Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Şubat 2013 Pazar

90'LAR YAZI DİZİSİ.... NEREDELER (BÖLÜM 1)


Vee Tunca'nın Müzik Kutusundan sizler için devvv hizmet... Sevgili postdaşım, bu haftadan itibaren her pazar sizlere 90'ların çok sevdiğiniz isimleri ile yapmış olduğum röportajların ilkini yayınlıyorum. Bir süredir aklımdaydı, lakin hem sanatçılardan gelecek cevapları biriktirip düzenlemek, hem de yeni gelecek cevapları beklemek durumunda olduğum için gecikti. Efendim, bu röportajlara geçmeden önce birkaç açıklama yapma gereği duydum izninizle. Zira her röportajın bir girişi olmalı değil mi?

Kimi evlenip çoluk çocuğa karıştığı için, kimi kendi tercihi nedeniyle, kimi tutunamadığı için, kimi hakikaten iyi olmadığı için, kimi çok iyi olduğu halde sadece talihsizliğinden, kimi müzik piyasasının şartlarından… O ya da bu nedenle, müzik dünyasına 90’larda merhaba deyip sonrasında –en azından medyada görünürlük açısından- müzik dünyasından çekilen sanatçılara değiniciim bu postta sevgili postdaşlar… Bu listeye bakıp da “aaaa… ooooo… hakkaten yaaaa… aa sahi bu da vardı” nidaları eşliğinde okuyacağınızı düşündüğüm bu yazı hakikaten keyifli bir süreçte ortaya çıktı, ben de çok keyif aldım. Bu isimleri hatırlarken, yazıyı yazdığım sırada dinlediğim albümleriyle bir nostalji yolculuğuna çıktım adeta (mendiller hazır mı postdaşlar?:)).

Listeye bakıp “ya şunu niye eklemedin?” de diyebilirsiniz. Ancaaaak, öncelikle açıklamamı okuyunuz. Bu yazıda, öncelikle 90larda albüm çıkarmış ve sonrasında müzikle bağlarını kopartmış –en azından bildiğimiz kadarıyla sahne de yapmayan- şarkıcıları konu ettim. Bu yüzden hayır, sevgili postdaş, listeye Göksel, Tarkan, Deniz Seki, Yaşar, Sezen klanları, Emre Altuğ, Niran Ünsal, Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Mustafa Sandal, Serdar Ortaç gibi artık müzikte yer etmiş ve müzikle hala hem sahne hem de albüm olarak devam eden isimleri veya Haydi Çal Çal Emre gibi yıllar sonra gene hayatımıza kabus gibi çöken, yokluğunda özlemediğimiz ve nedense yeniden hortlayan isimleri eklemedim. Kimbilir onlar da belki başka bir postun konusu olur. Hem belki bir başka postta, zamanında büyük gürültüler kopartsalar da yıllar sonra tekrar meydana çıkıp tutmayan albümlere imza atarak hayal kırıklığı yaratan isimlerin (nö, nö, nö sevgili postdaş isim vermem, kendiniz bulunuz) neden tutmadıklarını daha detaylı analiz ederiz birlikte.

Bu yazının yazım sürecinde ulaşabildiğim ve nezaketleriyle sorularıma cevap veren o yılların tüm değerli şarkıcılarına; ASLI’ya, AYŞEN’e, TUĞÇE SAN’a, UHDE SEÇİL’e, ŞEHNAZ’a, OKAN AKDENİZ’e, ÖZLEM YÜKSEK’e, AH CANIM AHMET’e, JALE’ye, CANKAT’a, HAZAL’a, FEYZAN DOĞAN’a, METİNER’e, NİDA’ya, HELLO OZAN’a, GÖNÜLLÜ YAZILDIM GÖKSEL’e, GMG’den GÖKHAN KETENCİ’ye, ARZU ECE’ye, ERDİNÇ’e, HAZAL’a, ERDİNÇ’e, BORA GENCER’e, +1 ENGİN’e, sorularıma cevap vermek istemeseler de, teşekkürlerini esirgemeyen RENGİN’e, FÜSUN’a, DEMET’e, CANAN TAŞKIN’a ve YEŞİM DÖNÜŞ IŞIN’a,
Ulaşmaya çalışıp da ulaşamadığım daha nicelerine teşekkürlerimle, iyi ki varlar hala…

Bu yarı kişisel anılarıma, yarı röportaj olan postta sevgili sanatçılara aşağıdaki soruları sordum. Zira bunlar hem benim merak ettiğim hem de her müzik ortamının genel konularını içeriyor.

1) Albüm çıkarmaya nasıl karar vermiştiniz? İlk albümü çıkarma heyecanınızı ve o süreci kısaca anlatır mısınız?
2) 90lı yıllardan hala akıllarda kalan bir isim olarak, albüm yapmayı neden bıraktınız? Kendi tercihiniz miydi? Ya da müzik sektöründeki şartlar mı buna neden oldu?
3) Albüm sonrası dönemde neler yaptınız? Müzikle bağlantınız nasıl sürdü? Ya da sürdü mü? Şahsen ben bir dönem her daim gözümüzün kulağımızın önünde olan sanatçıların albüm yapmadıkları, bildiğimiz bir sahne çalışması olmadığı dönemlerde neler yaptığını öğrenmek üzere yazıyorum biraz da bu yazıyı.
4) Hala akılda kalmış işler yapan ve uzun süredir albüm yapmamış olmasına rağmen hala şarkıları hatırlanan bir sanatçı olarak, bugünün hemen tüketilen müzik ortamı ve profiline nasıl bakıyorsunuz? Sizce neydi sizi farklı kılan, neydi şarkılarınızı yıllardır eskimeden sürekli gündemde tutan?
5) Hala albümlerinizi dinleyen ve o zamanların şimdiki zamanlardan çok daha güzel olduğunu düşünen dinleyicilerinize bir mesajınız veya –umarım yeni çalışmalarınızın müjdesi veya sizi canlı izleyebilecekleri bir program var mı duyurmak istediğiniz?

Efenim Şölenimize katılan isimlere geçmeden önce (ehh bi geç artık be adam!) yolculuğunuz esnasında Tunca Turizmi tercih ettiğiniz için teşekkür eder, keyifli yolculuklar dilerizzz J J

Sayın ve sevgili postdaşım, ilk konuğum AH CANIM AHMET oldu.

1995 yılı, Türkçe pop müzikte Yonca Evcimik’le başlayan pop patlamasının doruk noktasına ulaştığı bir yıl oldu. Bu yıl artık müzik piyasasının iyice popa teslim olduğu ve bir düzlüğe ulaştığı yıl oldu. Şu an bildiğimiz pek çok isim birer birer müzik dünyasına merhaba dedi. HAZAL, SEÇİL, CANKAT, MANSUR ARK, RAFET EL ROMAN, TUĞÇE SAN, Allah rahmet eylesin AJLAN, gene Allah rahmet eylesin KERİM TEKİN ve daha birçokları için çıkış yılıydı. O yılın bir başka özelliği müzikte türlerin ortaya çıkışıydı, zira mesela Mansur Ark, Cankat, Ahmet gibi her biri arklı türün temsilcisi isimler pop müziğe bir soluk getirdi. Ahmet, Ah Canım adlı şarkısıyla ilk kez TV’lerde görünmeye başladığında, “wooww” demiştim. O zamana kadar dinlediğim tarzlardan çok farklı bir tarzdı. Başına ters geçirilmiş kasketi ve deri kıyafetleri imaj çağını yansıtırken, kesinlikle Türk pop çizgisinin dışında bir elektronik pop tarzı ile Ahmet özgünlük sıfatını haklı olarak hak ediyor.

Ahmet 1995 yılındaki çıkışından sonra, 1997’de Dayanamam, 1998’de Aşık ve aradaki dijital olarak yayınlanan teklisi İstanbul’un dışında 2010 yılında Metropol isimli, gene Ahmet farkını yansıtır bir albüm çıkardı.

Ahmet’in hikayesi de bir hayalle başlıyor, zira Ahmet şöyle diyor: “1. albümümü çıkarma fikri benim hazırladığım ve gerçekleştirmek istediğim bir hayalimdi ve gerçekleştirdim. Bunu yaparken yüzeysel beklentiler içinde olmadım; müziğim özgür, cesur, vizyonu açık olmalıydı, sanırım sonuç da öyle oldu”.
Ahmet Türkiye’ye ilk geldiğinde Özkan Uğur’la tanışması dönüm noktası olmuş; Uğur Ahmet’i ve müziğini sevince, yardımcı olup ilk albümü çıkarmasını sağlamış ve hala 90’lar denince ilk akla gelen, hatta 2000’lerde de bahsi geçen nadir albümlerden olan Ah Canım böylece çıkmış. Buradan Özkan Uğur’a da saygılarımızı iletelim.

Daha sonra sırasıyla Dayanamam ve Aşık albümleri geldi. Bu albümler Ahmet’in 90’lı yıllardaki yerini sağlamlaştıran albümlerdi. Tam her şey yerine oturdu, Aşık ve Uzun İnce Bir Yoldayım yorumu ses getiriyor derken Ahmet de 17 Ağustos depreminden etkilenip yurtdışına dönmüş ve uzun bir süre dönmemiş. Her ne kadar bizim müzik piyasasında görünür olmasa da, müzik çalışmalarına orada devam etmiş, farklı müzik projeleri üretip içinde yer almış. Sonrasındaki gelişmeler, Ahmet’i biraz küstürmüş müzik piyasasına,”Müzik dünyasında vitrinde yer almak 3 maymunu oynamakla eş değer geldi bana, hatta üretimime zarar verdiğini fark ettim. Bana göre saçmalıkların da bir bedeli var, o bedeli bu seçimi yapanlar ödeyecektir; ben içinde olmaktan kendimi iyi hissetmedim; benim istediğim sadece paylaşmaktı, bu iyi bir amaç, ancak sonrasında olanlar çok pozitif gelişmedi benim için. Daha basit bir örnekle sevdiğim arkadaşlarımla yemeğe eğlenmeye çıktık, her şey güzeldi ancak gecenin sonunda çıkan rezalet geceye damgasını vurdu gibi oldu” diyor Ahmet.

Bundan sonra kendi seçimi ve kararıyla müzik kariyerini dondurup çoğunluğa azınlığa sunmaya başlamış müzik projelerini. Bu projelerinden biri Mr. Voice ve bu projeyi Türkiye’de ve yurtdışında sunmaya hazırlanıyor. Detaylarını proje gerçekleşirse öğreneceğiz. Bunun dışında Ah Canım Ahmet olarak Ahmet’i sık sık 90’lar gecelerinde görebilmek mümkün. Bu bence bir başarıdır. Yani Ahmet adı aradan bu kadar sene geçmesine ve çok fazla göz önünde işler yapmamasına rağmen hala biliniyor ve anılıyor.

Ahmet müziğinin neden kalıcı olmasını ve hala hatırlanmasını neye bağladığı sorulduğunda, kendi dönemine, müziğe ve topluma pozitif değer kattığını düşündüğünü söyledi ve şu ekledi: “Kendime has yorumum ve müziğimle farklılığı yaratabildim sanırım, paylaşmak güzel çünkü. İsmini koyamadığım bir sevgi kaynağından besleniyorum, o kaynak ben yaşadığım sürece akacak hayata ve müziğime”.

Ahmet her ne kadar medyada 90’larla anılsa da, aslında müzik çalışmalarına tam gaz devam ediyor. Halen bir tehazırlığı içinden olduğunu, diğer yandan yeni sanatçı adayları için hazırladığı müzikler olduğunu, bunun yanı sıra bir süre önce kurduğu müzik ve film yapım şirketinde ekip arkadaşları ile gerçekleştirmekte olduğu orta ölçekli reklam filmleri ve video klip çekimleri olduğunu, yani müzikle sürekli iç içe bir yaşam sürdürdüğünü söyledi. Bu arada İstanbul’a yerleşmiş.

Son söz olarak, ben bırakayım Ahmet konuşsun: “Her dönem kendi içinde güzelliği ve çirkinliği barındırır; ben kendi dönemimde -ki bu bitmiş veya geçmişte kalmış bir dönem değil- sadece pozitif işler gerçekleştirdiğime inanıyorum; yaptığım işler özgür olduğu kadar cesurca ve kendine ait bir yorumla atılmış adımlardır. İyi müzik iyi bir histir ve her şey hislerle başlar ve paylaştıkça yayılır çoğalır bu his”.

Ne diyelim, “Pozitif düşünce de kazanır!” :)



ARZU ECE

Arzu Ece’yi kısaca nasıl tanıtacağımı, ya da söze nerden başlayacağımı kestirmek gerçekten çok zor. O kadar dolu yaşanmış ve o kadar müzikle dolu bir yaşamı hem onun için hem de benim için kısaltarak anlatmak çok zor ama buradan bir başlangıç yapayım. Hem siz sevgili postdaşlarım, merak edip daha fazla ayrıntı isterseniz, sevgili abim Yavuz Hakan Tok’un Arzu Ece yazısını okuyun derim. Bu yazıda albüm çıkarma süreci ve sonrasını kısaca anlatmaya çalışıcam. Arzu Ece’yi ilk kez Eurovizyon 1989’da Grup Pan’ın Bana Bana şarkısıyla tanıyanlardanım sevgili postdaş. Timur Selçuk’Un şarkısı olan Bana Bana’yı Arzu Ece, Hazal Selçuk, Vedat Sakman ve adını hatırlayamadığım başka bir müzisyen daha söylemişti. O kadar sene geçti üzerinden, hala dün gibi hatırlarım ilk dinlediğim zamanı, Eurovizyonun en aklımda kalan şarkılarındandı. Bu yazının yazım sürecinde sevgili Arzu Ece ile öyle güzel bir dialog gelişti ki aramızda, benim gözümdeki Arzu Ece’yi bir kat daha değerlendirdi, kalbimin köşesine kuruluverdi ve bu soruları, yakın zamanda kurtulacağını umduğum bir hastalığın tedavisi sürerken yanıtladı. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az. Zira nice sevdiğim sanatçı dediğim pek çok isimden hiçbir ses çıkmazken, Arzu Ece, taa Amerika’lardan –hem de seve seve diyerek- yanıtladı sorularımı. Hazırsanız, hem sesi hem kendi güzel bu sanatçımızı bir nebze olsun anlatmaya başlayayım.

Arzu Ece, 1995 yılının en akılda kalan albümlerinden olan Sebebi Yok’u çocukluk yıllarından beri yaptığı besteleri ve sözleri, utanıp kimselere dinletemezken,cesaretini toplayarak dinlettiği birkaç müzik adamının çok olumlu eleştirileri üzerine çıkarmış. Ancak gene o zamanın çoğu değerli sanatçısı gibi anlaşma yaptığı firmanın dağıtım ve tanıtım konusundaki yetersizliğinin kurbanı olmuş bu güzelim albüm, akabinde piyasadan toplatılmış. (Ben de fellik fellik arıyorum bu albümü her yerde, du bakalım bulucaz elbet). Sonrasında anlaşmalarla el kolu bağlanan Arzu Ece, anlaşmanın cezai şartları nedeniyle başka bir firmayla da devam edememiş. “Yazık oldu albüme” diyor. (bence de çok yazık olmuş)
Canım Abim YAVUZ HAKAN TOK'UN SAYFASINDAN ALINTI
 Albüm sonrası dönemde neler yaptığını sorduğumda şunları söyledi Arzu Ece: “Sebebi yok albümü sonrası, biraz küskünlük dönemi yaşadım ama, o sıralar yine yıllardır yaptığım jingle işine devam ediyordum ve hayatımın her döneminde olduğu gibi,ticaret işi de yapıyordum (pattisserie opera'yı işletiyordum o dönem) ardından eski eşimle birlikte, dizi film ve uzun metraj film müzikleri yapmaya başladık (beste,söz ve seslendirme)” Sonrasında rutin bir kontrol için gittiği sağlık kontrolünde kötü haberi almış Arzu Ece, ama nasıl diye sorarsanız, resimde göründüğü gibi, şu an tamamen sağlıklı ve gelecek projelerin heyecanı gözlerine yansımış… (Foto için sağol Yavuz abi)

Şarkılarımın ve albümümün nasıl akıllarda kalabildiğine dair net bir şey diyemiyor Arzu Ece ancak bunun sebebi ne olursa olsun, onu çok mutlu ettiğini söylüyor: “Ben de defalarca kendime ve çevreme sordum fakat tatminkar bir cevap alamadım. Aslında Türkçe şarkı isimlerinden çok,tipimi hatırlıyorlar! ve halen Amerika’da bile tanıyorlar beni... Bu inanılmaz mutluluk verici bir şey =) Hemen sesimin renginden, tipimden ve özellikle söylediğim İngilizce parçalardan bahsediyorlar... belki de,jazz ve dans müziği söylemem, insanlara farklı geliyordu!?

Arzu Ece’nin şu aralar neler yaptığına dair sorumu, söyleşinin yapıldığı sırada tedavisi devam ettiğinden dolayı net verememişti Arzu Ece, ancak bugün Yavuz Hakan Tok’un fotoğrafından yansıyan parıldama, çok güzel günlerin habercisi gibi. Kimbilir Arzu Ece, yıllar sonra bu sefer yeni albümüyle bir yazının konusu olur. Bekleyip görelim.

Son söz olarak Arzu Ece’den sevenlerine bir mesaj geliyor: “Hepsini çok özlediğimi ve kucaklamak için çok şeyden vazgeçebileceğimi söyleyebilirim=)



Bu arada Arzu Ece’nin Facebook sayfasından ilan ettiği, gurur duyduğum bir haberi de eklemeden geçmeyelim: “Amerika’da, gelirini Kanser Savaşçılarının yaralarını sarabilmeleri amacıyla yaptığım ''Master Chemo'' adlı single albümümün gelirini bağışladıktan sonra, albümün yapımında ve tanıtımında emeği geçenlere, Kanser Savaşçılarından çok anlamlı bir jest geldi... Bu teşekkür biçimiyle taçlandırılacak ödül sahiplerine, ödülleri teslim etme görevini gerçekleştireceğim için, çok heyecanlı ve duygu doluyum...” Biz seni çok seviyoruz Arzu Ece, hem de çok sebebi var!!!




ASLI (Deli Yarim)

İlk kez bir ovada “Sevda Yüzlüm, tükendiğimi söyle” diyerek hayatımıza girdiğinde takvimler 1997’yi gösteriyordu. Bu gür güzel sesli şarkıcıyı ilk duyduğumda hissettiğim, ne kadar karakterli ve diğerlerinin arasından sıyrılan bir sesi olduğuydu. Sanat müziğine çok yakıştırdım o sesi. (Not: Bunu bir de Nalan’da hissederim). Ancak bu güzel ses, Sevda Yüzlüm ve Deli Yarim isimli iki klip yaptıktan sonra, tabiri caizse birden ortadan kayboldu! Tam Prestij müziği kapanmasına yakın yıllardı, aslında bu yüzden biraz talihsiz bulurum Aslı’yı bu yüzden. Başka bir plak şirketide olsa belki hala albümlerini dinliyor olucaktık, ama hayat şimdi onu tam da mutlu olduğu hayata yöneltmiş. Ben söyleşimizde bu sonucu çıkardım ve onun için mutlu olsun, kendim için de bize en azından dinleyebileceğimiz Deli Yarim gibi bir albüm bıraktığı için mutlu oldum.

Yıllar boyu aradım araştırdım ve imdadım facebook’tan açılan sayfa yetişti. Orada o sayfanın açılmasından ve hala hatırlanmaktan dolayı duyduğu mutluluğu yazan bir notta Aslı’nın izini buldum ve hemmmeen sorularımı yönelttim, sağolsun, sorularıma içtenlikle yanıt verdi. Yazının sonunu aslında baştan söyleyerek girdi konuya Aslı.

Albüm yapmayı bıraktıktan sonra öğretmenliğe başladım. Evlendim ve Asya adında 9 yaşında bir kızım var. Albümümün hala bu kadar seviliyor olması beni hem mutlu etti hem de duygulandırdı. İlginize ve içten duygularınıza teşekkür ediyorum. Sevgiler....”

Aslı’nın hikayesi de damarlarında müzik akan pek çokları ile aynı şekilde başlamış. Çocukluk hayali sadece şarkı söylemek olan Aslı, üniversitedeyken albüm yapmayı kafasına koyduğunu söylüyor. Bir demo hazırlıyor ve Albüme adını veren “Deli Yarim” şarkısının demosunu o zamanın en dev plak şirketi olan Prestij Müzik’e ulaştırıyor. Sonradan albümün de prodüktörü olan merhum Recai Şen’in şarkıyı ve Aslı’nın ses rengini beğenmesi ile hemen anlaşma imzalanıyor ve hayallerin gerçekleşmesine giden yolda maraton başlıyor.

Sonrasında müzik piyasasının şartlarının hayallerindeki gibi çıkmaması, kendi tabiriyle kan uyuşmazlığı nedeniyle 2. albümün hazırlıklarına başladığı bir dönemde, zor da olsa müzik dünyasından çekilmeye karar veriyor. “İşin hilesine ve şeytanlıklarına ayak uyduramadım. Yani kan uyuşmazlığı oldu ve bırakmaya karar verdim. Karar alana kadar biraz zorlandım ama su an ne kadar doğru yaptığımı görüyorum.. Şu anda tüm sanat camiasının aslında sahip olmak istediği ve uğraşlar verdiği mutlu bir aileye harika bir çocuğa sahibim” diyerek aslında hayatın ona sunduğu başka –ve daha mutlu olacağı- bir kapıyı seçmiş. Şu anda öğretmenlik yapıyor ve müziği iyi bir dinleyici ve dostlarla beraberken ‘ailemizin sanatçısı’ (burada gülüyor :) ) seklinde yapıyor ve izliyor.

Aslı bugünün müzik dünyasına yönelik olarak, o zamana kıyasla, şimdiki müzik dünyasında yapımcıların sanatçılara (ya da adaylara mı desek acaba daha doğru olur, diye parantez açıyor) yatırım yapmadığını artık firmaların hazır albümlerin dağıtımcısı haline geldiğini oysa eskiden bir firmanın önce birçok demo arasından seçim yaptığını, sonra bunlardan seçilen bir albüme yatırıma yaptığını anlattı. Çok fazla şarkı ve şarkıcı olduğuna, çoğunun da artık kendi albümlerini kendilerinin finanse ettiğine değinerek, şimdi albümün yapılmış hazır olarak firmalara gittiğini, firmaları ise tek fonksiyonunun albümlerin halka ulaşmasında aracı olması olduğunu söylüyor.

Aslı’nın dinleyenlerine bir de mesajı var: “Öncelikle sana ve tüm müzik dostlarına sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Müziğin sihrine ve ruhuna çok inanırım. Hayat sürprizler getirebiliyor, yaşatabiliyor. Kim bilir belki bir gün bir yerde yollarımız kesişebilir:)) gönül dolusu sevgiler

Yolumuza kesişene kadar Aslı’ya “bile bile lades olmayı” seçiyorum ben de.


AYŞEN


1997 yılında “Nerdesin” ile 90’lı yıllara aranjman –daha bilindik bir tabirle “cover”- kulvarında yeni bir soluk getirmişti Ayşen. O kadar başarılı bir çıkıştı ve o kadar dikkat çekiciydi ki, Ayşen’in adını daha çok duyacağımıza emindim. Velakin ilk albümü Uzaktan Geldim’de Nerdesin, Aman Be ve özellikle klibiyle ses getirn Uzaktan Geldim gibi Türk Pop müziği klasiklerini içeren bu albümün rüzgarı 1999 yılında artarak devam etti. Bu albümde de Gloria Estefan’dan Mariah Carey’den cover’larla ancak tamamen kendine özgü bir yorum tığı şarkılarla bir kez daha bravo dedirtmişti Ayşen. (Özellikle bir Sen Bitti Zannet şarkısı vardır sevgili postdaş, yıkar yıkarrrrr…)

Ayşen albümün çıkış hikayesini öyle güzel anlatıyor ki, noktasına dkunmadan aktarıyorum sevgili postdaş: “Albüm çıkmadan evvel İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda öğrenciydim. Bu esnada arkadaşım Erkan Güleryüz bir albüm çalışması yapıyordu. Benim de bu albümde bir geri vokalim vardı. Bu geri vokali marşandiz stüdyolarının genel müdürü Tanju Arıkan dinliyor ve ‘bu kızı bana hemen bulun’ diyor. Yapmış olduğumuz toplantıda tam da hayalim olan albüm projesinin yapılacağını duyunca çok sevindim. Yıllar sonra bile bence de Türkiye’de yapılmış en güzel ve iyi albümlerden biri… Albümün yapım aşaması 1.5 yıl sürdü. Bir kısmı Türkiye’de bir kısmı da İngiltere’de tamamlandı. İlklerin başarılı bir şekilde uygulandığı mükemmel bir ekip çalışmasıydı.

Ayşen müzik piyasasına iki tane şapşahane albüm hediye ettikten sonra görünür müzik piyasasından uzaklaştı (ya da biz öyle sandık, aslında o sırada o kadar faalmiş ki, işte yanılgı sevgili postdaş, albüm çkarmıyor diye, her sanatçıyı müzikten uzak düştü sanma yanılgısı). Albüm yapmayı kendi tercihi ile bırakmış, zira o da her idealist müzisyen gibi, o zamani müzikal ortam, şartlar ve insanların onu hayalkırıklığına uğratması sonucu bu kararı vermiş. Burada Tanju Arıkan’ı tenzih ediyor ve saygıyla anıyor. Sonrasında bakın neler yapmış Ayşen: “Ben albüm yapmama kararımdan sonra kesintisiz müziğe devam ettim. Pek çok albüm vokalinde yer aldım. İşin mutfağında hep çalıştım. Bununla beraber Garo Mafyan,  Atilla Özdemiroğlu gibi önemli müzisyenlerin yer aldığı İstanbul Gelişim Orkestrası’nın solistliğini yaptım ve halen yapıyorum. Gelişim’den ayrıldığım dönemde Enbe orkestrasının solistliğini yaptım ve albümlerinde parçalar seslendirdim. Kendi sahne performanslarımı da halen yapmaktayım

Ayşen’in hala biliniyor ve tanınıyor olmasında, o zaman için kendi özgün tarzını ve yorumun yaratabilmesi ve benimsetebilmesiydi. 70’lerin aranjman döneminin 90’lardaki modern versiyonu gibiydi Ayşen’in yaptığı. Daha profesyonel ve daha yüksek standartlarda tabi ki. Artık gelişimini tamamlamış Türkiye’de cesaret edilemeyen bir işti, zira herkes albümüne bir iki cover şarkı alma furyası başlamamıştı henüz.. Ayşen bu projenin herkes için ticari kaygısı olan bir proje olduğunu inkar etmiyor ama gene de yüksek bir satış grafiği yakaladıklarını belirtiyor: “Söylemekte sakınca yok ilk çıkışımı 4ooo cd 4000 kasetti. İlk hafta 150000 sattı. Açıkçası bizde bunu beklemiyorduk”. Ayşen’e göre o zamandan bu zamana değişen bir şey yok, aynı kaygılar sürüyor. Albüm bazında düşen satışların dijital platformla dengelendiğini ve bundan çok iyi kazanç elde edildiğini söylüyor. (Halbuki bu durumun kazançları da etkilediğini söyleyenler olmuştu. Bu açıdan Ayşen’in sözü ilginç geldi bana).

Ayşen sevenlerine selamlarını gönderirken şarkılarının halen dinleniyor ve seviliyor olmasından duyduğu mutluluğu anlatıyor. Ve talihsiz bir olayın vesile olduğu müjdeyi veriyor: “Yaklaşık 1 sene evvel ağır bir ameliyat geçirdim ve biraz kıyıdan döndüm. o nedenle tekrar albüm yapma kararı aldım. Şu an da maxi single olarak çıkaracağım. Hem ilk albüm tarzımda parçalar var, hem de daha bize yakın parçalar. Herkesin beğeneceğini düşünüyorum. Sevgilerrrr”

Bu röportajın üzerine Ayşen’i Kürşat Başar’ın albümünde görmeyeyim mi? Bu duruma çok sevinmeyeyim mi? Albümün ilk klibinin de Ayşen’e çekilmesiyle sevincim katlanmasın mı? Sizi bilmem ama sevgili postdaş ben Ayşen’i ekranda görünce eski bir dostu görmüş gibi oluyorum. Çok seviyorum onu ekranda görmeyi. Dilerim bir daha bu kadar uzak kalmaz. Zira bu sesin yeni şarkılarla kulaklarıma dolmadığı yıllar kayıp yıllardır, yazıktır, acıklıdır… hem Ayşen’e hem biz müzik severlere…Bunca yılın hatrına Ayşen’e soruyorum: Var mıydı böyle kaçmak, nerdesinnn??








DEVAMI HAFTAYA...

Hiç yorum yok: