WE WILL ROCK YOU: BİR MÜZİKALDEN FAZLASI
Sevgili
postdaşım,
Müzik
küçüklük zamanlarımdan beri benim için bir tutku iken, aklım yetmeye başlayıp
daha derinlemesine indikçe, müziğin içinde kaybolmaktan asla bıkmayacağım
dipsiz bir kuyu olduğunu anladım. Güzel ve hayatı yaşanılır kılan şarkıları
dinledikçe, kendimi de dinledim, yönümü buldum ve blogumun hayatıma girmesiyle
bambaşka bir ivme kazandı müzik sevgim. Gidebildiğim her konser, aldığım her
albüm, iletişime geçtiğim her sanatçı benim için başka kapılar açtı ve hayatımı
şekillendirdi. Bu yazı da, bilhassa beni çok etkileyen bir etkinlikten
bahsedicem, ama açıkçası nerden başlayacağımı bilmiyorum. :)
Konuyu çok
uzattığımın farkındayım, çünkü bugünkü yazı konum benim için çok kıymetli bir o
kadar da dile getirmesi zor bir konu. Kelimelerim yeterli olur mu ya da yeterli
derecede ifade edebilir miyim bilemem, ancak deneyeceğim. (Durun, şimdi bir
yere bağlayacağım.) Bugünkü yazımın konusu, çok uzun süredir görmeyi heyecanla
beklediğim, Freddie Mercury ve efsanevi grup Queen’in şarkılarından oluşan
"We Will Rock You" müzikali...
Müzikal 10
küsur yıldır dünyanın her tarafında kapalı gişe oynamış, bir ton ödül almış,
İzlenimlerimi yazmadan önce biraz bilgi vermek istiyorum. Çeşitli kaynaklardan topladığım
bilgiler şunlar:
* We Will
Rock You’nun temel fikri, 1996'da Venice Film Festivali’nde Brian May ve Roger
Taylor'ın Robert De Niro ile tanışması ile ortaya çıkar. Kızı sıkı bir Queen
hayranı olan De Niro'nun ikiliye ''sizin şarkılarınızdan oluşan bir müzikal
yapmayı düşünür müsünüz?'' demesi ile müzikalinin temeli atılır.
* 2000
yılında komedyen, yazar ve yönetmen Ben Elton; Brian May ve Roger Taylor ile
görüşerek projeyi başlatır.
* 2002
yılında, 2. Elizabeth’in 50. yıl kutlamaları kapsamında Buckingham Sarayı’nın
bahçesinde yapılan gösteriye 12.000 kişi katılmış, yüzbinlerce kişi sarayın
dışından izledi ve 200 milyon kişi de gösteriyi televizyondan takip etti.
* Aynı yıl
müzikal “Yılın En İyi Müzikali” dahil 5 ödül aldı.
* 2003
yılında 5 ayrı dalda, En iyi Müzikal, En İyi Müzikal Aktörü, En İyi Aktris, En
İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Yönetmen ödülü dahil toplam 20 ödülün
sahibi oldu.
* 2003'te,
İspanya'da tamamı İspanyolca bir gösteri hazırlandı ve İspanya EMI müzikale platinum
disk ödülü verdi.
* 2005
yılında WWRY ekibi 1000. gösterisine imza attı.
* 2008'de
Asya turu yaptı ve 38 performans sergiledi.
Biletlerini
5 ay öncesinden aldığımız müzikal için can arkadaşım Bircan ile Ülker Sports
Arena’nın yolunu tutuyoruz. Biletlerimizi birer ay arayla almış olmamıza rağmen
(O benden tam bir ay önce almıştı) yanyana bilet bulmak da evrenin bize bir
hediyesiydi. Biraz aradıktan sonra buluyoruz ve biraz oyalandıktan sonra içeri
giriyoruz. (Bu noktada bir üzüntümü belirtmek isterim. Böyle büyük büyük bir
etkinlik için koca İstanbul’da bir büyük tiyatro-opera-sahne sanatları binası
olmaması, bu etkinliğin bir basketbol sahasında yapılmak zorunda olması da bu ülkenin
kültür ayıbıdır bence!) İçeri girer girmez ilk işimiz –benim yıllardır peşinde
olduğum- We Will Rock You tişörtü ile Müzikalin sınırlı sayıda basım CD’sinden
almak oluyor.
Koltuklarımız
sahneden dört beş sandalye geride ve önümüzdeki sandalye de boş! Bundan büyük
keyif olur mu? Ve yavaş yavaş perde açılırken Innuendo yankılanmaya başlıyor.
Konusu, uzak uzak gelecekte, canlı müziğin ve enstrümanların yasaklandığı,
kişisel tüm özgürlüklerin kraliçe tarafından alındığı bir dünyada geçer. Bu
dünyada her şey dijitaldir, canlı müzik kat’a yasaktır ve herkes uyuşturulmuş,
bu düzene uydurulmuş ve tektipleştirilmiş, duygusuz, sorgulamayan, hissiz makineler
haline getirilmiştir. Dünya üzerinde tek bir enstrüman kalmıştır ve kraliçeden
kurtulmanın yolu, henüz “doğru kişinin” kendisi olduğunu bilmeyen işsiz güçsüz,
avare bir delikanlıdadır. Delikanlı kafasında sürekli anlam veremediği sesler
işitmekte ve delirdiğini düşünmektedir (sesler Queen şarkılarının sözleridir
aslında) delikanlı bu seslerin ne olduğunu bilememekle birlikte, aynı zamanda
kim olduğunu da bilmemektedir.
Delikanlının
yolu bir gün, tek tip kızlardan farklı olduğu, düşünebildiği, tektipleştirmeye
direnen, asi kızla -Scaramouche- kesişir. (Kızın başına üşüşüp farklı olduğu için onu
aşağılayan kızlar ve gülüşleri hala beni kafamın içinde sinir etmekte :) ) Başta
güvensizlik ve birbirine sinir olma şeklinde bu ilişki, zamanla aşka döner ve
kız delikanlının aklındaki boşlukları tamamlarken, delikanlı da neler olup
bittiğini yavaş yavaş kavramaya başlar. İkilinin yolu kraliçenin zulmünden
kaçıp sığınaklarda yaşam mücadelesi veren "Bohemler"le kesişir ve
birlikte kraliçeyi alt edecek enstrümanı bulmak üzere kafa kafaya verirler.
Zira Bohemler, Yaşayan Kaya’da gömülü enstrümanı bulacak kahramanı
beklemektedir ve o kahraman birden karşılarında bitiverir.
Müzikalde
oyunculuklar şahaneydi, özellikle kraliçe rolündeki oyuncunun mimikleri bizi
gülme krizine soktu. Bohemlerin her birine o zamanlar için geçmişte kalan bir
şarkıcının adı verilmekle birlikte, zaman zaman bazı espirilerle hakikaten
kahkahadan öldürdü bizi. Mesela karakterlerden biri, ad olarak kendine tam
olarak kim olduğunu bilmediği halde artık eskiye ait bir kişi ve eski bir hayal
olan Britney Spears adını takmıştı ve onun söylediği sözler Spears olarak
söylendiği zaman gerçekten komik geldi. Mesela, bir sahnede Spears karakteri
“aşk öldü” diyordu, bunu bir kişi diğerine aktarırken “Britney Spears aşk öldü
dedi” demesi müzikalin en güldüren ince esprilerindendi, salondan da kahkaha
seslerinin yükselmesi buna işaret.
Müzikalde,
gerçek müziğin ölmesine ithafen gerçek müziğin peşinde olup bugün aramızda
olmayan sanatçıların sayıldığı sahne çok dokunaklıydı. Amy Winehouse, Kurt
Cobain, Jimmy Hendrix, Jim Morrison ve tabi Freddy gibi isimlerin adlarının
anılması ile salonda alkış tufanı koptu.
Yerel
espriler de unutulmamış, bir sahnede kraliçe yardımcısına giydiği pahalı
kıyafetlerle ilgili yorum yaparken, yardımcısının Türkçe olarak "Salı
pazarından” demesi,üstüne kaliteyi yükseltmişler” demesi, enfes bir ayrıntıydı,
gülümsetti.
Müzikalde
Freddy Mercury’nin dehasının her bir zerresine tanık oluyorsunuz. Adam 91
yılında öldü ama öyle şarkılar yazmış ki, adeta bugünün müzik ortamını o
zamanda öngören bir kahinmiş resmen diyorsunuz. Konu esasında zaten bugünün
ortamına bir eleştiri ama Freddy'nin sözleriyle bağdaşınca cuk oturuyor.
Işıklar,
görseller, seçilen şarkılar, konu, işleniş… Senkronize danslar, enfes vokaller,
bir an bile kesilmeyen heyecan ve aksamayan trafiği ile bu müzikalin neden
ödüle doymadığına ve her seferinde kapalı gişe oynadığına şaşırmıyorsunuz,
sadece böyle prodüksiyonların neden bizde olmadığını düşünüp kızgınlıkla karışık
bir üzüntü duyuyorsunuz. Bu büyüleyici gösterinin içine girip, orayı
yaşıyorsunuz. Oyuncuların zaman zaman sahneden seyirciye laf atması, oyuna
çekmesi ile sadece seyirci deneyimi yaşamıyorsunuz, oyunun bir parçası
oluyorsunuz. Görseller gözlerinizi kamaştırıyor. Bilhassa Kraliçe (kitapçıktaki
oyunculardan hangisi olduğunu çıkaramadım :) ), Meat Loaf rolündeki Lucy Jones
(adından emin değilim), Scaramouche rolündeki Michelle Crook, Brit rolündeki
Rolan Bell ve Pop rolündeki Dean Read’in performanslarını çok çok iyi buldum.
Başrol oyuncusu olan Galileo Figaro (MIG Ayesa) önceleri biraz tutuk kaldı
sanmıştık, meğer rolü gereği öyleymiş, eziği oynuyormuş, sonradan kendine güven
kazanan yapıya bürününce sesinin muhteşemliğini ve oyun yeteneğini de gördük.
Müzikal
insanı düşündürmeden edemiyor. Ciddi bir sistem eleştirisi var. İnternet
çağında insanların birer makineye dönüşmesini, iletişimlerini sanal dünya
üzerinde yaparken gerçek insan ilişkilerinden uzaklaşmalarını, aynı şeyleri
yiyip, aynı şeyleri giyip, aynı şeyleri dinleyerek özbenliklerinden
uzaklaşmaları ve gerçek yaşama artık dokunamamalarını, sanal dünyanın düşünme
yetilerine ipotek konulmuş kurbanları olmalarını ve bunu düşünemeyecek kadar
başka şeylerle ilgilenmeleri sağlanmış organizmalar haline gelmelerini
eleştiriyor bir yandan. Mesela baş kahramanın adı Galieo Figaro, bu Bohemian
Rhapsody’de geçen bir isim aslında ama karakterin yaşadıkları ile
bağdaştırınca, orijinal Galileo Galilei geliyor aklıma, o dünyanın yuvarlak
olduğunu söylediği için cezalandırılmıştı, bu Galileo da canlı müziği ve
özgürlüğü savunduğu için.
Ekranın iki
yanındaki Türkçe çeviriler de İngilizceye hakim olmayanlar için iyi düşünülmüş,
ben de zaman zaman hem nasıl çevirmişler diye baktım (meslek hastalığı işte :)
) hem de İngiliz ingilizcesi ve şivesinden kaynaklı anlamadığım yerleri anlama
imkanım oldu.
Oyunda geri
kalan Queen üyeleri ile şaka yolu dalga geçilmesi de bir diğer hoş ayrıntıydı.
Oyunda
kazanan canlı ve gerçek enstrümanlarla çalınan müzik, dijitale galip geliyor ve
böylece canlı müzik dijitali alt ediyor. Bu noktada We are the Champions ve We
Will Rock You’nun arka arkaya gelmesi müzikalin kalbine son neşteri vuruyor.
Kısacası
sevgili postdaşım, bir müzikal izledim hayatım değişti. Yıllardır gelmesini beklediğim
müzikali, tam da hayal ettiğim gibi izlemek ve bambaşka deneyimler yaşamak, şu
fani dünyamın müthiş renklerinden biri oldu. Bir daha ne zaman gelir bilinmez
ama sizin için dileyebileceğim, inşallah siz de bu görsel ve işitsel şöleni
izleme şansını yakalarsınız…
Freddie Mercury hakkında:
Freddie Mercury’yi nasıl bilirsiniz bilmem ama ben onu üç kelimeyle tanımlasam, dahi,
çılgın ve bu dünyaya bahşedilmiş bir armağan derdim. Sırf ölürken söylediği son
sözleri bile ayrı bir saygınlık duyma sebebi: “Bu hayatta istediğim her şeyi
yaptım ve hiçbir pişmanlığım yok”, Bunu söyleyebilme lüksünü kaç kişi
yaşayabilir?
Freddy
Mercury, ince zekası, gözlem yeteneği, müzikal dehası ve ustalıkla şarkı
sözleri ile bir devrin ve gelecek devirlerin müzik anlayışını değiştirdi,
sahneye şov, dinamizm ve özgünlük getirdi. Neyse o olarak yaşadı ve öldü.
Ölürken yanı başında son altı yılını geçirdiği ve HIV pozitif çıkan Jim Hutton
ve ayrılsalar da bütün ömrü boyunca yanından hiç ayırmadığı ve “benim tek
aşkım” dediği Mary Austin vardı.
Freddy
Mercury cinselliğini ve biseksüel kimliğini de hiç saklamadı, onu da sonuna
kadar yaşadı ve o meşum hastalığa yakalandığını ilan ettiğinde bile, "show
must go on” gibi bir hediye bırakarak göğüsledi hastalığını. Adam nerden
baksanız hayata nanik yaparak gitti yani. Belki de bu dünya üzerinde yapacak
fazla bir şey kalmadığını hissetti ve öte dünyayı da biraz heyecan getirmek
istedi, kimbilir. Şarkılarında şu anın saçma müzik ortamına değindi "All
we hear is Radio GaGa" derken ya da günah çıkardı “We are the champions”ta
“I paid my dues, time after time, I got my sentence but committed no crime, And
bad mistakes, I made a few, I've had my share of sand kicked in my face - But
I've come through*” derken ve bütün yaşadıkları için kendini şampiyon addetti. Ya
da “I want to break free” derken, özgür olma isteğini haykırdı. Her şeyi geçin,
müzik tarihine “Bohemian Rhapsody” gibi türler, çağlar, müziklerüstü bir
taşlama şarkı kazandırması bile başlı başına yeter. Bu şarkı Dünya Müzik
Tarihinin ilk üç en üst şarkısından biridir.
FREDDIE ve MARY AUSTIN |
Freddy
Mercury 1991 yılında AIDS'ten öldüğünde 45 yaşındaydı. Bu linkte bazı diğer
ayrıntıları öğrenebilirsiniz: FREDDIE MERCURY'NİN HAYATI
1 yorum:
çok güzel bir yazı olmuş böyle güzellikleri böylesine güzel bir şekilde bizlerle paylaştığın için teşekkürler harikasın:)
Yorum Gönder