MAKYAJLARINI SİLMİŞ BİR ALBÜM
Ece Dorsay 5 sene sonra dünyasının kapılarını sonuna kadar açtığı bir albümle 'merhaba' diyor.
2015 yılı uzun süredir yollarını
gözlediğim bazı albümlerin de arşivime girdiği yıl oldu ve 2015’i ucundan
yakalayan isimlerden, müziği kadar dostluğu da benim için çok önemli olan Ece
Dorsay’la yeni yılın ilk yazısını başlatmak istedim.
Ece Dorsay, küllü ses rengi,
hayata, ilişkilere ve içinde yaşadığı topluma dair duyarlı, incelikli ve banal
klişelere kaçmayan sözleri ve her biri o sözler içinde ahenkli bir köşe kapmaca
oynayan notalarıyla ilk olarak kulaklarımıza 2002 yılında Kum Saati albümüyle
girmişti, sonrasında Ece Dorsay’ın müzik cephesinden yeni bir albüm haberi
gelmesi için 8 sene bekledik ve 8 senenin ardından bizlere 2010 yılında Kırmızı
Karanlık ile müziği ve sözleri daha olgunlaşmış bir Ece olarak karşımıza çıktı.
Arada 2009 yılında Mor Rüya adlı bir şiir kitabı da çıkardıktan sonra, müzik
hayatı çeşitli festivallerde, barlarda ve sahnelerde hem kendine ait hem de
başka isimlerden sevdiği şarkıları Ece Dorsay tarzıyla yorumladığı güzel
programlarla geçti. Çeşitli dergilere yazılar yazdı, radyo programları yaptı. Bu
süreçte yazmayı bırakmadı, hep gözlemledi, hep yazdı, hep doğru zamanı bekledi
ve ben bu süreçleri yakından takip eden bir müziksever olarak şimdi bu
gözlemlerin ve yaşanmışlıkların 2015 yılında şarkı formlarında bir albüme
dönüşmesine en az Ece kadar mutlu oldum. Ve artık elimizde Dünyamın Haritası
var.
Öncelikle en büyük teşekkür,
kimsenin albüm yapmak için elini taşın altına koymadığı bir zamanda Ece’ye
albüm yapan Aykut Gürel’e gitmeli. Ece Dorsay’ın Dünyamın Haritası 9 Aralık 2015’te
İrem Records etiketiyle dijital mecralarda dinleyiciyle buluştu. 1’i yeniden
yorum olmak üzere, 11 şarkılık albüm, Ece Dorsay’ın özenle hazırladığı 15
sayfalık kitapçığıyla da dikkat çekiyor. Albümün çıkış şarkısı olarak, Ece
Dorsay’ın hem sahnede yorumlamayı sevdiğim hem de beni çok anlatan bir şarkı
olduğu için söyledim dediği, Ajda Pekkan’dan dinlediğimiz Vitrin oldu. Bu
şarkıyı seçme nedenlerini daha detaylı olarak röportajında okuyabileceksiniz.
Kapakta Ece Dorsay’ı masmavi bir
gökyüzü ve iç açan bir deniz önünde gitarını çalıp şarkılarını söylerken
görüyoruz. Bu kapak bana Ece Dorsay’ın artık daha umutlu, daha dingin, daha
hayatı ve gördüklerini hazmetmiş bir sanatçı olduğunu hissettirdi. Hani Candan
Erçetin’in bir şarkısındaki gibi, “daha güçlü, daha sakin”. Gitarının dikkat
çekici gökkuşağı renkli gitar kayışı da Ece Dorsay’ın hep desteklediği lgbtleri
bu albümde de unutmadığını akla getirdiği gibi, albümdeki çok renkliliği de ifade
ediyor. Ece Dorsay, diğer albüm kapaklarında olduğu gibi gülümsüyor, ancak
önceki albüm kapakları gece, karanlık ve koyu tonlardaydı, Kum Saati’nde gece,
Kırmızı Karanlık’ta tan vaktini akla getiren kızıl kırmızı renklerdeki kapaklar
bu albümde apaydınlık bir güne açılıyor ve bu açıdan bu üçüncü albüm bir
üçlemenin son halkasını tamamlıyor. Ece Dorsay uçsuz bucaksız bir deniz önünde
ve yanında yöresinde kimse yok, yani yalnızlığını da bırakmıyor, yoluna hep tek
devam etmiş ve bu albümdeki her şeyi tek başına halletmesini de açıklıyor bu
kapak. İçine oturmuş hüzünler dalgalara göğüs geren kayalar olmuş ve onun bir
parçası haline gelmiş. Başındaki bulutlar ise, sürekli aklından geçen
düşünceleri ifade ediyor. Uzaklarda iki tane ağaç görüyoruz, içinde yeşerdiği
umutları ifade ettiği gibi, albümdeki şarkılardan birinde geçtiği üzere, ağaçların
kesilmesine dikkat çekmeyi de istemiş olabilir. Kapak Ece Dorsay’ın albümüne
adını veren şarkısı gibi Ece’nin Dünyası ve albüm hakkında bolca ipuçları
taşıyor. Arka kapakta Ece için önemli objeler bu tezi doğruluyor. Bu Ece’nin en
kişisel, en içini döktüğü albüm ve daha ön ve arka kapağında da sizi dünyasına
çekiveriyor.
Albüm kitapçığında 4. Sayfada Ece’nin
kaleminden albümün hikayesi satırlara dökülüyor ve okudukça Ece’nin yol
hikayesine vakıf oluyorsunuz. Çok iç ısıtıcı bir albüm yazısı. Klasik teşekkür
notu gibi değil, albüme güzel bir giriş; zira içini döktüğü bir yazı. Şarkılardaki
Ece’ler birbirini tamamlıyor, şarkıların art hikayelerini bilince daha değerli
oluyor dinlemesi. Ve ilk şarkı dönmeye başlıyor:
Albümün açılış şarkısı Bar Taburesi Ece’nin hayatında olup
bitenleri dışarıdan tarafsız bir gözle seyrettiği bir şarkı. Barlar hepimizin
bir şeyler içmek için gittiği yerler olmakla birlikte aslında hayatın tam da o
anda tüm çıplaklığıyla gözümüzün önüne geldiği yerlerdir bir yerde. Müzik de
vardır orda, her biri hayatımızın bir yanına değmiş insanların başka insan
suretleri de… Ve siz bar taburesinde oturup seyredersiniz o insanları kendi
hayatınızı düşünerek. Ece de hayatın bar taburesinde oturup, bize “dünyasının
haritasının” hayatından gidenlerin arkasından baktığı kısmını gösteriyor,
insanlar hayatına geliyor, bir süre kalıyor ve ayrılıyor, sonra anlıyor ki
meğer o giden insanlar hiç hayatında olmamış (hiç gelmediler ki, hiç sevmediler ki, göze almadılar ki), ama gene
de kaldıklarına inanmak istiyor, hayatından atamıyor, “kandır beni bir kez daha, durma” diyerek kendini avutuyor ve
kalbini kapatmıyor, insanlara inancını kaybetmiyor ve gidenlerin arkasından
bakarken kalanlara kadeh kaldırıyor. Keşke kliplense dediğim şarkılardan biri
bu şarkı. Ece’nin Dünyasının Hayat
kısmıdır bu şarkı.
İkinci şarkı albüme adını veren Dünyamın Haritası. Yenilenme, silkinme,
kendine geliş gördüm satırlarda, “Dünyamın
haritası, yeni baştan çizildi, senin dürbününle bakınca”, hayatına girip
zenginleştiren dostlara bir selam gibi, hayatımıza giren ve tanışıklıktan
arkadaşlığa, arkadaşlıktan dostluğa geçen herkes bize bir şeyler öğretir ve
birlikte iyi kötü deneyimlerle dünyaya, hayata farklı bakmaya başlarız,
hayaller kurarız, kuşlar uçururuz, heyecanlarımız olur, sırları bölüşür bir
elmanın iki yarısı oluruz dostlarla… Onlar bizi besler ve dünyamızın haritasını
yeniden çizerler. Bu şarkı her ne kadar romantik bir ilişkiye yazılmış gibi
dursa da, satırlarda benim çıkardığım bir teşekkür notu bu şarkı ve albüm
temasına bakıldığında, bağlamı tamamlıyor bu duygu. Ece’nin Dünyasının Deneyim kısmıdır bu şarkı.
Albümün üçüncü şarkısı Ajda
Pekkan’dan dinlediğimiz Sezen Aksu-Can Algeç şarkısı Vitrin. Ece ile yıllar içindeki dertleşmelerimizde dem vurduğu
konulardan biriydi insanların çıkarcılığı ve senden bir şey isterlerken hep
orda olup, sen bir şey istediğinde ortalıklarda olmayan insanlardı ortak
derdimiz. Ece’ye bu şarkıyla neden çıktığını sorduğumda, bana hem sahnede
yorumlamaktan keyif aldığım hem de sözleriyle beni anlatan bir şarkıydı,
istedim söyledim dedi. Sözleri derinlemesine okuduğumda hak verdim. Ece o naif
ve güzel yüreğiyle kırılsa da kıramayan insanlardan. Artık bu albümle içinde
deli sular gibi çağlayan heyecanlarını göstermekten çekinmeyen, daha aklının
iplerini salmış, içindeki “deliyim aslında Allahına kadar deliyim” diyen Ece’yi
dışarı çıkartan ve hayatına girecek insanları vitrinine değil iklimine gelmeye
davet eden bir Ece var ve bu açıdan bu şarkı tam Dünyamın Haritası’nın özetini
oluşturuyor. Şarkı bambaşka bir düzenlemeyle yeni bir şarkı gibi parlıyor. Ama şahsi
düşüncem, albümde Ece’nin sound olarak bu şarkıdan çok daha güçlü şarkıları
var. Ece’nin Dünyasının Rest kısmıdır
bu şarkı.
Dördüncü şarkı Uzağa, bu yukarıda saydıklarımı doğrular
nitelikte, yeni ve güçlü, kimseye eyvallahı olmayan Ece’nin manifestosu gibi. Zira
“yüz verdiklerin yüzsüzse, arkana bakma
git sessizce” veya “onaylanmayan yolu
seçtim, dokuz köyden uzağa” satırları Ece’deki bu dönüşümün kanıtı gibi. Hayatına
girmiş “gergin suratlar, hata yap diyen
bakışlar, boşa sıkılmış yumruklar”a elveda, “kuytuda sevişmenin tadına, uzaklara bakmanın zarafetine ve çiçek
çocuğun cesaretine” merhaba diyen bir Ece var. Farkındaysanız şimdiye kadar
şarkı sıralaması hep bir bütünlük içinde; hayatı “neden ben, neden böyle” soruları
yerine, “ben buyum, ben böyleyim” diyerek daha güçlü, daha olan bitenin
farkında yaşayan bir Ece Dorsay görüyoruz. Kendimize getiriyor şarkı ve kendimizi
şimdiye kadar bizi üzenlere, boşa telaşlarımıza güle güle derken buluyoruz. Ece’nin
Dünyasının Kaçış kısmıdır bu şarkı.
Hayatta ve herkesin “dünyanın
haritası”nda aşk olmazsa olmaz, “Seninle”
ve arkasından gelen “Belki Bir Gün”
Ece’nin dünyasının romantik evini aydınlatan yıldızları. Seninle’de kimseden
korkmadan, kuralları yıkarak, gölgelerden kaçarak, engelleri aşarak yaşanan bir
aşkı anlatan bu şarkıyı lgbt aşklara hediye ettim içimden, zira zaten
yaşamlarında çok çeken ama bir o kadar da coşkulu ve tutkulu aşklar yaşayan
lgbt bireyler de Ece Dorsay’ın hayatının ve “dünyasının haritasının” önemli bir
kısmını oluşturuyor. Yaşadıkları tüm baskılara ve yıldırma çalışmalarına
rağmen, hayatı temize çeken, karanlığa birlikte güldükleri, aşkı baştan
yazdıkları bir ilişki onlarınki, samimi ve sahici. Belki Bir Gün ise, mecburen –onaylamayan insanlar yüzünden- yarım kalan
bir aşk hikayesinde yolların yeniden kavuşmasına dair umudu anlatan şarkı. Bence
şarkının en can alıcı satırı “renklerimi
sana da sürdüm, çekip gitsen de unutma diye”, çünkü her ne kadar yollar
ayrılsa da, unutmayı ve unutulmayı istemiyor, Severek ayrılan kalpler bir
parçalarını taşımak isterler ya bir yanlarında, bu şarkıdaki ayrılık işte öyle
bir şey! Ece Dorsay bu şarkıda ıslık çalanlar yine susar derken, bir yandan da ayrılığın
üzüntüsünü derinden yaşıyor ama umuda katık ettiği olgunlukla karşılıyor “parçalarımız yolda kaldı ama büyük, uçurtmayı
saldık” diyerek. Ama sevdiğine giderken sürdüğü renklere bürünüyor, yeniden
çiçek açıyor yolların kavuşacağına dair umudu. Bu şarkı da Ece’nin Dünyasının
Haritasının hüzünlü ama umutlu ayrılık bölgesi. Ece’nin Dünyasının Umut ve Özlem kısmıdır bu şarkılar.
Bir sonraki şarkı olan İstanbul Ayaklar Altında’da, Ece Dorsay’ın
Dünyasının Haritasının toplumsal konulardaki duyarlılığını ve isyanını dile
getirdiği bir kısmı. Takip edenler bilir, Ece Dorsay toplumsal konularda son
derece duyarlı bir birey aynı zamanda, Emek Sineması’nın yıkılışında veya Gezi
Olayları’nda tepkisini aktif olarak gösteren ya da kesilen bir ağacın hüznünü
içinde duyan, ağaç yerine dikilen çirkin gökdelenlere ve avm’lere isyan eden duyarlı
bir sanatçı ve Dünyasının Haritasını çizerken bu yönünü de ihmal etmemiş.
Etrafında gördüğü çirkinlikleri, para uğruna, rant uğruna ağaçların
kesilmesine, dikilen avmlere, gökdelenlere, kapitalizmin parıltılı hayatlarına
ve Emek Sineması’nın yıkılışına duyduğu tepkiyi anlattığı şarkıda İstanbul’un
göz göre göre betonlara gömülüşünü çaresizlikle izliyor ve ama gidişatı
değiştirmeye gücü yetmese bile yazdıklarıyla şarkılarıyla insanları uyarmayı
kendine görev biliyor. Ece’nin Dünyasının Aşık
Olduğu Şehre Yapılanlara İsyan kısmıdır bu şarkı.
Köprülerde yılların arayışının ardından gelen bir aşkla, kendine sığınacak
liman bulan bir kadının duygusunu buluyoruz. Kendini akışa bıraktığı, ilk kez
bu kadar rahat olduğu, “kal dedin, uzan
dedin, bakakaldım” diyecek kadar şaşırdığı, kapıları açması ve içeri davet
etmesiyle daha önce yaşamadığı duygular yaşadığı, bir bakışıyla bağlandığı bir
aşkın şarkısı bu. Ve bu mutluluk anında zamanın durmasını istiyor kadın, o anın
güzelliğini sonsuza dek yaşaması ve köprülerin kurulması için. İlk kez ayakları
yerden kesilmişçesine bir aşk yaşıyor ve “yerçekimi
denen kavram yok oluyor”, bunu da kapıyı davetkar açan, zarif elleriyle
saçını açan ve bir bakışıyla kendine bağlayan sevgili sağlıyor. Bu yüzden bu
şarkı Ece’nin Dünyasının Haritasının hayata şükrettiği kısmını oluşturuyor. Ece’nin
Dünyasının Kendini Aşka ve Akışa Bırakma
kısmıdır bu şarkı.
Kalp Atışı, Ece’nin gene kendine dönüp kendiyle hesaplaştığı, kendi
kendini sorguladığı, aşkı ararken gene en büyük faydayı kendinde bulduğu veya
aşkı ararken dönüp dolaşıp kendine ulaştığı bir şarkı. Aşka aşık, umut etmekten
vazgeçmeyen, makyajsız yaşamak isteyen, günleri kendi oyunuyla dolduran bir kalptir
onunki. Sonunda yalnız gelip yalnız gitmeyi kabullenmiş bir kalptir onunki. Ve kendine
bir teşekkür notudur bu şarkı. Ben
yalnızken daha yakındım ruhuna derken, yalnızken yaşadığı aşkı daha
idealleştirme var, öyle güzel bir aşk ki o, gerçeği ideali kadar mutlu etmiyor
belki de onu. Gene aşka aşık olma halinden vazgeçemiyor “tutunduğum dal aşka bağımlılık” derken. Ece’nin Dünyasının Kendiyle Yüzleşme kısmıdır bu şarkı.
Çak Kibriti sevdiğini cesaretlendirme, adım atmaya teşvik etme
şarkısı. “Bak” diyor, “kendime rağmen sana geldim, adım atma sırası sende”
diyor ve sevdiğinin onda yarattığı değişimleri “deniz fenerim oldun, bana yol gösteren/Ahtapot gibi sarılman dönüştüren”
veya “Sensiz haritam yoktu/sessiz
çığlığım oldun” derken. Duygu olarak iki şarkı önceki Köprüler şarkısının devamı gibi bu şarkı. Orda da beklenmeyen bir
anda gelen aşkla dengeleri bozulan ama bundan dolayı mutlu olan bir kadın
vardı. Bu şarkıda, karşı tarafı tanıyoruz, yani bu kişinin ona nasıl iyi
geldiğini, caddelerinde tedirgin adımlar atarken nasıl bir sarılmasıyla nasıl kendini
havalarda bulduğunu anlatıyor ve ondan da “gözlerini
kaçırmamasını ve kibriti çakmasını” bekliyor. O bu aşka inanıyor,
sevdiğinden de kendisini bırakmasını istiyor. Ece’nin Dünyasının Aşkı ve Sevgiyi Cesaretlendirme
kısmıdır bu şarkı.
Derken son şarkıya varıyoruz: Fosil. Umutla başladığı aşkın hayal
kırıklığıyla sona eren sonu. Baştan bulutlarda uçuran, daha sonra yere
çakılmasına yol açan, daha önce “gözlerini kaçırmamasını ve kibriti çakmasını”
istediği ve şimdi başka bir umutsuz aşk hikayesinin kahramanı olan sevgiliye sitem
şarkısıdır. O sevgili Ece’nin verdiği her şeyi elinin tersiyle itmiş, Ece
gözlerini kaçırmamasını isterken gözlerini kapatmıştır. Ece ne kadar uğraşırsa
uğraşsın, Ece’ye hayatın balını değil zehrini yaşatır. Ece bu yüzden Kalp Atışı’ndaki
kendine dönüşü yaşıyor işte. Bu şarkı da onunla bütünleşik. İdealize ettiği aşk
gerçeğe dönünce hayal kırıklığından başka bir şey getirmiyor, çünkü
karşısındakinin böyle bir aşka cesareti yok, Ece ne kadar iteklerse iteklesin,
ne kadar cesaretlendirmeye, kibriti çakmaya teşvik etmeye çalışırsa çalışsın,
karşısındaki kendini bırakamıyor ve Ece gene yalnızlığa kendine dönüyor.
Karşısındaki için bu başka bir zaferdir ve Ece’nin kırılan kalbini umursamaz.
Korkaktır o, kalbi fosildir, Ece’nin iyi niyetlerini ve umutlarını kırar, bu
yüzden Ece bir an kapıldığı bu büyülü hayalden gerçeğe dönerek, veda bile
etmeden oradan gider. Dünyasının Haritasının ayrılık ve gene en iyi dostuna
yani kendine dönüş kısmı bu şarkı. Ece’nin Dünyasının Hayalkırıklığı kısmıdır bu şarkı.
Bu şarkıyla albüm bir daha Bar
Taburesi’ne döner ve siz de Ece’nin dünyasında yaşadıklarından kendinize benzer
yanları duyumsar ve Ece’yi daha bir yakınsarsınız. Çünkü o süslü boyalı gerçek
dışı hayatların değil, makyajsız, olduğu gibi satırların şarkıcısıdır. Aşkı da,
hüznü de, sevinci de, kavgayı da dibine kadar yaşar.
Albümde Ece her şeyi tek başına
yapmış; buna söz, müzik ve düzenlemelerin yanında, albümdeki vokaller ve enstrümanların
çalınması dahil. Bu yüzden çok kıymetli bir emek albümü bu albüm. Ece albümde
gitarları, bassları, loopları, klavyeleri, ukuleleyi, trompet ve beat box seslerini
(ağızla) kendisi çalıp davul yazımını da kendisi yazmış. Bilhassa Çak Kibriti’deki
ukulele, Köprüler'deki ağızla yaptığı trompet sesi, ve Kalp Atışı’ndaki gerçek bir kalp atışını anımsatan ritim ve ses
efektleri ile ağızla beatbox efekti çok güzel bir hoşluk olmuş.
Albüm kitapçığı Ece’nin Türkçe ve
İngilizce biyografisiyle bitiyor ve albümü tamamlıyor. Bu albüm kendini size
açmak isteyen bir sanatçının günlüğü. İçinde her şeyi makyajsız, olduğu gibi
anlatırken sizden yol arkadaşı ve sırdaşı olmanızı istiyor. Ece’nin çağrısına
kulak verin derim, pişman olmayacaksınız. Akustiği, soundu ile beklediğimize
değen bir Ece albümü olmuş. Ece’nin dünyasına röportajında daha fazla
gireceksiniz ama o başka bir yazının konusu. Şimdilik bu yazı çerçevesinde Ece’nin
dünyasına hoş geldiniz… Bu arada hatırlatmakta yarar var. 29 Ocak’ta Kanyon’da
Müzik Günleri kapsamında sahne alıyor Ece Dorsay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder