ZUBİZU İLE HARBİYE AÇIKHAVA KONSERLERİ BAŞLADI
5 günlük Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu maratonumun ilk kısmı bu akşam Teoman konseri itibariyle bitmişken izlenimlerimi sıcağı sıcağına yazmalı.
Bu sene açılışını Athena’nın yaptığı Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava konserlerine arkadaşım Yusuf Pişkin sayesinde gidebildim ve hayatımın en iyi anıları arasına girebilecek beş rüya gece yaşadım. 16’sı Athena, 17’si Şebnem Ferah, 18’i MFÖ, 19’u Bülent Ortaçgil&Birsen Tezer, 20’si Teoman konserlerindeydim, bu yazıda yağmur yüklü bu konserlerde yaşadıklarım ve izlenimlerimi okuyacaksınız.
Gecelerin ilki 16 Haziran’da Athena ile başladı. Ne yalan
söyleyeyim, şarkılarını sevmekle beraber daha önce Athena konserine hiç
gitmemiştim ve nasıl bir konser olacağını kestiremiyordum. Biletimizi verip
girinceye kadar aklımda acaba sıkılır mıyım düşüncesiyle gittim. Athena
beklediğimin üzerinde bir coşkuyla performans sergiledi. Akustik bir konser
yazıyordu bilette ama Gökhan bile bu konserin akustik başlasa da öyle
bitmeyeceğinin farkındaydı, zira “oturma olayına alışamadım,” diyerek konserin
gidişatı hakkında ipuçları bile verdi. Birkaç “oturarak” icra ettikleri
şarkıdan sonra, Gökhan daha fazla dayanamayıp attı kendini ortaya, Arsız Gönül’ün
“Ben ben mesela, uçarım mesela” diyerek ilk satırına girdiklerinde, bütün tiyatro
öyle yüksek bir eşlikte bulundu ki, Gökhan bile ‘Helal olsun’ dedi, ayağa
fırlayanlar, sahneye laf atanlar, bağıra çağıra şarkıları söyleyenler acaip
coşkulu bir atmosfer oluşturdu. Gökhan eski yeni albümlerinden şarkıların yanı
sıra, Nazım Hikmet’e de selam durmayı ihmal etmedi ve Geberiyorum şarkısını hep
birlikte söyledik. Çanakkale Türküsü, Ellerinde Pankartlar ve seyircinin yoğun
istekleriyle İzmir Marşı’nı da söyleyen Athena, bilhassa 2016 yılının en dikkat
çekici şarkısı Ses Etme ile muazzam bir performans sergiledi. Hakan’ın
enstrüman ustalığını konuşturduğu konserde bağlamadan, gitara, türkü’den pop’a,
funk’tan rock’a geniş bir yelpazede müzikal bir ziyafet sundu Athena. Fondaki
resimler ve görseller konseri zenginleştirdi. Skalonga’yı, Holigan’ı ve Senden
Benden Bizden’i de söylerler diyordum ama onlar başka bir konsere kaldı. Yağan
yağmurla süslenen konserde yeni albüm şarkılarının yanı sıra Kendi Yolumda, Öpücük,
Yaşamak Var Ya gibi klasiklerini seslendiren Athena, sürpriz bir performans olarak
“Dilek Taşı”nı Athena tarzında düzenlemesiyle seslendirdi. O şarkıyı Athena’dan
duymak ilginçti. Konserin sonunda bu coşkulu geceyi ölümsüzleştirmek isteyen
Athena, bütün grup üyeleri önde biz arkada selfimizi de çekinerek Athena’nın
anı dağarcığında yerimizi aldık. Athena gene seyircinin çok yoğun
tezahüratlarıyla “Arsız Gönül” şarkısıyla geceyi bitirdi. Gece bittiğinde ağzım
kulaklarımda, dilimde “ben ben mesela” diye diye eve yollandım.
Ertesi gün Şebnem Ferah konseri için gene Harbiye Cemil
Topuzlu’daydık Yusuf’la (ve Yusuf’un arkadaşları Yiğit ve Enes’le, onları da
çok sevdim tam benim kafada konserdaşlar), Şebnem Ferah’ı en son Bostancı
Gösteri Merkezi’nde izlediğimde salondaki en yaşlı kişi olmanın getirdiği bir
konser atmosferini yaşayamama durumu olmuştu. Öyle ya, yaş ortalaması 13’tü ve
“Amca(!) çekilsene yeaa göremiyorum” diyen ergenlerin arasında ne hissedeceğimi
bilememiştim. Bu konser nasıl olacak diye düşünürken, birden karşımda 13 yaşımda
aşık olduğum Şebnem belirdi. O ne şahane bir konserdi. Şebnem inanılmaz enerjik
ve konuşkandı. Yağmur gene fonda romantik duyguları içimize işlerken, sahnede
Şebnem arka arkaya bizi duygudan duyguya savurdu. Hele kişisel Şebnem
favorilerimden Saatim Çalmadan’ı söylediğinde daha fazla duramazdım, attım kendimi
sahne önüne ve basın için ayrılmış, kimsenin oturmadığı koltuklarda Şebnemle
karşı karşıya izledim konserin devamını. Şebnem daha önceki hiçbir konserinde
olmadığı kadar espriliydi dedim ya, ay ne espriler yaptı, ne güldü, ne laflar
soktu tepedekilere, ne paslar attı ekip arkadaşlarına, ne
anılar anekdotlar
anlattı, adeta bir şarkılı kabare gibiydi. Şebnem de ekip de çok keyifliydi. Her
Şebnem konserinde olduğu gibi, fonda güzel sözler, şarkılardan alıntılar ve
görsellerle ve zaman zaman şarkılar arasında o alevli aparat (hani fışır fışır
kıvılcımlar çıkaran şey ve onun adını bilmiyorum :)) ve dumanlarla görsel
olarak da göz alıcı bir konsere imza attı Şebo. Konserin ikinci yarısını
akustik olarak hazırlayan Şebnem, bu bölümde kendi şarkılarının dışına sevdiği Ortaçgil-Değirmenler
gibi cover şarkıları ve bir seyircinin isteği üzerine İngilizce bir şarkıyı seslendirdi.
Bir gece önce Athena’dan dinlediğimiz sürpriz “Dilek Taşı” şarkısı bu kez
Şebnem yorumuyla sahnedeydi. Dilek Taşı’nı hiç bu kadar birbirinden farklı
tarzda kişiden arka arkaya dinlememiştim. Konserin bir bölümünde, ilham almak
ve ilham vermek üzere duygusal bir konuşma yaptıktan sonra, Tahribad-ı isyan
grubunu sahneye davet etti. Tahribad-ı İsyan, Kenan Doğulu’nun keşfettiği ve
prodüktörlüğünü yaptığı rep müziğe gönül vermiş üç gençten oluşan bir grup. Bu
üç genç 2016 yılında Doğulu’nun desteğini alarak fakir bir mahalleden sahnelere
transfer olmuştu. Gençler Şebnem Ferah’ın Can Kırıkları şarkısından sample
yaptıkları ve Şebnem’in de vokaliyle süslenen bir şarkıyla gecenin rengi
oldular. Rep benim tarzım bir müzik olmasa da, çocukların doğallıkları ve
naiflikleri hepimizi şenlendirdi. Hele Şebnem’in gençler sahneden çıkarken
söylerken söylediği “çok tatlısınız” sözüne, birinin “esas tatlı sensin” diye
yanıt vermesi hepimizi güldürdü. Şebnem bir ara kendi isteğiyle sahnenin bizim
olduğumuz tarafa kadar uzatılmış kısmına gelecekti ama öndeki sarhoş bir VIP
yüzünden bu gerçekleşemedi. Adam Şebnem’i tuttu bırakmıyor, hem sarhoş hem VIP
olduğu için de güvenlik müdahale edemiyor, Şebnem de şaşırdı ama bir şey de
yapamadı. Neyse bu kısa süreli gerginlik yüzünden bizim tarafa gelemedi. Konser
OHAL nedeniyle 12’de bitmesi gerektiği için Şebnem şahane laflar sokarak
konseri bitirmek zorunda kaldı, oysa daha o kadar şarkı vardı ki, Vazgeçtim
Dünya’dan, bilhassa mutlaka söyler dediğim Yağmurlar, Perdeler şarkılarını
söyleyemedi. Kendimi yeniden 13 yaşında hissettim ve Şebo’ya varlığı için
şükrettim. Bu ülkede müzik yapması bizim için şans olan kadınlardan Şebnem.
Bunu konserde bir kez daha anladım.
Ertesi günün konseri Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsü idi. Yılların
ustaları yeni albümlerinin ilk konserini böylece vermiş oldular. Yeni albüm
şarkılarını ilk kez burada söylediler ve tabiri caizse bayıldım yeni albüm şarkılarına.
İlk kısımda, akustik ve slov damardan oluşan albümün bütün şarkılarını
söylediler. Mazhar bir şarkıda “bu şarkı 20 yıl sonra Güllerin
İçinden gibi klasik olacak” dedi ve bence haklı. Çok güzel, dinlendirici, içi dolu, Buselik Makamına, Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın, Bodrum Bodrum kıvamında şarkılar. Bu albümün hazırlanışı hakkında aralarda konuşmalar yapan Mazhar esprileriyle de çok eğlendirdi. “İlk kez bir albüm yapılırken birbirimizi yemedik, didişmedik, bu MFÖ tarihinde ilk kez oluyor,” demesi hepimizi güldürdü. Konser boyunca üçlü sürekli birbirine tatlı tatlı sataştı ve onore etti. Seyircilere laf attı. Zaten en çok Mazhar konuştu. Bir kez daha efsane grup nasıl olunur’u gösterdiler. Konserin ikinci yarısı klasik MFÖ hitleriyle devam etti. Ele Güne Karşı, Yalnızlık Ömür Boyu, yağmur eşliğinde Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da, Güllerin İçinden, Bodrum Bodrum, Mazeretim Var, Sakın Gelme, Ali Desidero, derken solo performansları Mazhar’dan Ah Bu Ben, Benim Hala Umudum Var, Fuat Güner’den Vurgun Yedim, Özkan’dan Olduramadım… Gecenin en güzel anlarından biri Mazhar’ın “biz sizin şarkılarımıza eşlik etmenizi çok seviyoruz, bu yüzden sesim kötüymüş, yanımdaki ne dermiş diye düşünmeden bağıra çağıra bize eşlik etmenizi istiyoruz, ben bile şarkı söylüyorum el insaf” diyerek seyirciyi gülümsetip, konserin bir parçası yapmaları oldu. Yeni albüm
parçalarını çalarken, “Şimdi
doğal olarak şarkıları bilmiyorsunuz, o yüzden eşlik edemiyorsunuz, ama biz
buna alışık değiliz, biz sizle birlikte söyleyince mutlu oluyoruz, o yüzden
çıkışta alıp ezberlemeniz için yanımızda albüm getirdik” esprisi günün lafı
oldu. Bütün bu performanslar arasında Özkan ve Fuat’ın dinleyicilerle yaptığı
ses sınavı (Mesela “Haydi haydi hov”, diyorlar biz tekrar ediyoruz, gibi)
Özkan’ın çıkardığı ses efektleri ile dolu dolu bir konser oldu. Derken konser
saçma bir şekilde grup tam Sude’ye girecekken amfilerin birden gitmesiyle pat
diye sona erdi. MFÖ de şaşırdı ama “Amfiler gitti, güle güle, görüşürüz,”
diyerek gitti. Herkes bunu mizansen sandı, ama yok gerçekten gittiler,
seyirciler bir on beş yirmi dakika kadar daha tezahürat yaptılar, ama sorun
giderilemeyince MFÖ de sahneye geri dönmedi, bir anonsla birlikte oradan
ayrılmak zorunda kaldık.İçinden gibi klasik olacak” dedi ve bence haklı. Çok güzel, dinlendirici, içi dolu, Buselik Makamına, Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın, Bodrum Bodrum kıvamında şarkılar. Bu albümün hazırlanışı hakkında aralarda konuşmalar yapan Mazhar esprileriyle de çok eğlendirdi. “İlk kez bir albüm yapılırken birbirimizi yemedik, didişmedik, bu MFÖ tarihinde ilk kez oluyor,” demesi hepimizi güldürdü. Konser boyunca üçlü sürekli birbirine tatlı tatlı sataştı ve onore etti. Seyircilere laf attı. Zaten en çok Mazhar konuştu. Bir kez daha efsane grup nasıl olunur’u gösterdiler. Konserin ikinci yarısı klasik MFÖ hitleriyle devam etti. Ele Güne Karşı, Yalnızlık Ömür Boyu, yağmur eşliğinde Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da, Güllerin İçinden, Bodrum Bodrum, Mazeretim Var, Sakın Gelme, Ali Desidero, derken solo performansları Mazhar’dan Ah Bu Ben, Benim Hala Umudum Var, Fuat Güner’den Vurgun Yedim, Özkan’dan Olduramadım… Gecenin en güzel anlarından biri Mazhar’ın “biz sizin şarkılarımıza eşlik etmenizi çok seviyoruz, bu yüzden sesim kötüymüş, yanımdaki ne dermiş diye düşünmeden bağıra çağıra bize eşlik etmenizi istiyoruz, ben bile şarkı söylüyorum el insaf” diyerek seyirciyi gülümsetip, konserin bir parçası yapmaları oldu. Yeni albüm
Pazartesi gününün konseri Birsen Tezer ve Bülent
Ortaçgil’di. Konukları da Erkan Oğur. Ben de dostlarım Yusuf ve Burcu ile
düştüm yollara. Daha önce Ortaçgil konserlerine birçok kez gittiğim için,
konserlerin adeta bir ritüel, bir ayin gibi geçeceğini biliyordum, ancak daha
önce Birsen Tezer konseri izlememiştim. Şarkılarına hakim olmadığım bir isim.
Konserin ilk yarısında Birsen Tezer sahne aldı. Cazla harmanladığı özgün
tarzıyla şarkılarını seslendirirken bir yağmur başladı, ben böyle bir yağmur
görmedim, sanki tufan çıktı. Bir ara göz gözü görmedi, şarkılara konsantre
olmakta zorluk çektiysem de bu benim konser keyfimi bozamadı, zaten Tezer’in
sesi şelale gibi, bir de yağmur yağınca tamamen uyumlu bir atmosfer oldu ama
kuru olan da tek bir noktamız kalmadı. Tezer bir saatlik performansından sonra
sahneyi Ortaçgil’e bıraktı ve tahmin ettiğim üzere Ortaçgil o usul usul, dingin
ama coşkulu tarzıyla klasiklerini ve “hazır sizi bulmuşken ve yağmur da varken”
diyerek her zaman çalmadıkları şarkıları seslendirdi. Ortaçgil’i izlemek insana
huzur veriyor. Ortaçgil de çok mutlu oldu gördüğü ilgiden, “zaten yağmur
yağıyor, o yüzden çok konuşmayıp şarkıları arka arkaya söyliycem” dese de,
seyircilerin ilgisinden dolayı durup durup “çok teşekkür ederim her birinize
hala bu yağmura rağmen burada kalıp dinlemeyi tercih ettiğiniz için” diyerek
memnuniyetini gösterdi. Bir ara yağmur hızını artırıp herkes kapüşonlarını
kafasına geçirince Ortaçgil patlattı espriyi: “sanki karşımda komandolar varmış
gibi.” :) Sık sık sorduğu “keyfiniz yerinde mi, keseyim mi konseri” sorusuna,
“devaaaam” yanıtı aldıkça daha bir keyiflendi ve o keyifle söyledi
Değirmenleri, (gene iki gün önce Şebnem Ferah da söylemişti sahnede), Denize
Doğru’yu, Bu İş Zor Yonca’yı, Benimle Oynar Mısın’ı, Olmalı Mı Olmamalı Mı’yı
ve tufan gibi yağmura cuk oturan “Bugün Yağmur Bir Kadın Saçıdır”ı ve daha nice
Ortaçgil klasiğini. Erkan Oğur’la paslaşmaları, Erkan Oğur’un şahane perdesiz
gitar soloları ve bilhassa Birsen Tezer’i yeniden sahneye çağırarak üçlü olarak
icra ettikleri efsanevi Çığlık Çığlığa performansı ile mestlerden mest
beğendik. Eve dönerken dışımız yağmurla, içimiz Ortaçgil-Oğur-Tezer’le
yıkanmıştı…
Harbiye konserlerinin şimdilik benim için son etabı Teoman
konseri oldu. Alışılmışın dışında dinamik ve hareketli bir konser olacak diye
duymuştum, öyle de oldu. Son dört konserin aksine lokum gibi bir havada
gerçekleşen Teoman konserinde, Teoman her zamanki gibi cooldu ama o da beş
günde gördüğüm diğer sanatçılar gibi farklı bir dinamizmle söyledi şarkılarını.
Şarkıları sahnede dolanarak söylerken sanki yolda yürürken kendi kendine
söylüyormuş gibi havası vardı ve bu da çok doğal bir ambiyans yarattı. Ben öyle
hissettim. Beş günün en kalabalık konseriydi, hele Teoman konserin sonuna doğru
bir ara arkadaki seyircileri de öne çağırınca merdivenler bile tıklım tıkış
doldu. Teoman klasik şarkılarını birbiri ardına söylerken kah kendini yerlerden
yerlere attı, kah sahnede bir oraya bir buraya dolanarak dinleyicisiyle beraber
söyledi, kah bağırdı çığlık attı, kah gitar sololarıyla ağzımızı açık bıraktı
ama her halükarda Teoman bitmiş diyenlere cevaben “hadi ordan, kim bitmiş”
dedirtti. Seyircilerin reaksiyonu inanılmazdı, öyle ki bazen Teoman mikrofonu
seyircilere bıraktı ve biz söylerken Teoman bizi hayran hayran dinledi. Bazı
–daha önceden tanıdığını düşündüğüm- hayranları ile selamlaşmalar oldu.
Konserin en eğlenceli kısımlarından biri, Teoman’ın arka taraftaki seyircileri
öne davet ederken, “bu protokoldekiler ruhsuz, yarısı arkadaşım, sizin
enerjiniz harika” demesi oldu. Bir parantez açayım burada. Melisa Uzunarslan’ı
yeniden Teoman’la görmek mutlu etti. Bir süre önce ayrılmışlardı çünkü. O da
gerek vokaliyle gerekse keman sololarıyla Teoman konserinin en dikkat çekici
isimlerinden oldu. Sahnede genellikle hareketsiz, olduğu yerde şarkılarını
söyleyen Teoman’dan bambaşka bir Teoman izledik bu gece. Şarkı aralarında
ismini öğrenemediğim çılgın bir saksafoncunun saksafon soloları ile gitaristin
gitar soloları gecenin en muazzam ayrıntılarından oldu.
Konserlerde genel geleneğim bozulmadı ve biletimiz birkaç
sıra yukarıda olsa bile konseri en önde bitirdik. Bileti verip konser alanına
girince ilk dikkat ettiğim şey en ön(ler)de yer olup olmadığıdır ve boş bi yer
görünce avına atılan aslan gibi o noktaya kilitleniyorum. Bu konserlerde de
öyle oldu. Konsere nerede başlarsak başlayalım, te en öne geçmeden bitmedi
konserler. Bu konuda yeteneğim var, şans da benden yana oldu çok şükür, çünkü
ben bir konseri ya en önde izlemeliyim ya hiç izlememeliyim, sanatçıyı görüp de
göz göze şarkılarını söylemeyeceksem evde oturur kliplerini izlerim. :)
D&R’ın açtığı imzalı CD standı ise güzel bir düşünce
olmuş. Bülent Ortaçgil’in, Şebnem Ferah’ın, Athena’nın, Teoman’ın imzaladığı
(MFÖ imzalamamış) sınırlı sayıda imzalı CD’ler benim gibi arşivciler için güzel
bir arşivlik oldu. Gerçi Şebnem ve Athena’ya yetişemedim ama Bülent Ortaçgil ve
Teoman CD’lerinden imzalı bir kopya kapabildim.
Konserin teması yağmurdu adeta, zira beş günün dördü şakır
şakır yağmur altında geçti ve yağmur konserlere romantizm katmakla birlikte,
bilhassa Birsen Tezer ve Bülent Ortaçgil konserinde adeta tufana dönüşmesiyle
konsere ayrı bir anı kazandırdı, zira bir ara göz gözü görmedi ve konsere
adapte olamadım. Yağmur demişken bir ayrıntı da gözümden kaçmadı. Yağmur adeta
yağacağı zamanı bilirmiş gibi, genelde yağmur temalı şarkıları olan
sanatçıların konserinde akıttı gözyaşlarını. Zira bu beş konserdeki
sanatçıların hepsinin ortak yanı yağmurla ilgili doğrudan veya dolaylı olarak
şarkılarının olmasıydı. Misal Bülent Ortaçgil’in “Bugün yağmur bir kadın
saçıdır,” MFÖ’nün “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da”sı, Teoman’ın biste
söylediği “Yağmur”, Şebnem’in Saatim Çalmadan şarkısında geçen “Yağmur yağmış
her yer yıkanmış,” dizeleri ortamın ambiyansına ayrı bir hoşluk katan
ayrıntılar oldu. Gene izleyicilerin konserlerden o yağmura rağmen erken
çıkmaması çok hoşuma gitti. Genel olarak konserlerin tıklım tıklım dolması
muazzam ve umut verici bir görüntüydü, bilhassa kültürel kuraklığa boğazımıza
kadar battığımız bu günlerde…
Konserlerini izlediğim sanatçılardan birçoğu daha önce
konserlerini izlediğim isimlerdi, bu yüzden konserlerin gidişatını az çok
tahmin ediyordum. Ama Harbiye konserlerinde herkes ayrı bir coşkuluydu, Şebnem
hiç olmadığı kadar konuştu, tepedekilere laf soktu, espriler yaptı, Athena
akustik konser olarak başladı ama dayanamayıp seyircilerden gelen gazla normal çılgın
konser ritimlerine döndü, Teoman bir an yerinde duramadı ve genelde melankolik
ve yerinden fazla kıpırdamaz cool tavırların aksine sahnenin her köşesine
gitti, kendini yerden yere attı ve Teoman bitmiş diyenlere ters köşe yaptı, MFÖ
yeni albümün ilk konseri ile slov başlayıp ikinci yarıda bizi zaman tüneline
soktu ve anlattıkları anılarla bizi kahkahalara boğdu, Birsen Tezer&Bülent
Ortaçgil&Erkan Oğur bilhassa üçlü performanslarında beraber
seslendirdikleri Çığlık Çığlığa performansıyla ağzımızı açık bıraktı, üstelik
yağmurdan kuru tek bir noktamız kalmamışken yerimize mıh gibi çaktı.
Konser seyircisine de büyük büyük kocaman bir alkış yollamak
istiyorum, zira ben hayatımda bu kadar nezih, bu kadar konser kültürünü bilen,
bu kadar saygılı seyircili konserler çok az gördüm, hem sahneye eşlikleri hem
de reaksiyonları, hem susulması gereken yerde susmaları ile görmek istediğim
hareketler sergilediler. Tek eleştirim, konser boyunca bazıları sürekli dolandı
durdu alanda, konser için gelmişsin otur da dinle değil mi? Neyse bunlar bile
heyecanımı ve coşkumu engelleyemedi, seyirciler göz gözü görmeyen yağmurda bile
terk etmediler alanı ve sonuna kadar kalıp sanatçılara da moral oldular.
Bilhassa Bülent Ortaçgil durup durup “kaldığınız için çok teşekkürler,”
“isterseniz kısa kesebiliriz,” demesine rağmen, herkesten “devaaaaam” sesleri
yükselince tekrar tekrar teşekkür etti. Sanatçıların seyirciyle iletişimi de
çok güzeldi, seyircisine saygı duyan, onları konserin izleyicisi değil parçası
olarak gören sanatçılara ayrı bir hayranlık duyuyorum. Bu sanatçılar boş yere
büyük isimler edinmiyor. Seyircinin onları özel hissettirdiği kadar onlar da
dinleyicilerini özel hissettirdi. Birsen Tezer’in instagram’da paylaştı seyirci
videolarında kendimi görmek o konsere gidebildiğim için ayrıca şanslı
hissettirdi.
foto: Yusuf Pişkin |
Hülasa bu konserler hayatımın zenginliklerine yeni bir
zenginlik kattı. Her biri unutulmaz anılar ve melodiler getirdi hayatıma. Siz
siz olun konsersiz, müziksiz ve kültürsüz kalmayın, zira sanatsız kalan bir
milletin hayat damarlarından biri kopmuş misali, kalan tek damarımızı
güçlendirmek, sürdürmek biz müzik/sanatseverlerin elinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder