumuzun hoparlörüne dayardık, İlhan İrem’in sesinin böyle daha buğulu geldiğine dair saçma bir inanışımız vardı!

Bir de Yaşar var tabi ki. Müzikal yolculuğumun en önemli yanı. Değirmendere sahili henüz denizin dibini boylamamışken kulağımda valkmenimde Gel Benimle şarkısı kanıma girmişti. O da mesela bana Değirmendere’de geçirdiğim o güzel günü hatırlatır. O şarkının yeri ayrıdır bende. Yıllar içinde Yaşar bana her sanatçıdan daha yakın oldu, bir şarkıcıdan öte, kendimi onda bulduğum, farkında olmasa da dertlerimi dinleyen ya da sorunlarıma şarkılarıyla çareler bulan bir dost oldu. Ne mutlu bana ki, yıllar içinde gerçekten dost olduk. Bu yazıyı yazarken ondan bahsetmemek olmazdı.
Sevgili okuyucu, lafı fazla uzatmadan sonuca geleyim, buraya kadar sıkılmadan okuduysan, beni ve müziğe yaklaşımımı anlamışsındır. Bu köşede dinlediğim albümlerden, gittiğim konserlerden, müzikle ilgili ilginç anılarımdan, dinlediğim şarkıların bende yarattıklarından aklıma estiği gibi, içimden geldiği gibi, belli bir kalıba girmeden bahsediyorum kendimce, albüm tavsiyeleri ve listelerimle içimdeki müziği sana taşımaya çalışıyorum, kısaca seninle müzik üzerinden hayatı paylaşıyorum. Bu müzik kutusunda her şey var… Okursan ne mutlu… Bu yazı da böyle bir yazı olsun… Gelecek yazıma kadar hoş çakalın müzikle kalın. 


Hiç yorum yok: