Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Aralık 2011 Çarşamba

ROMINIGHT ve YEŞİM SALKIM'lı BİR GECE

Veee blog yazarı sessizce başı önde içeri girer “hmmm”ların eşlik ettiği çatık kaşların eşliğinde. “Nerdeydin? İki gün oldu post yok” bakışları bunlar. Ama sayın postdaşlar, dert bir değil ki, biliyorsunuz ki benim pazartesi gecelerim doludur. Yani doluydu düne kadar. Ama söz bir daha bir daha bekletmiyciim. Bu geceki postlarımla durum eşitlenir belki biraz.

Efenim bu gece bendeniz geçen hafta olduğu gibi, yeni tutkum olan Romi’nin (a.k.a. Rominaaaa, nedense Romina adı geçtiğinde hep aklımdan böyle sonunu coşkulu biçimde uzatma hissi duyuyorum J J) her Salı Txm Style’da (bkz: Büyükparmakkapı Sok. Hayal Kahvesi karşısı, Mojo yanı) yaptığı Rominight Live Talk Show isimli güldürülü, konuklu programında idim. Detaylara geçmeden önce televizyonlarını yeni açan yeni nesil için Romina’yı hatırlatmakta yarar var.

Yarar var derken, kalkıp Romina’yı uzun uzun anlatmayacağım, zira 90lardan beri Romina yaptığı, el attığı, katkıda bulunduğu programlarla ve işlerle kendini bize o kadar iyi anlattı ve hayatımıza o kadar nüfuz etti ki, benim bir laf demem “ağanın p.kunun üstüne p.k” olur. (hem Google diye bir şey var canımın içi). Hülasası: Hayatımıza 90’ların ortasında giren bu enerji küpü, matrak, keyifli, her eve lazım DJ, oyuncu, sunucu, on parmağında yirmi marifet güzel insan, o yıllarda kah Gülçin Hatıhan’la sunduğu "Fıstıki Musiki" programı ile arzü endam ederken, kah VJ olmuş giderken (VJ olmuş gidiyorsuuun…), kah Zerrin Özer’in geri dönüş albümü 96’nın Paşa Gönlüm klibinde (hayatımın şarkılarından ve kliplerinden biridir) pembe saçlarıyla görünmekte, o zamanlarda mini mini birler çalışkan ikiler kıvamında olan ben ise (yaş 13) “ayy ne çılgın şey be buu, keşke tanışsam” diye iç geçirerek izlemekteydim.

Kaderin cilvesi mi, yüreğimin temizliği mi, yoksa Mark Zuckerberg’in parmağı mı desem, Romi’yle yollarımız yıllar sonra bir kitapta kesişti. Her şey Romi’nin bir Facebook statüsünde yazdığı “Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Mevzu” isimli (Romi, doğru yazdım de mi?) kitabı aradığını belirtir statüsle başladı. Zaten arşivciliğimden gelen sahaf çevremle, kitabı anında buldum, aldım ve müjdeyi verdim…

Sonuç: Ertesi hafta Romi’nin o sıralarda işlettiği Cambaz Meyhanesi’nde bol kahkahalı bir muhabbet. Yani Müzeyyen her kimse, beni Romi’yle tanıştıran kişidir, Bu nedenle Müzeyyen’e de selamlarımızı gönderelim buradan her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa…

Farkındaysanız hala konuya geçemedim. Ama bu arka planı bilmeniz bu postu daha anlaşılır kılacak. Valla bak! Her neyse. O geceden aklımda kalan bir tatlı keyif ve muhakkak görüşme sözüydü. Gel zaman git zaman, okul işleri, çeviri işleri, rutin hayat derken, ben sosyal ortamlardan çekilmek zorunda kaldım azıcık. Romi’yi de facebooktaki statüslerden ve katıldığı TV programlarından ve dizilerden (Melekler Korusun ne güzel diziydi) takip ettim. Beni kesin unutmuştur derken, Romina ve Yaşar CINE 5’te bir programa katıldılar. (İnanabiliyor musunuz sayın seyirciler, bir taşla iki kuş, Kuşlaaaar… J J) Dayanamayıp bir e-posta döşendim programa, okundu. Yaşar beni tanıyordu ama umudum yoktu Romina’nın beni hatırlayacağından. Aaa hatırlamaz mı bir de, ben ekrandan içeri sızacaktım nerdeyse Canım Yaşar’ımla Romina’m benden bahsederken.

Sonrasında ben gecelere akmayı hızlandırdım, Romina’nın partilerinden bir ikisine gittim. Böyle böyle samimi olduk. Ben bu arada artık okulu nihayet bitirdim, derken Romina’nın her Salı Taksim’de bir Canlı Talk Şov yaptığını öğrendim. Ben daha önce böyle bir konsept görmemiştim (benim cehaletim olabilir) ama ancak Romina yapardı bunu. Programına Yapacak bi şey yok, kadın doğal komik, gak dese gülmeye hazırız zaten, bir de gündemdeki olayları öyle tatlı tatlı dokundurmalarla ve izleyicilere de pas atarak anlatıyor ki, insanın ister istemez güleceği geliyor. (Hah şimdi asıl konuya gelmeye başladık yavaş yavaş J) Programının başlangıcında Romina önce kendisi bir giriş yaparak ortamı bir ısıtıyor, seyirciyi hazırlıyor ve tam kıvama getirdiğinde konuğunu alıyor ve kadın çookkk iyi… Geçen hafta ilk kez izlemeye gittiğimde, 90lardan fırlamış bir Romina vardı karşımda, saçlarını gene sarıya boyatmıştı (ki Romina oydu işte, sarı saçlı, hep aklımdaki gibi, bi ara kahverengiydi çünkü).

Geçen hafta Ömür Gedik vardı, ancak geçen hafta blogum olmadığı için maalesef kadroya giremedi. (Önümüzdeki maçlara bakıcaz artık.) Romi’li geceler hakkındaki postumun ilk konuğu Yeşim Salkım olacak. Ancak öncesinde, her Salı saat 22.00-00.00 (biraz taşıyor tabi) arası Txm Style’da ROMINIGHT’ı izlemeye gidin, kahkaha ve bağımlılık yapma garantili, gülmezseniz biranız benden…

Bu gecenin konuğu başta da belirttiğim gibi Yeşim Salkım’dı. Gecenin Yeşim Salkım’la ilgili kısmına geçmeden Yeşim Salkım'ın kariyerine şöyle kısaca bir bakalım mı? Bence bakalım.

Efenim Yeşim Salkım, hayatımıza, Yonca Evcimik'in 90ların başında ön ayak olduğu “popun giriş dönemi”nin bitip gelişme dönemine girdiği, diğer bir deyişle "pop" diye patlayan müzik furyasının patlamasının artık tamamlanıp yükselişe geçtiği 90ların ortasında, Emel’in Deli Et Beni isimli şapşahane şarkısının klibinde göründükten sonra (Billur Kalkavan ile birlikte hayli cesur görüntüler verdiği cesur bir klipti) 1994 yılında Hiç Keyfim Yok isimli bugün bile keyifle dinlenen bir albümle girdi. Bu albüm başlı başına hit fabrikası gibiydi. Albümdeki Hiç Keyfim Yok, Ben Yoldan Gönüllü Çıktım, slovlar şahı Son Sigara gibi şarkılar bugün hala 90’lar partilerinin ilk çalınan şarkıları arasında.

Benim bu albümle daha doğrusu Yeşim Salkım’ı ilk görüşüm de bu albüme rastlar. 1994 yılında, müzikle ilgisi olanlar ve yaşı yetenler hatırlar, Yedikule Hisarı’nda bir konser düzenlendi* ve o dönemin gözde ne kadar sanatçısı varsa, o konserde sahne aldı. Yıldız Tilbe’sinden, Soner Arıca’sına, Deniz Arcak’ından, Bendeniz’ine, Harun Kolçak’ından, Suat Suna’sına bir dolu isim vardı sahnede. Böylece Yeşim Salkım’ı ilk kez görüşüm o konserde oldu. Ben Yoldan Gönüllü Çıktım şarkısını söylerken hatırlıyorum Yeşim Salkım’ı ilk kez.



Not: Bu konseri hatırlatmakta fayda var. Yedikule Hisarı’ndaki konsere baya bir sanatçı da isimleri olduğu halde gelmedi. Mesela, Eda-Metin Özülkü, Emel-Erdal filan bu isimlerdendi.  Soner Arıca, “Vefasız”ı söylemekten sıkıldığını, o konserde son kez söylediğini (çünkü her taraf Vefasız diye inliyordu) ve daha yeni şarkılarla döneceğini söylemişti. Hakkaten öyle oldu ve Soner Arıca kariyerinin bence ENNNN başarılı albümü olan YAŞIYORUM’la ve DERBEDER şarkısını hayatımıza sokarak geldi.
BENDENİZ ve HARUN KOLÇAK o konserde teker teker şarkılarını söyledikten sonra “Bir Sürprizimiz Vaaar” diyerek Türkiye’de çıkan ilk düet single’ın müjdesini ilk orada verdiler ve Elimde Değil ve Sev Biraz ilk kez orada söylendi (evet ben de ordaydım J J) Sonra manasız bir zamanda Süleyman Demirel sahneye çıktı, şapkası ile ilgili espriler yapıldı hatta birisi şapkasını kaptı mı ne öyle bi şeyler hatırlıyorum bir gülüşmeler olduydu.
Bu konser her ne kadar görkemli olsa da, benim için sonradan kabusa dönüştü. Konser izlemesini bilmeyen insanlar arasında bir o tarafa bir bu tarafa savrulan 12 yaşındaki bedenim nerdeyse eziliyordu sayın postdaşlar. Rezaletti, dün gibi hatırlarım. Konser bitmeye yaklaşırken ben bırakmıştım konseri filan zırıl zırıl ağlıyordum!

Bu notu geçtikten sonra, 1995’e gelelim. Takvimler 1995’i gösterdiğinde Yeşim Salkım artık klasikler arasına girmiş olan Deli Mavi ile arayı çok uzatmadan bir kez daha gösterdi kendini. Ferman adlı bu albüm de ilki kadar ses getirdi ve hitler çıkardı. Deli Mavi ile birlikte, özellikle en başarılı bulduğum “coverlar” arasında sayabileceğim Yeniden Başlasın, albümü uçuran şarkılar oldu.

Bu albümün fırtınası dindiğinde Yeşim Salkım cephesinden 2,5 sene gibi uzun sayılabilecek bir süre boyunca yeni bir haber gelmedi. Sıkıntılı bir dönem olduğunu hatırlıyorum sadece ama ayrıntılarına girmek gereksiz, zira burada magazine girmek istemeyiz değil mi sayın musicbox postdaşı? Bu sıkıntılı dönemin postumuzla tek bağlantısı o sıkıntılı dönemin 1997 yılında bize Yoktan Geliyorum isimli şapşahane bir şarkıyı kazandırması oldu. Çölde geçen, Güven Kıraç’lı ve kelebek temalı bu şarkı Yeşim Salkım’ın da sıkıntılı günleri atlatıp yeniden gümbür gümbür döndüğünün sinyalini veriyordu.

“Hadi hazırlan eskileri terk etmeye,
Hadi hazır yüreğim yenileri fark etmeye,
Ve kulağın ayak sesimde biliyorum,
Yola çıktım çoktan yoktan geliyorum”

Bu albümden Yoktan Geliyorum ile birlikte Gözü Kör Olası ve Gönül Hırsızı gibi hitler çıkardı.

Bu albümden sonra Yeşim Salkım Sevgilim adlı bir maksi-tekli çıkardı, İstanbul Yeditepe şarkısıyla patladı. Daha sonra artık müzikteki yerini sağlamlaştırmış bir sanatçı huzuruyla biraz daha canının istediği işlere yöneldi. 


Yeşil Plak bu dönemde kuruldu ve Uğur, Hilal Cebeci gibi isimlere ve BBG yarışmasıyla patlayan Tarık’a albümler yaptı. Bu firmadan çıkardığı Hep Böyle Kal albümünde daha dingin bir Yeşim Salkım dinledi dinleyici. Bu albümde Yeşim Salkım 4 hit çıkardı (Kara Yazılım, Hep Böyle Kal, Selam Aleyküm ve Kavanoz Dipli Dünya) Bir Erol Evgin klasiği olan Hep Böyle Kal Yeşim Salkım’la yeniden hayat buldu (pek de lezzetli oldu bence), ancak bu albümün benim için önemli yanı canım Yaşar’ımla yaptığı düeti içermesi ve üstüne bir de bu şarkının kliplenmesi oldu.
Bu albümden sonra, 2001 yılında Babası Türk Sanat Müziği sanatçısı Dursun Salkım’a ve onunla beraber tüm TSM sanatçılarına vefa borcu olarak adlandırdığı Türk Sanat Müziği albümünü çıkardı. Vefa Borcu adlı bu albümden Biliyorsun Bir Zamanlar ve Dudaklarında Arzu şarkıları kliplendi.

Ancak müzikteki eğilimler değişmeye başlamıştı. 90’ların popu artık şekil değiştirmiş ve biraz daha tekno-dans ve cıstaka kaymıştı. Bilgisayarlı teknolojiler müziğe girdikçe artık kargadan da bülbül çıkartılmaya başlanmıştı. Yeşim Salkım ve daha birçok 90’lı yıllar sanatçısı için bu dönemi, mevcut kitleyi elinde tutmak için yapılan işler dönemi olarak adlandırmayı uygun buluyorum kanımca. Zira Yeşim Salkım her ne kadar iyi bir ses olsa da, devir değişmekteydi ve Yeşim Salkım da bu değişimden etkilenenler arasındaydı. Yeşim Salkım’ın bu dönemde yaptığı albümler daha çok mevcut kitlesine hitap eden işlerdi ve bir şekilde albümler çıktığında müzik kanallarında klipleri dönse de, popülarite açısından 2000’lerdeki Yeşim Salkım 90’lardaki Yeşim Salkım’ın popülaritesine ulaşamadı. Arka arkaya Ayna (2005), Bazen (2006), Casablanca (2007) (müzikal albümü), Sen Nasılsan Öyleyim (2008), 7 (2009), İstanbul'da Aşk (2010) albümlerini ve Yuvarlanan Taşlar (2007), Bambaşka (2009), Piyango (2011) teklileri çıkardı. 17 seneyi özetlersek, Yeşim Salkım 17 senede Albümler yaptı, sinema filmlerinde oynadı (Eşkıya ve özellikle Şarkıcı filmlerinde yıldızlaştı), dizilerde oynadı, müzikal yaptı, müzik prodüksiyonları yaptı, toplama albümlerde yer aldı (Melih Kibar’ın Yadigar albümündeki Rüya yorumunu severim). Kısacası Yeşim Salkım ilk çıktığı 1994 yılından beri hep bir şekilde hayatımızda yer aldı.

Yeşim Salkım’a özel bir hayranlığım yoktur. 90lar arşivcisi olarak bütün albümlerini arşivimde bulundurmakla birlikte, şahsen ilk şarkılarını dinlemeyi tercih ederim ben hep. Ancak takdir ettiğim bir Yeşim Salkım var ki, o da geçirdiği onca badireden sonra hala müzikteki ve işindeki istikrarını sürdürebilmesi ve hala var olabilmesidir. Bir de gözlemlediğim, dinleyicisinin gözünde öyle bir kredisi var ki, Yeşim Salkım’ın özel hayatını göz ardı edip, salt sanatçı kimliğine önem verip her düştüğünde kaldırıyor ve yaşama gücü veriyor. Adeta şarkıdaki gibi “Çünkü olan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak!”

Bu gece başka bir Yeşim Salkım gördüm sahnede. Neşeli, muzip, samimi, entelektüel ve en önemlisi sonunda aradığı huzuru bulmuş, yelkenlerini indirmiş bir Yeşim Salkım’dı karşımdaki “ben artık duruldum, hayatımın huzurunu buldum, artık olumsuz sözleri görmezden gelebiliyorum” derken…

Hiç yorum yok: