YAŞAR - ŞEHİR YALNIZLIĞI
2. BÖLÜM: ŞARKILAR BANA NE ANLATIYOR
Albüm yazısının bu bölümünde, yeni Yaşar şarkılarının bende uyandırdığı duyguları kendimce "duyduğum" hikayelere dönüştürerek kaleme (klavyeye) dökmeye çalıştım. Bir nevi şarkıları İstanbul’a dair farklı çağrışımlarla
anlamlandırdım kafamda. Şarkıların her birini farklı bir erkeğin gözünden anlatıp İstanbul'un farklı noktalarıyla özdeşleştirdim. Denemem başarılı oldu mu, buna siz karar verin.
Şarkı albüme adını veren Şehir Yalnızlığı ile açılıyor.
Şarkının modern İstanbul’u yaşatan tek şarkısı bu belki de, zira öyle bir
zamandayız ki, kalabalıklar içinde yalnız hissetmeyi hiç bu kadar yaşamamıştık.
Bir yandan birbirimizle hiç olmadığı kadar –sanal- bir iletişim halindeyiz, bir
yandan ise hepimiz tek başımıza yalnız dünyalarımızdayız. Bu şarkıdaki adam,
modern zamanların İstanbul’unda yaşayan bir eski zaman beyefendisi, iflah olmaz
bir şehir yalnızlığını içinde yaşarken, bir yandan giden sevdiğinin ardından
yas tutuyor. Geçmişi “dilinde unutulup gitmiş bir şarkı” ile “nerde eski
divaneler” diyerek anarken, bir yandan hayatı boyunca yaşadığı vedaları
hatırlıyor ve her sabah güne giden sevgilinin aynadaki hayaline bakarak
başlıyor. Bu yorucu yaşam içinde özlemle yoğruluyor. (Albümdeki “nerde eski divaneler”
ile Yaşar’ın ilk çıkış şarkısına gönderme yapması ayrı bir hoşluk olmuş.)
Albümdeki favori dizem: Her sabah aynada seni görmekten
yoruldum, gelip al gözlerini…
Albümdeki ikinci adam, aşık bir kabadayı… Aşkıyla coşan,
coştukça naralar atan, sevdi mi tam seven, sevdiği için dünyayı yakan bir
kabadayı… Kumkapı’da bir meyhanede bu adam, aşkından sarhoş, arkadaşları
toplamış etrafına, bir rakı masasında, Müzeyyenli bir fasılın ortasında, keyfi
gıcır. Öyle ki, “bu gece aşkı biraz fazla kaçırdım,” diye itiraf ediyor,
“kalbim dönüyor”. Yalnızlığına veda edip, “yasaklıyor hüznü halka açık
yerlerde”. Bu coşkulu gecede, “naralar atıp atıp”, “adını göğsüne yazıyor”
sevdiğinin. Eski zaman aşıklarından bu adam ve adeta sevgisiyle bütün
İstanbul’u aşka boğuyor. en son hem rakının hem de aşkın sarhoşluğuyla bütün İstanbul'u öpüyor.
Albümdeki favori dizem: saçını okşadım yalnızlığımın, seni
bir daha buralarda görmeyim dedim, yasakladım hüznü halka açık yerlerde,
hayatımda ilk defa bu kadar sevdim
Albümdeki üçüncü adam, romantik bir üniversiteli. Aşk
Bozumu’nda sonbahar manzaralı bir İstanbul’dayız. Havalar soğumakla soğumamak
arasında ve ayrılığın mevsimi sonbahar tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüş. Genç bir
adam martılara simit atarken aklında uzun süre önce gitmiş olanın hayali,
İstanbul’un vapur sefalarına düşüyor yol bu şarkıda, genç adam belki kaldığı
yurda dönüyor, belki de üniversiteye derse yetişecek. Bu aşk bozumunda iki
yaralı kalp hasat. Papatyalarla “seviyor, sevmiyor” falı bakıyor, en ufak bir
umut kırıntısına hasret ve başka hiçbir şeyi düşünemez olmuş, baktığı her yerde
giden sevgiliden bir iz arıyor, ortak şarkılarını dinliyor, onunla o anda aynı duyguda
buluşmuş olmayı diliyor. “Şimdi biz senle ayrı ayrı şehirlerde, aynı şarkıyı
dinliyoruz belki de, benim aklım sende seninki nerde” diyerek, olmaz a, bir
cevap vermeyi ve sevdiğinin de onu düşündüğüne inanmak istiyor. Bir an belki şu
an hayatında başkasını olduğunu düşünerek hüzünleniyor. (Adeta Kumralım
şarkısında sorduğu üzere “orda her kiminleysen belki sevgilinleysen, söyle
kumralım için sızlamaz mı?” misali.)
Albümün en delidolu şarkılarından Anca’da yirmilerinde havai
ve kendine özgüvenli bir genç adam var. Muzip bir yanı, şeytan tüyü var ve
büyükçe bir egosu var. Daha aşk acısından nasibini almamış, biraz şımarık,
hayatı toz pembe yaşayan ve hiçbir şeyi pek ciddiye almıyor. Clubber tarzı,
İstanbul’un gece kulüplerini gezen, ekonomik durumu iyi ve eğlenceyi hızlı
yaşamı seven bir profili var. Belki de ilk kez ciddi bir şeyler yaşamış ve
beklemediğinin aksine bu terk ediliş ona koymuş. Bu yüzden terk edildiğine
inanamıyor ve afallıyor. “Madem kalbimden gittin, hala ne işin var aklımda”
diyor. Sonra kuyruğu dik tutmak için “zaten beni başka sevdin, aşk diyorlar
buna her lisanda” diyerek üste çıkmaya çalışıyor, aşk terazisinde baskın
gelmeye çalışıyor. Bu gelgitler şarkı boyunca gösteriyor kendini. “Bu neyin
inkarı, kalbinin hünkarı, ömrünün son karı ben değil miydim,” dedikten sonra,
gene direksiyonu eline alıyor: “dünya bir gün dönmediğinde, sular alev alıp
sönmediğinde, kalbinden vurulup ölmediğinde, sen anca o gün beni unutursun”
diyor. Böyle örnekler ne çok var aslında gerçek hayatta da. Albümün en keyifli ve matrak
şarkılarından. Hele o aradaki gitar soloları, bas yürüyüşleri insanın kulağına dolarken, bir disko havası veriyor şarkıya. (İlter Kurcala tarzını nasıl da gösteriyor). Derken giren o saksafon solosuyla başka bir yöne gidiyorsunuz.
Albümdeki favori dizem: Sen bile bilmiyorsun ne, beni ayakta
tutan, yaşadığım bu şehirde, senin de yaşıyor olman.
Albümün 6. şarkısında, yıllar sonra İstanbul’a dönen 40’lı
yaşlarında bir adamın aşkının izleri peşinde Yüksek Kaldırımdan İstiklal’e
çıkışı ve aşkının izlerini bulamadığı gibi hiçbir şeyin aynı kalmadığını
görerek yaşadığı hayal kırıklığı var. Markiz burada bir sembol olarak
beliriyor. Eskilerin en favori buluşma noktası olan, nice aşkın fonu Markiz
pastanesi biten bir aşkın simgesi Markiz’in çoktan kapanması, çoktan bitmiş bir
aşkı simgeliyor. Adam yıllarca gezip dolaşıp aşkın esaretinden kurtulmak isterken
gene dönüp dolaşıp kendini çoktan kapanmış Markiz’in önünde buluyor. O zamandan
bu zamana her şey değişmiş, adam giden sevdiğinin yerine kimseyi koyamamış,
yıllarca hep içinde saklamış eşine dostuna hatta kendine yalanlar söylemiş,
kendini kandırmış/unuttum yalanına kanmak istememiş. Oysa öyle çok şey var ki
içinde patlayıp taşmayı bekleyen, bir ihtimal ya görürsem diye geri dönüyor.
Hiçbir şey konuşmadan sadece gözleriyle ifade etse kendini. Adam İstanbul’un
her yerinde aşkını arıyor ama hiçbir şeyin tadı yok, birlikte bakmaya
doyamadığı Boğaz bile çöl gibi karşısında, kah gülerek kah nefes nefese
çıktıkları Yüksek Kaldırım’da şimdi yanında bilmediği insanlar geçip giderken
tek başına yürüyor, Markiz’in kapanması biten aşka vurulan son darbe oluyor (mutlu
son beklenir ya büyük aşklarda, bu aşkın mutlu sona ermemesini usulsüz olarak
görüyor, tıpkı Markiz’in kapanmasının bir devrin sona ermesi olduğu gibi) (not
2: burada her şey usulsüz, derken sanki günümüzde İstiklal’in içler acısı
haline de bir gönderme de aklıma gelmedi değil): “gel gör ki bütün büyük aşklar
gibi yarım kaldı hikayemiz”. Gene nostaljiye kapılıp, bir akşam üstü bir yerden
çıkacakmış ve gene ona sevda dolu gözlerle bakacakmış gibi bekliyor, yüzü sevda
ardı Beyoğlu olan sevdiğinin. Gene de içinde o aşk oldukça o aşkın külleri de
her daim yanacak, bunu biliyor, bunu da son satırında dile getiriyor: Sen
neredeysen oralıyım ben, sıcacık aşkındır kalbimin yurdu.
Şerbet’te bu defa bir Divan şairi var şarkının ucunda. Sevgiliye methiyeler düzen, teşbihlerle, senalarla sevgiliyi yücelten,
şiirlerinde sevgilinin gülüşünden, pamuk ellerinden, çocuk dillerinden, rüzgar
saçlarından, gül bahçesi dudaklarından, kalem kaşlarından bahsetmekten zevk
alan, sevgilisini ne kadar yüce sözlerle övse de bir türlü yeterli gelmeyen
aşık bir şair bu. Bu aşk ona hep ilham veriyor ve “yeni bir şeylere başlıyor”.
“Sen adama ne şarkılar yazdırırsın var ya, gözlerin gördüğüm en gerçek rüya”
satırlarında görüyoruz sevgilisinin verdiği ilhamı. Sevgiliye güzellemeler
yapıyor. Divan edebiyatındaki benzetmeleri andıran bu şarkının söylemi,
nakaratta bu zamanlara dönüyor, “sen gibi sevgilim olsun bi milyon da borcum
olsun” gibi güncel ifadelerle ilan-ı aşka dönüyor. Bu şarkının klibini çekecek
olsam, aynı şarkıda buluşan iki devrin şairini konu alırdım. Modern aşkla divan
edebiyatı zamanlarındaki aşkı yan yana karelerde betimleyen bir klip çekerdim. (Arada İlter Kurcala'nın kendini hemen belli eden tarzıyla attığı gitar solosu dinlerken bile mestten başımı döndürdü. Canlı da izlemiştim, adam gitarı çalmıyor, resmen parmağını değdirdiği yerde gitar yeniden şekilleniyor. O nasıl hız, nasıl parmaklar kaybolurcasına çalıştır.)
Son Göz Ağrım şarkısının mekanı bir düğün. “Neler neler
gördükten sonra” bu kalp, “kaç ayırlık kaç ihanet”, en sonunda limanını buluyor
ve bu şarkı da son limanını bulup dünya evine giren bir adamın düğününü
taçlandıran bir düğün şarkısı oluyor. Dünyaevine girerken eskiye dair ne varsa,
tüm elvedaları kapının önüne bırakıp yeni bir sayfa açıyor. Bu geceden sonra
mutluluğa yol alınacak. Adam sevdiğine bu geceki büyük aşkı koruyacağına dair
yemin ediyor ve yıllar sonra saçlarına düşen ilk akta bile bugünkü heyecanı ve
aşkı koruması için sevgilisinden de aynısını istiyor: “tut aşkım bir ucundan
sen de, ne kaldı şurda mutluluğa” Tüm geçmiş temize çekiliyor ve adam ilk kez
mutluluktan ağlıyor, çünkü ilk kez onu bu denli aşık eden, hayatını gözleriyle
bağlayan, ilk görüşte içine aşk saklayan ve mutluluktan ağlatan birini bulmuş ve
bunu da nihayete erdiriyor: “sen benim son göz ağrımsın”. Onlar ermiş muradına,
biz çıkalım kerevetine…
Sıradaki şarkı, benim albümdeki favorim olup, hüngür şakır
ağlatangillerden, çok etkilendiğim ve hep aynı yerlerinde boğazımı düğümleyen
Seni Sevmeyi Sevmiyorum. Bir şarkı nasıl bu kadar içe dokunabilir? Sevdiği gittikten
sonra dünyası kararan (“güneş batmış, bir daha hiç doğmayacakmış gibi, gece
susmuş, tüm dünya dilsiz sanki) ve sevdiğini kafasından atamayan, canı çok
acımasına rağmen, gene de bir türlü sevmekten vazgeçemeyen, bir de bunun
acısını yaşayan… Ve o son çaresiz yalvarış: “çık içimden lütfen”… O lütfen
derkenki sesin kırılması, acıtıyor çok fena. Hayat güzel yüzünü sevdiğini
karşısına çıkararak göstermiş ama heyhat o da gidince kendini hayat tarafından
kandırılmış hissediyor. Albümün son Murat Güneş şarkısı, adeta bilerek
sıralamada buraya konulmuş gibi adamı penceresinde tek başına dışarı bakarken
bırakıyor ve en başa, şehir yalnızlığı duygusuna geri dönüyoruz. Şehir
Yalnızlığı’nda “Her sabah aynada seni görmekten yoruldum, gelip al gözlerini”
diyordu, ona acı veren bu aşktan kaçmak istercesine, burada da “çık içimden
lütfen” diyerek acı veren bu aşkı unutmak istiyor (da istemiyor). Bu şarkı
aklıma ister istemez Acıtmıyor Sevdan’ı getirdi, orda ne diyordu: “batıyor ama
acıtmıyor senin sevdan.” Bu şarkıda ise Acıtmıyor Sevdan’ın aksine her yerine aşktan
sivri bıçaklar saplanan bir adamın acısı var. Bu defa batıyor ve acıtıyor… Bu
yüzden sevmeyi sevmiyor, çünkü aşkı kalbine batıyor, acıtıyor. (Her anlamda çok
vurucu şarkı ve içimden yerine gitti, Murat Güneş’e de içimi yazan bu şarkı
için teşekkür mü etmeli, gizli sırları aşikar ettiği için aşk olsun mu demeli
bilmiyorum. Ağlattı beni adam.)
Albümün versiyon şarkısı olan Markiz Flamenko dışındaki
kalan iki şarkısından biri Yaşar imzalı Ölmek Var Dönmek Yok. Yaşar’ın
zamanında Nilüfer’e verdiği, Nilüfer’in 2001 yılı çıkışlı Büyük Aşkım albümünde
söylediği, Yaşar’ın daha önce bir kez radyo programında seslendirdiği ama daha
önceki albümlerinde yer almayan, ben başta Yaşarseverlerin yıllardır Yaşar’ı
“albüme al, albüme al” diye darladığı o efsane şarkı nihayet bu albümde Yaşar
sesiyle kayıt altına alınmış oldu. Ölmek Var Dönmek Yok, Yaşar’ın Divane
zamanlarındaki coşkulu ve tutkulu aşık dönemlerinin bir şarkısı. Divane’deki
gibi sevdiği için yeri göğü delen bir adam var, sevdiğinin aşkı uğruna ölmek
var dönmek yok, diyor, sevdiğinin kalbini fena kırmış ve kendini affettirmek
için çırpınıyor. Sevdiği gelme diyor, adam o divane haliyle, “prangalar tutmaz
beni” diyor, yerinde duramıyor, “kalmalar avutmaz beni” diyor. Sevdiği ondan
yüz çevirdikçe, affetmedikçe aşkı da büyüyor, hırsı da. Sevdiğinin gönlünü
yeniden alana kadar yürüdüğü yollardan dönemez, çünkü alışmamış caymaya. Bir
yandan kendini de biliyor, deli gönül bunlardan ders al diyemiyor, sevgilinin
kalbini yeniden kazanmak, gönlünü almak için “ölmek var dönmek yok”, “yanmak
var sönmek yok”, yani vazgeçmek yok, pişmanlığını sevdiğinin de görmesini
istiyor. Ama sevdiği kapı duvar, halinden anlamıyor. Sevdiği gelme dedikçe,
durduğu yerde duramıyor, yaptığı hatanın bedelini sevdiğini kaybederek ödedi,
çırpındı durdu kendini affettirmek için, şimdi sevdiğine hakkı geçiyor, en
azından hakkını helal et diyor.
Bu şarkının Nilüfer versiyonu daha gümbür gümbürdü, introsu
olsun, ortadaki ‘Aman, aman, aman ne zor bir zaman” kısmı olsun, Yaşar
versiyonunda daha alt tondan, daha sakin ve sade bir düzenleme var. Yaşar bir
söyleşisinde, Nilüfer’e şarkıyı bu formda verdiğini, sonra düzenlemesinin
değiştirildiğini söylemişti. Dolayısıyla şarkının ilk çıkış haline tanık
oluyoruz bunu da not olarak belirtmek istedim. Gümbür gümbür hali kadar, bu
versiyonda aynı şarkıya farklı bir doku katmış ve keyifli olmuş. Yaşar’dan bir
Yaşar cover’ı gibi.
Albümün son sıfır şarkısı da, yıllar önce Nedim Zeper’in
parlattığı Alper Arundar şarkısı Şakası Yok. Bu şarkı da Yaşarseverler
tarafından yıllardır Yaşar söylese efsane olur denilen bir şarkıydı ve nihayet
bu albüme kısmetmiş. Bu şarkıda, ayrılık karşısında çaresiz kalan bir adamın
sevdiğini kendine getirme çabası var, adamın dilinde tüy bitmiş, “ayrılık,
şakası yok bunun, artık yorgunum biliyorsun” diyor adam, usanmaya ve vazgeçmeye
başlamış, ama bir yandan sevdiğini bir daha göremezse dayanamayacağını biliyor,
bu yüzden tam vazgeçmişken yeniden sevdiğini geri döndürmeye çalışıyor. Aşkın
son evreleri, ayrılık kapıda ve adam burada Ölmek Var Dönmek Yok’taki gibi
çabalayan rolde. Kumralım şarkısında ne diyordu: “Sahip olduğum her şeydin, her
şeyimi alıp gittin”, bu şarkıda sevdiğinin yokluğunda nefes alamıyor, giderse
nefesi de (her şeyi de) gidecek, nefesini tutmuş sanki verirse ayrılık
olacakmış gibi panikte: “aldığım nefesin yokluğun, verişi yok bunun biliyorsun”
Sevdiği de teselli etmeye çalışıyor, ama adam ağlamaklı, kalakalıyor,
gülemiyor, soluk alamıyor, işler ciddiye binmiş sanki ilk defa. Bu gerçek
karşısında “söz desen veremem” o yüzden susuyor ve çaresizce sevdiğinin insafa
gelmesini ve korktuğunun başına gelmemesini (ayrılmamayı) diliyor.
Albümün kapanışı, benim şahsi olarak ikinci favorim olan
Markiz’in buram buram 90lar kokan gitarlı Flamenko versiyonu oldu. O ses
efektleri, gitarlar, o şarkı yürüyüşü… Yaşar’ın 90larda çıkan albümünde yer
alsa asla yadırgamazdık, öyle bir güzel düzenleme olmuş. Gitarlı Yaşar
zamanlarını özleyenlere bir parmak bal çalıyor. Buradan gene tek kişilik dev kadro
Mehmethan Dişbudak’ın sihirli ellerine sağlık deyip teşekkür ediyorum.
Yazıyı bitirmeden bu albümle ilgili beni mutlu eden bir
husustan daha bahsetmem gerek. O da Yaşar’ın bu albümle birlikte nihayet çok
doğru bir PR atağı yapması. Zira Yaşar’ın en zayıf bulduğum yönü iyi bir PR’ı
bir türlü yapamaması ya da yeterli derecede yapamaması idi (tabi bu benim
gözlemlediğim, belki de ona yetiyordu, bilemem). Konserler ful çekiyor, evet,
ama en güzel albümü bile yapsan, PR devrinde bunu iyi kullanamazsan albüm
istenen yere ulaşamıyor. Emel Yalçın PR ajansıyla çalışmaya başlayan Yaşar, çok
doğru bir hamle ile şarkılarını ilk kez radyoculara dinlettiği bir lansman
düzenledi ve doğru stratejilerle Yaşar’ı çok şükür günde en az üç kere
radyolarda konuk olarak dinleme mutluluğuna kavuştuk. Yaşar’a da ikinci
baharını yaşattı bu albüm. Bunda albümün şarkılarının muhteşem olmasının payı
olduğu kadar, gerekli PR çalışmasının da nihayet bu albümle yapılmasının payı
da var. Bu konuda da Emel Yalçın’a teşekkür etmeliyiz.
Yazıyı kapatmadan önce, albüm çıkış şarkısı Nara’nın klibi hakkında da birkaç şey söyleyeyim içimde kalmasın. Bu klibi, Nara şarkısındaki o coşkuya göre fazla karanlık buldum. Ben şarkıyı ilk duyduğumda daha başka sahneler canlanmıştı aklımda ve bu şarkıya şöyle meyhane vb. bir mekanda arkadaşlar, dostlar ve konu mankeni bir kadınla bir masada Yaşar’ın masada başlayıp sahnede bitirdiği çalmalı, coşmalı, eğlenceli bir performans klibi hayal etmiştim. Yaşar klibin başındaki gibi evde “Şehir Yalnızlığını” yaşarken (hatta fonda Şehir Yalnızlığı tınıları duyulurken) bir telefon geliyor, dostları Yaşar’ı dışarı çıkmaya ikna ediyor, Yaşar böylece evden çıkıp o meyhane ya da eğlence mekanı oraya gitmesiyle birden Nara moduna bürünüyor, başta isteksiz ve sıkkın gibiyken içeri girdiğinde konu mankeni kadını görüyor ve böyle masada başlayıp sonra sahnede Nara performansı yaparken gördüğümüz bir mizansenle bitiyordu. Keşke Metin Arolat ve Divane zamanlarının efsane klip yönetmeni Süleyman Yüksel'le kesişse yolları yeni kliplerde.
Bu anlamlandırmalar benim şarkıları duyduğumda kafamda oluşan imgeler. Benim için her biri kalbimin ayrı bir yerine dokunan bu şarkılar sizi mutlaka bir satırıyla, bir sözüyle, kulağınıza çalınan bir klarnet sesiyle yakalayacak...
2 yorum:
Tunca kalemine sağlık 👏👏👏
Tunca her kelimesi muhteşem, her duygusu doğru, ve yaşar 'ı yaşamak bu dedirten cümleler.. İyi ki varsın.. İyi ki her_dem Yaşar ������
Yorum Gönder