Vee Tunca'nın Müzik Kutusundan sizler için devvv hizmet... Sevgili postdaşım, bu haftadan itibaren her pazar sizlere 90'ların çok sevdiğiniz isimleri ile yapmış olduğum röportajların ilkini yayınlıyorum. Bir süredir aklımdaydı, lakin hem sanatçılardan gelecek cevapları biriktirip düzenlemek, hem de yeni gelecek cevapları beklemek durumunda olduğum için gecikti. Efendim, bu röportajlara geçmeden önce birkaç açıklama yapma gereği duydum izninizle. Zira her röportajın bir girişi olmalı değil mi?
Kimi evlenip
çoluk çocuğa karıştığı için, kimi kendi tercihi nedeniyle, kimi tutunamadığı
için, kimi hakikaten iyi olmadığı için, kimi çok iyi olduğu halde sadece
talihsizliğinden, kimi müzik piyasasının şartlarından… O ya da bu nedenle,
müzik dünyasına 90’larda merhaba deyip sonrasında –en azından medyada
görünürlük açısından- müzik dünyasından çekilen sanatçılara değiniciim bu
postta sevgili postdaşlar… Bu listeye bakıp da “aaaa… ooooo… hakkaten yaaaa… aa
sahi bu da vardı” nidaları eşliğinde okuyacağınızı düşündüğüm bu yazı hakikaten
keyifli bir süreçte ortaya çıktı, ben de çok keyif aldım. Bu isimleri hatırlarken,
yazıyı yazdığım sırada dinlediğim albümleriyle bir nostalji yolculuğuna çıktım adeta
(mendiller hazır mı postdaşlar?:)).
Listeye
bakıp “ya şunu niye eklemedin?” de diyebilirsiniz. Ancaaaak, öncelikle
açıklamamı okuyunuz. Bu yazıda, öncelikle 90larda albüm çıkarmış ve sonrasında
müzikle bağlarını kopartmış –en azından bildiğimiz kadarıyla sahne de yapmayan-
şarkıcıları konu ettim. Bu yüzden hayır, sevgili postdaş, listeye Göksel,
Tarkan, Deniz Seki, Yaşar, Sezen klanları, Emre Altuğ, Niran Ünsal, Özlem
Tekin, Şebnem Ferah, Mustafa Sandal, Serdar Ortaç gibi artık müzikte yer etmiş
ve müzikle hala hem sahne hem de albüm olarak devam eden isimleri veya Haydi Çal Çal Emre gibi yıllar sonra gene hayatımıza kabus gibi çöken,
yokluğunda özlemediğimiz ve nedense yeniden hortlayan isimleri eklemedim.
Kimbilir onlar da belki başka bir postun konusu olur. Hem belki bir başka
postta, zamanında büyük gürültüler kopartsalar da yıllar sonra tekrar meydana çıkıp
tutmayan albümlere imza atarak hayal kırıklığı yaratan isimlerin (nö, nö, nö
sevgili postdaş isim vermem, kendiniz bulunuz) neden tutmadıklarını daha
detaylı analiz ederiz birlikte.
Bu yazının
yazım sürecinde ulaşabildiğim ve nezaketleriyle sorularıma cevap veren o
yılların tüm değerli şarkıcılarına; ASLI’ya, AYŞEN’e, TUĞÇE SAN’a, UHDE
SEÇİL’e, ŞEHNAZ’a, OKAN AKDENİZ’e, ÖZLEM YÜKSEK’e, AH CANIM AHMET’e, JALE’ye, CANKAT’a,
HAZAL’a, FEYZAN DOĞAN’a, METİNER’e, NİDA’ya, HELLO OZAN’a, GÖNÜLLÜ YAZILDIM
GÖKSEL’e, GMG’den GÖKHAN KETENCİ’ye, ARZU ECE’ye, ERDİNÇ’e, HAZAL’a, ERDİNÇ’e,
BORA GENCER’e, +1 ENGİN’e, sorularıma cevap vermek istemeseler de,
teşekkürlerini esirgemeyen RENGİN’e, FÜSUN’a, DEMET’e, CANAN TAŞKIN’a ve YEŞİM
DÖNÜŞ IŞIN’a,
Ulaşmaya
çalışıp da ulaşamadığım daha nicelerine teşekkürlerimle, iyi ki varlar hala…
Bu yarı
kişisel anılarıma, yarı röportaj olan postta sevgili sanatçılara aşağıdaki
soruları sordum. Zira bunlar hem benim merak ettiğim hem de her müzik ortamının
genel konularını içeriyor.
1) Albüm
çıkarmaya nasıl karar vermiştiniz? İlk albümü çıkarma heyecanınızı ve o süreci
kısaca anlatır mısınız?
2) 90lı
yıllardan hala akıllarda kalan bir isim olarak, albüm yapmayı neden bıraktınız?
Kendi tercihiniz miydi? Ya da müzik sektöründeki şartlar mı buna neden oldu?
3) Albüm
sonrası dönemde neler yaptınız? Müzikle bağlantınız nasıl sürdü? Ya da sürdü
mü? Şahsen ben bir dönem her daim gözümüzün kulağımızın önünde olan
sanatçıların albüm yapmadıkları, bildiğimiz bir sahne çalışması olmadığı
dönemlerde neler yaptığını öğrenmek üzere yazıyorum biraz da bu yazıyı.
4) Hala
akılda kalmış işler yapan ve uzun süredir albüm yapmamış olmasına rağmen hala
şarkıları hatırlanan bir sanatçı olarak, bugünün hemen tüketilen müzik ortamı
ve profiline nasıl bakıyorsunuz? Sizce neydi sizi farklı kılan, neydi
şarkılarınızı yıllardır eskimeden sürekli gündemde tutan?
5) Hala
albümlerinizi dinleyen ve o zamanların şimdiki zamanlardan çok daha güzel
olduğunu düşünen dinleyicilerinize bir mesajınız veya –umarım yeni
çalışmalarınızın müjdesi veya sizi canlı izleyebilecekleri bir program var mı
duyurmak istediğiniz?
Efenim
Şölenimize katılan isimlere geçmeden önce (ehh bi geç artık be adam!)
yolculuğunuz esnasında Tunca Turizmi tercih ettiğiniz için teşekkür eder,
keyifli yolculuklar dilerizzz J J
Sayın ve
sevgili postdaşım, ilk konuğum AH CANIM
AHMET oldu.
1995 yılı,
Türkçe pop müzikte Yonca Evcimik’le başlayan pop patlamasının doruk noktasına ulaştığı bir yıl oldu. Bu yıl artık müzik piyasasının iyice popa teslim olduğu
ve bir düzlüğe ulaştığı yıl oldu. Şu an bildiğimiz pek çok isim birer birer
müzik dünyasına merhaba dedi. HAZAL, SEÇİL, CANKAT, MANSUR ARK, RAFET EL ROMAN,
TUĞÇE SAN, Allah rahmet eylesin AJLAN, gene Allah rahmet eylesin KERİM TEKİN ve
daha birçokları için çıkış yılıydı. O yılın bir başka özelliği müzikte türlerin
ortaya çıkışıydı, zira mesela Mansur Ark, Cankat, Ahmet gibi her biri arklı
türün temsilcisi isimler pop müziğe bir soluk getirdi. Ahmet, Ah Canım adlı
şarkısıyla ilk kez TV’lerde görünmeye başladığında, “wooww” demiştim. O zamana
kadar dinlediğim tarzlardan çok farklı bir tarzdı. Başına ters geçirilmiş
kasketi ve deri kıyafetleri imaj çağını yansıtırken, kesinlikle Türk pop
çizgisinin dışında bir elektronik pop tarzı ile Ahmet özgünlük sıfatını haklı
olarak hak ediyor.
Ahmet 1995
yılındaki çıkışından sonra, 1997’de Dayanamam, 1998’de Aşık ve aradaki dijital
olarak yayınlanan teklisi İstanbul’un dışında 2010 yılında Metropol isimli,
gene Ahmet farkını yansıtır bir albüm çıkardı.
Ahmet’in
hikayesi de bir hayalle başlıyor, zira Ahmet şöyle diyor: “1. albümümü çıkarma fikri benim hazırladığım ve gerçekleştirmek
istediğim bir hayalimdi ve gerçekleştirdim. Bunu yaparken yüzeysel beklentiler
içinde olmadım; müziğim özgür, cesur, vizyonu açık olmalıydı, sanırım sonuç da
öyle oldu”.
Ahmet
Türkiye’ye ilk geldiğinde Özkan Uğur’la tanışması dönüm noktası olmuş; Uğur
Ahmet’i ve müziğini sevince, yardımcı olup ilk albümü çıkarmasını sağlamış ve
hala 90’lar denince ilk akla gelen, hatta 2000’lerde de bahsi geçen nadir
albümlerden olan Ah Canım böylece çıkmış. Buradan Özkan Uğur’a da saygılarımızı
iletelim.
Daha sonra
sırasıyla Dayanamam ve Aşık albümleri geldi. Bu albümler Ahmet’in 90’lı
yıllardaki yerini sağlamlaştıran albümlerdi. Tam her şey yerine oturdu, Aşık ve
Uzun İnce Bir Yoldayım yorumu ses getiriyor derken Ahmet de 17 Ağustos
depreminden etkilenip yurtdışına dönmüş ve uzun bir süre dönmemiş. Her ne kadar
bizim müzik piyasasında görünür olmasa da, müzik çalışmalarına orada devam
etmiş, farklı müzik projeleri üretip içinde yer almış. Sonrasındaki gelişmeler,
Ahmet’i biraz küstürmüş müzik piyasasına,”Müzik
dünyasında vitrinde yer almak 3 maymunu oynamakla eş değer geldi bana, hatta
üretimime zarar verdiğini fark ettim. Bana göre saçmalıkların da bir bedeli var,
o bedeli bu seçimi yapanlar ödeyecektir; ben içinde olmaktan kendimi iyi hissetmedim;
benim istediğim sadece paylaşmaktı, bu iyi bir amaç, ancak sonrasında olanlar
çok pozitif gelişmedi benim için. Daha basit bir örnekle sevdiğim
arkadaşlarımla yemeğe eğlenmeye çıktık, her şey güzeldi ancak gecenin sonunda
çıkan rezalet geceye damgasını vurdu gibi oldu” diyor Ahmet.
Bundan sonra
kendi seçimi ve kararıyla müzik kariyerini dondurup çoğunluğa azınlığa sunmaya
başlamış müzik projelerini. Bu projelerinden biri Mr. Voice ve bu projeyi
Türkiye’de ve yurtdışında sunmaya hazırlanıyor. Detaylarını proje gerçekleşirse
öğreneceğiz. Bunun dışında Ah Canım Ahmet olarak Ahmet’i sık sık 90’lar
gecelerinde görebilmek mümkün. Bu bence bir başarıdır. Yani Ahmet adı aradan bu
kadar sene geçmesine ve çok fazla göz önünde işler yapmamasına rağmen hala
biliniyor ve anılıyor.
Ahmet
müziğinin neden kalıcı olmasını ve hala hatırlanmasını neye bağladığı
sorulduğunda, kendi dönemine, müziğe ve topluma pozitif değer kattığını
düşündüğünü söyledi ve şu ekledi: “Kendime
has yorumum ve müziğimle farklılığı yaratabildim sanırım, paylaşmak güzel çünkü.
İsmini koyamadığım bir sevgi kaynağından besleniyorum, o kaynak ben yaşadığım
sürece akacak hayata ve müziğime”.
Ahmet her ne
kadar medyada 90’larla anılsa da, aslında müzik çalışmalarına tam gaz devam
ediyor. Halen bir tehazırlığı içinden olduğunu, diğer yandan yeni sanatçı
adayları için hazırladığı müzikler olduğunu, bunun yanı sıra bir süre önce
kurduğu müzik ve film yapım şirketinde ekip arkadaşları ile gerçekleştirmekte
olduğu orta ölçekli reklam filmleri ve video klip çekimleri olduğunu, yani
müzikle sürekli iç içe bir yaşam sürdürdüğünü söyledi. Bu arada İstanbul’a
yerleşmiş.
Son söz
olarak, ben bırakayım Ahmet konuşsun: “Her
dönem kendi içinde güzelliği ve çirkinliği barındırır; ben kendi dönemimde -ki
bu bitmiş veya geçmişte kalmış bir dönem değil- sadece pozitif işler gerçekleştirdiğime
inanıyorum; yaptığım işler özgür olduğu kadar cesurca ve kendine ait bir
yorumla atılmış adımlardır. İyi müzik iyi bir histir ve her şey
hislerle başlar ve paylaştıkça yayılır çoğalır bu his”.
Ne diyelim,
“Pozitif düşünce de kazanır!” :)
ARZU ECE
Arzu Ece’yi
kısaca nasıl tanıtacağımı, ya da söze nerden başlayacağımı kestirmek gerçekten
çok zor. O kadar dolu yaşanmış ve o kadar müzikle dolu bir yaşamı hem onun için
hem de benim için kısaltarak anlatmak çok zor ama buradan bir başlangıç
yapayım. Hem siz sevgili postdaşlarım, merak edip daha fazla ayrıntı
isterseniz, sevgili abim Yavuz Hakan Tok’un Arzu Ece yazısını okuyun derim. Bu
yazıda albüm çıkarma süreci ve sonrasını kısaca anlatmaya çalışıcam. Arzu
Ece’yi ilk kez Eurovizyon 1989’da Grup Pan’ın Bana Bana şarkısıyla
tanıyanlardanım sevgili postdaş. Timur Selçuk’Un şarkısı olan Bana Bana’yı Arzu
Ece, Hazal Selçuk, Vedat Sakman ve adını hatırlayamadığım başka bir müzisyen
daha söylemişti. O kadar sene geçti üzerinden, hala dün gibi hatırlarım ilk
dinlediğim zamanı, Eurovizyonun en aklımda kalan şarkılarındandı. Bu yazının
yazım sürecinde sevgili Arzu Ece ile öyle güzel bir dialog gelişti ki aramızda,
benim gözümdeki Arzu Ece’yi bir kat daha değerlendirdi, kalbimin köşesine
kuruluverdi ve bu soruları, yakın zamanda kurtulacağını umduğum bir hastalığın
tedavisi sürerken yanıtladı. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az. Zira nice
sevdiğim sanatçı dediğim pek çok isimden hiçbir ses çıkmazken, Arzu Ece, taa
Amerika’lardan –hem de seve seve diyerek- yanıtladı sorularımı. Hazırsanız, hem
sesi hem kendi güzel bu sanatçımızı bir nebze olsun anlatmaya başlayayım.
Arzu Ece,
1995 yılının en akılda kalan albümlerinden olan Sebebi Yok’u çocukluk
yıllarından beri yaptığı besteleri ve sözleri, utanıp kimselere
dinletemezken,cesaretini toplayarak dinlettiği birkaç müzik adamının çok olumlu
eleştirileri üzerine çıkarmış. Ancak gene o zamanın
çoğu değerli sanatçısı gibi anlaşma yaptığı firmanın dağıtım ve tanıtım
konusundaki yetersizliğinin kurbanı olmuş bu güzelim albüm, akabinde piyasadan
toplatılmış. (Ben de fellik fellik arıyorum bu albümü her yerde, du bakalım
bulucaz elbet). Sonrasında anlaşmalarla el kolu bağlanan Arzu Ece, anlaşmanın
cezai şartları nedeniyle başka bir firmayla da devam edememiş. “Yazık oldu
albüme” diyor. (bence de çok yazık olmuş)
Canım Abim YAVUZ HAKAN TOK'UN SAYFASINDAN ALINTI |
Albüm
sonrası dönemde neler yaptığını sorduğumda şunları söyledi Arzu Ece: “Sebebi yok albümü sonrası, biraz küskünlük
dönemi yaşadım ama, o sıralar yine yıllardır yaptığım jingle işine devam
ediyordum ve hayatımın her döneminde olduğu gibi,ticaret işi de yapıyordum (pattisserie
opera'yı işletiyordum o dönem) ardından eski eşimle birlikte, dizi film ve uzun
metraj film müzikleri yapmaya başladık (beste,söz ve seslendirme)”
Sonrasında rutin bir kontrol için gittiği sağlık kontrolünde kötü haberi almış
Arzu Ece, ama nasıl diye sorarsanız, resimde göründüğü gibi, şu an tamamen
sağlıklı ve gelecek projelerin heyecanı gözlerine yansımış… (Foto için sağol
Yavuz abi)
Şarkılarımın
ve albümümün nasıl akıllarda kalabildiğine dair net bir şey diyemiyor Arzu Ece
ancak bunun sebebi ne olursa olsun, onu çok mutlu ettiğini söylüyor: “Ben de defalarca kendime ve çevreme sordum
fakat tatminkar bir cevap alamadım. Aslında Türkçe şarkı isimlerinden
çok,tipimi hatırlıyorlar! ve halen Amerika’da bile tanıyorlar beni... Bu
inanılmaz mutluluk verici bir şey =) Hemen sesimin renginden, tipimden ve
özellikle söylediğim İngilizce parçalardan bahsediyorlar... belki de,jazz ve
dans müziği söylemem, insanlara farklı geliyordu!?”
Arzu Ece’nin
şu aralar neler yaptığına dair sorumu, söyleşinin yapıldığı sırada tedavisi
devam ettiğinden dolayı net verememişti Arzu Ece, ancak bugün Yavuz Hakan
Tok’un fotoğrafından yansıyan parıldama, çok güzel günlerin habercisi gibi.
Kimbilir Arzu Ece, yıllar sonra bu sefer yeni albümüyle bir yazının konusu
olur. Bekleyip görelim.
Son söz
olarak Arzu Ece’den sevenlerine bir mesaj geliyor: “Hepsini çok özlediğimi ve kucaklamak için çok şeyden vazgeçebileceğimi
söyleyebilirim=)”
Bu arada
Arzu Ece’nin Facebook sayfasından ilan ettiği, gurur duyduğum bir haberi de
eklemeden geçmeyelim: “Amerika’da,
gelirini Kanser Savaşçılarının yaralarını sarabilmeleri amacıyla yaptığım
''Master Chemo'' adlı single albümümün gelirini bağışladıktan sonra, albümün
yapımında ve tanıtımında emeği geçenlere, Kanser Savaşçılarından çok anlamlı
bir jest geldi... Bu teşekkür biçimiyle taçlandırılacak ödül sahiplerine,
ödülleri teslim etme görevini gerçekleştireceğim için, çok heyecanlı ve duygu
doluyum...” Biz seni çok seviyoruz Arzu Ece, hem de çok sebebi var!!!
ASLI (Deli Yarim)
İlk kez bir
ovada “Sevda Yüzlüm, tükendiğimi söyle” diyerek hayatımıza girdiğinde takvimler
1997’yi gösteriyordu. Bu gür güzel sesli şarkıcıyı ilk duyduğumda hissettiğim,
ne kadar karakterli ve diğerlerinin arasından sıyrılan bir sesi olduğuydu.
Sanat müziğine çok yakıştırdım o sesi. (Not: Bunu bir de Nalan’da hissederim).
Ancak bu güzel ses, Sevda Yüzlüm ve Deli Yarim isimli iki klip yaptıktan sonra,
tabiri caizse birden ortadan kayboldu! Tam Prestij müziği kapanmasına yakın
yıllardı, aslında bu yüzden biraz talihsiz bulurum Aslı’yı bu yüzden. Başka bir
plak şirketide olsa belki hala albümlerini dinliyor olucaktık, ama hayat şimdi
onu tam da mutlu olduğu hayata yöneltmiş. Ben söyleşimizde bu sonucu çıkardım
ve onun için mutlu olsun, kendim için de bize en azından dinleyebileceğimiz
Deli Yarim gibi bir albüm bıraktığı için mutlu oldum.
Yıllar boyu
aradım araştırdım ve imdadım facebook’tan açılan sayfa yetişti. Orada o
sayfanın açılmasından ve hala hatırlanmaktan dolayı duyduğu mutluluğu yazan bir
notta Aslı’nın izini buldum ve hemmmeen sorularımı yönelttim, sağolsun,
sorularıma içtenlikle yanıt verdi. Yazının sonunu aslında baştan söyleyerek
girdi konuya Aslı.
“Albüm yapmayı bıraktıktan sonra öğretmenliğe
başladım. Evlendim ve Asya adında 9 yaşında bir kızım var. Albümümün hala bu
kadar seviliyor olması beni hem mutlu etti hem de duygulandırdı. İlginize ve
içten duygularınıza teşekkür ediyorum. Sevgiler....”
Aslı’nın
hikayesi de damarlarında müzik akan pek çokları ile aynı şekilde başlamış.
Çocukluk hayali sadece şarkı söylemek olan Aslı, üniversitedeyken albüm yapmayı
kafasına koyduğunu söylüyor. Bir demo hazırlıyor ve Albüme adını veren “Deli
Yarim” şarkısının demosunu o zamanın en dev plak şirketi olan Prestij Müzik’e
ulaştırıyor. Sonradan albümün de prodüktörü olan merhum Recai Şen’in şarkıyı ve
Aslı’nın ses rengini beğenmesi ile hemen anlaşma imzalanıyor ve hayallerin
gerçekleşmesine giden yolda maraton başlıyor.
Sonrasında
müzik piyasasının şartlarının hayallerindeki gibi çıkmaması, kendi tabiriyle
kan uyuşmazlığı nedeniyle 2. albümün hazırlıklarına başladığı bir dönemde, zor
da olsa müzik dünyasından çekilmeye karar veriyor. “İşin hilesine ve şeytanlıklarına ayak uyduramadım. Yani kan uyuşmazlığı
oldu ve bırakmaya karar verdim. Karar alana kadar biraz zorlandım ama su an ne
kadar doğru yaptığımı görüyorum.. Şu anda tüm sanat camiasının aslında sahip
olmak istediği ve uğraşlar verdiği mutlu bir aileye harika bir çocuğa sahibim”
diyerek aslında hayatın ona sunduğu başka –ve daha mutlu olacağı- bir kapıyı
seçmiş. Şu anda öğretmenlik yapıyor ve müziği iyi bir dinleyici ve dostlarla
beraberken ‘ailemizin sanatçısı’ (burada gülüyor :) ) seklinde yapıyor ve
izliyor.
Aslı bugünün
müzik dünyasına yönelik olarak, o zamana kıyasla, şimdiki müzik dünyasında yapımcıların
sanatçılara (ya da adaylara mı desek acaba daha doğru olur, diye parantez
açıyor) yatırım yapmadığını artık firmaların hazır albümlerin dağıtımcısı
haline geldiğini oysa eskiden bir firmanın önce birçok demo arasından seçim
yaptığını, sonra bunlardan seçilen bir albüme yatırıma yaptığını anlattı. Çok
fazla şarkı ve şarkıcı olduğuna, çoğunun da artık kendi albümlerini
kendilerinin finanse ettiğine değinerek, şimdi albümün yapılmış hazır olarak
firmalara gittiğini, firmaları ise tek fonksiyonunun albümlerin halka ulaşmasında
aracı olması olduğunu söylüyor.
Aslı’nın
dinleyenlerine bir de mesajı var: “Öncelikle
sana ve tüm müzik dostlarına sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Müziğin sihrine
ve ruhuna çok inanırım. Hayat sürprizler getirebiliyor, yaşatabiliyor. Kim
bilir belki bir gün bir yerde yollarımız kesişebilir:)) gönül dolusu sevgiler”
Yolumuza
kesişene kadar Aslı’ya “bile bile lades olmayı” seçiyorum ben de.
AYŞEN
1997 yılında “Nerdesin” ile 90’lı yıllara aranjman –daha
bilindik bir tabirle “cover”- kulvarında yeni bir soluk getirmişti Ayşen. O
kadar başarılı bir çıkıştı ve o kadar dikkat çekiciydi ki, Ayşen’in adını daha
çok duyacağımıza emindim. Velakin ilk albümü Uzaktan Geldim’de Nerdesin, Aman
Be ve özellikle klibiyle ses getirn Uzaktan Geldim gibi Türk Pop müziği
klasiklerini içeren bu albümün rüzgarı 1999 yılında artarak devam etti. Bu
albümde de Gloria Estefan’dan Mariah Carey’den cover’larla ancak tamamen
kendine özgü bir yorum tığı şarkılarla bir kez daha bravo dedirtmişti Ayşen.
(Özellikle bir Sen Bitti Zannet şarkısı vardır sevgili postdaş, yıkar
yıkarrrrr…)
Ayşen albümün çıkış
hikayesini öyle güzel anlatıyor ki, noktasına dkunmadan aktarıyorum sevgili
postdaş: “Albüm çıkmadan evvel İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda öğrenciydim.
Bu esnada arkadaşım Erkan Güleryüz bir albüm çalışması yapıyordu. Benim de bu
albümde bir geri vokalim vardı. Bu geri vokali marşandiz stüdyolarının genel
müdürü Tanju Arıkan dinliyor ve ‘bu kızı bana hemen bulun’ diyor. Yapmış
olduğumuz toplantıda tam da hayalim olan albüm projesinin yapılacağını duyunca
çok sevindim. Yıllar sonra bile bence de Türkiye’de yapılmış en güzel ve iyi
albümlerden biri… Albümün yapım aşaması 1.5 yıl sürdü. Bir kısmı Türkiye’de bir
kısmı da İngiltere’de tamamlandı. İlklerin başarılı bir şekilde uygulandığı
mükemmel bir ekip çalışmasıydı.
Ayşen müzik piyasasına iki tane şapşahane albüm hediye
ettikten sonra görünür müzik piyasasından uzaklaştı (ya da biz öyle sandık,
aslında o sırada o kadar faalmiş ki, işte yanılgı sevgili postdaş, albüm
çkarmıyor diye, her sanatçıyı müzikten uzak düştü sanma yanılgısı). Albüm
yapmayı kendi tercihi ile bırakmış, zira o da her idealist müzisyen gibi, o
zamani müzikal ortam, şartlar ve insanların onu hayalkırıklığına uğratması
sonucu bu kararı vermiş. Burada Tanju Arıkan’ı tenzih ediyor ve saygıyla
anıyor. Sonrasında bakın neler yapmış Ayşen: “Ben albüm yapmama kararımdan sonra kesintisiz müziğe devam ettim. Pek
çok albüm vokalinde yer aldım. İşin mutfağında hep çalıştım. Bununla beraber
Garo Mafyan, Atilla Özdemiroğlu gibi
önemli müzisyenlerin yer aldığı İstanbul Gelişim Orkestrası’nın solistliğini
yaptım ve halen yapıyorum. Gelişim’den ayrıldığım dönemde Enbe orkestrasının
solistliğini yaptım ve albümlerinde parçalar seslendirdim. Kendi sahne
performanslarımı da halen yapmaktayım”
Ayşen’in hala biliniyor ve tanınıyor olmasında, o zaman için
kendi özgün tarzını ve yorumun yaratabilmesi ve benimsetebilmesiydi. 70’lerin
aranjman döneminin 90’lardaki modern versiyonu gibiydi Ayşen’in yaptığı. Daha
profesyonel ve daha yüksek standartlarda tabi ki. Artık gelişimini tamamlamış
Türkiye’de cesaret edilemeyen bir işti, zira herkes albümüne bir iki cover
şarkı alma furyası başlamamıştı henüz.. Ayşen bu projenin herkes için ticari
kaygısı olan bir proje olduğunu inkar etmiyor ama gene de yüksek bir satış
grafiği yakaladıklarını belirtiyor: “Söylemekte
sakınca yok ilk çıkışımı 4ooo cd 4000 kasetti. İlk hafta 150000 sattı. Açıkçası
bizde bunu beklemiyorduk”. Ayşen’e göre o zamandan bu zamana değişen bir
şey yok, aynı kaygılar sürüyor. Albüm bazında düşen satışların dijital
platformla dengelendiğini ve bundan çok iyi kazanç elde edildiğini söylüyor.
(Halbuki bu durumun kazançları da etkilediğini söyleyenler olmuştu. Bu açıdan
Ayşen’in sözü ilginç geldi bana).
Ayşen sevenlerine selamlarını gönderirken şarkılarının halen
dinleniyor ve seviliyor olmasından duyduğu mutluluğu anlatıyor. Ve talihsiz bir
olayın vesile olduğu müjdeyi veriyor: “Yaklaşık 1 sene evvel ağır bir ameliyat
geçirdim ve biraz kıyıdan döndüm. o nedenle tekrar albüm yapma kararı aldım. Şu
an da maxi single olarak çıkaracağım. Hem ilk albüm tarzımda parçalar var, hem
de daha bize yakın parçalar. Herkesin beğeneceğini düşünüyorum. Sevgilerrrr”
Bu röportajın üzerine Ayşen’i Kürşat Başar’ın albümünde
görmeyeyim mi? Bu duruma çok sevinmeyeyim mi? Albümün ilk klibinin de Ayşen’e
çekilmesiyle sevincim katlanmasın mı? Sizi bilmem ama sevgili postdaş ben
Ayşen’i ekranda görünce eski bir dostu görmüş gibi oluyorum. Çok seviyorum onu
ekranda görmeyi. Dilerim bir daha bu kadar uzak kalmaz. Zira bu sesin yeni
şarkılarla kulaklarıma dolmadığı yıllar kayıp yıllardır, yazıktır, acıklıdır…
hem Ayşen’e hem biz müzik severlere…Bunca yılın hatrına Ayşen’e soruyorum: Var
mıydı böyle kaçmak, nerdesinnn??
DEVAMI HAFTAYA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder