Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Haziran 2017 Salı

GİTTİM, İZLEDİM, YAZDIM - ZUBİZU İLE AÇIKHAVA KONSERLERİ (ATHENA-ŞEBNEM FERAH-MFÖ-BÜLENT ORTAÇGİL&BİRSEN TEZER-TEOMAN)

ZUBİZU İLE HARBİYE AÇIKHAVA KONSERLERİ BAŞLADI

5 günlük Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu maratonumun ilk kısmı bu akşam Teoman konseri itibariyle bitmişken izlenimlerimi sıcağı sıcağına yazmalı.

Bu sene açılışını Athena’nın yaptığı Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava konserlerine arkadaşım Yusuf Pişkin sayesinde gidebildim ve hayatımın en iyi anıları arasına girebilecek beş rüya gece yaşadım. 16’sı Athena, 17’si Şebnem Ferah, 18’i MFÖ, 19’u Bülent Ortaçgil&Birsen Tezer, 20’si Teoman konserlerindeydim, bu yazıda yağmur yüklü bu konserlerde yaşadıklarım ve izlenimlerimi okuyacaksınız.

Gecelerin ilki 16 Haziran’da Athena ile başladı. Ne yalan söyleyeyim, şarkılarını sevmekle beraber daha önce Athena konserine hiç gitmemiştim ve nasıl bir konser olacağını kestiremiyordum. Biletimizi verip girinceye kadar aklımda acaba sıkılır mıyım düşüncesiyle gittim. Athena beklediğimin üzerinde bir coşkuyla performans sergiledi. Akustik bir konser yazıyordu bilette ama Gökhan bile bu konserin akustik başlasa da öyle bitmeyeceğinin farkındaydı, zira “oturma olayına alışamadım,” diyerek konserin gidişatı hakkında ipuçları bile verdi. Birkaç “oturarak” icra ettikleri şarkıdan sonra, Gökhan daha fazla dayanamayıp attı kendini ortaya, Arsız Gönül’ün “Ben ben mesela, uçarım mesela” diyerek ilk satırına girdiklerinde, bütün tiyatro öyle yüksek bir eşlikte bulundu ki, Gökhan bile ‘Helal olsun’ dedi, ayağa fırlayanlar, sahneye laf atanlar, bağıra çağıra şarkıları söyleyenler acaip coşkulu bir atmosfer oluşturdu. Gökhan eski yeni albümlerinden şarkıların yanı sıra, Nazım Hikmet’e de selam durmayı ihmal etmedi ve Geberiyorum şarkısını hep birlikte söyledik. Çanakkale Türküsü, Ellerinde Pankartlar ve seyircinin yoğun istekleriyle İzmir Marşı’nı da söyleyen Athena, bilhassa 2016 yılının en dikkat çekici şarkısı Ses Etme ile muazzam bir performans sergiledi. Hakan’ın enstrüman ustalığını konuşturduğu konserde bağlamadan, gitara, türkü’den pop’a, funk’tan rock’a geniş bir yelpazede müzikal bir ziyafet sundu Athena. Fondaki resimler ve görseller konseri zenginleştirdi. Skalonga’yı, Holigan’ı ve Senden Benden Bizden’i de söylerler diyordum ama onlar başka bir konsere kaldı. Yağan yağmurla süslenen konserde yeni albüm şarkılarının yanı sıra Kendi Yolumda, Öpücük, Yaşamak Var Ya gibi klasiklerini seslendiren Athena, sürpriz bir performans olarak “Dilek Taşı”nı Athena tarzında düzenlemesiyle seslendirdi. O şarkıyı Athena’dan duymak ilginçti. Konserin sonunda bu coşkulu geceyi ölümsüzleştirmek isteyen Athena, bütün grup üyeleri önde biz arkada selfimizi de çekinerek Athena’nın anı dağarcığında yerimizi aldık. Athena gene seyircinin çok yoğun tezahüratlarıyla “Arsız Gönül” şarkısıyla geceyi bitirdi. Gece bittiğinde ağzım kulaklarımda, dilimde “ben ben mesela” diye diye eve yollandım.




Ertesi gün Şebnem Ferah konseri için gene Harbiye Cemil Topuzlu’daydık Yusuf’la (ve Yusuf’un arkadaşları Yiğit ve Enes’le, onları da çok sevdim tam benim kafada konserdaşlar), Şebnem Ferah’ı en son Bostancı Gösteri Merkezi’nde izlediğimde salondaki en yaşlı kişi olmanın getirdiği bir konser atmosferini yaşayamama durumu olmuştu. Öyle ya, yaş ortalaması 13’tü ve “Amca(!) çekilsene yeaa göremiyorum” diyen ergenlerin arasında ne hissedeceğimi bilememiştim. Bu konser nasıl olacak diye düşünürken, birden karşımda 13 yaşımda aşık olduğum Şebnem belirdi. O ne şahane bir konserdi. Şebnem inanılmaz enerjik ve konuşkandı. Yağmur gene fonda romantik duyguları içimize işlerken, sahnede Şebnem arka arkaya bizi duygudan duyguya savurdu. Hele kişisel Şebnem favorilerimden Saatim Çalmadan’ı söylediğinde daha fazla duramazdım, attım kendimi sahne önüne ve basın için ayrılmış, kimsenin oturmadığı koltuklarda Şebnemle karşı karşıya izledim konserin devamını. Şebnem daha önceki hiçbir konserinde olmadığı kadar espriliydi dedim ya, ay ne espriler yaptı, ne güldü, ne laflar soktu tepedekilere, ne paslar attı ekip arkadaşlarına, ne
anılar anekdotlar anlattı, adeta bir şarkılı kabare gibiydi. Şebnem de ekip de çok keyifliydi. Her Şebnem konserinde olduğu gibi, fonda güzel sözler, şarkılardan alıntılar ve görsellerle ve zaman zaman şarkılar arasında o alevli aparat (hani fışır fışır kıvılcımlar çıkaran şey ve onun adını bilmiyorum :)) ve dumanlarla görsel olarak da göz alıcı bir konsere imza attı Şebo. Konserin ikinci yarısını akustik olarak hazırlayan Şebnem, bu bölümde kendi şarkılarının dışına sevdiği Ortaçgil-Değirmenler gibi cover şarkıları ve bir seyircinin isteği üzerine İngilizce bir şarkıyı seslendirdi. Bir gece önce Athena’dan dinlediğimiz sürpriz “Dilek Taşı” şarkısı bu kez Şebnem yorumuyla sahnedeydi. Dilek Taşı’nı hiç bu kadar birbirinden farklı tarzda kişiden arka arkaya dinlememiştim. Konserin bir bölümünde, ilham almak ve ilham vermek üzere duygusal bir konuşma yaptıktan sonra, Tahribad-ı isyan grubunu sahneye davet etti. Tahribad-ı İsyan, Kenan Doğulu’nun keşfettiği ve prodüktörlüğünü yaptığı rep müziğe gönül vermiş üç gençten oluşan bir grup. Bu üç genç 2016 yılında Doğulu’nun desteğini alarak fakir bir mahalleden sahnelere transfer olmuştu. Gençler Şebnem Ferah’ın Can Kırıkları şarkısından sample yaptıkları ve Şebnem’in de vokaliyle süslenen bir şarkıyla gecenin rengi oldular. Rep benim tarzım bir müzik olmasa da, çocukların doğallıkları ve naiflikleri hepimizi şenlendirdi. Hele Şebnem’in gençler sahneden çıkarken söylerken söylediği “çok tatlısınız” sözüne, birinin “esas tatlı sensin” diye yanıt vermesi hepimizi güldürdü. Şebnem bir ara kendi isteğiyle sahnenin bizim olduğumuz tarafa kadar uzatılmış kısmına gelecekti ama öndeki sarhoş bir VIP yüzünden bu gerçekleşemedi. Adam Şebnem’i tuttu bırakmıyor, hem sarhoş hem VIP olduğu için de güvenlik müdahale edemiyor, Şebnem de şaşırdı ama bir şey de yapamadı. Neyse bu kısa süreli gerginlik yüzünden bizim tarafa gelemedi. Konser OHAL nedeniyle 12’de bitmesi gerektiği için Şebnem şahane laflar sokarak konseri bitirmek zorunda kaldı, oysa daha o kadar şarkı vardı ki, Vazgeçtim Dünya’dan, bilhassa mutlaka söyler dediğim Yağmurlar, Perdeler şarkılarını söyleyemedi. Kendimi yeniden 13 yaşında hissettim ve Şebo’ya varlığı için şükrettim. Bu ülkede müzik yapması bizim için şans olan kadınlardan Şebnem. Bunu konserde bir kez daha anladım.




Ertesi günün konseri Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsü idi. Yılların ustaları yeni albümlerinin ilk konserini böylece vermiş oldular. Yeni albüm şarkılarını ilk kez burada söylediler ve tabiri caizse bayıldım yeni albüm şarkılarına. İlk kısımda, akustik ve slov damardan oluşan albümün bütün şarkılarını söylediler. Mazhar bir şarkıda “bu şarkı 20 yıl sonra Güllerin
İçinden gibi klasik olacak” dedi ve bence haklı. Çok güzel, dinlendirici, içi dolu, Buselik Makamına, Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın, Bodrum Bodrum kıvamında şarkılar. Bu albümün hazırlanışı hakkında aralarda konuşmalar yapan Mazhar esprileriyle de çok eğlendirdi. “İlk kez bir albüm yapılırken birbirimizi yemedik, didişmedik, bu MFÖ tarihinde ilk kez oluyor,” demesi hepimizi güldürdü. Konser boyunca üçlü sürekli birbirine tatlı tatlı sataştı ve onore etti. Seyircilere laf attı. Zaten en çok Mazhar konuştu. Bir kez daha efsane grup nasıl olunur’u gösterdiler. Konserin ikinci yarısı klasik MFÖ hitleriyle devam etti. Ele Güne Karşı, Yalnızlık Ömür Boyu, yağmur eşliğinde Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da, Güllerin İçinden, Bodrum Bodrum, Mazeretim Var, Sakın Gelme, Ali Desidero, derken solo performansları Mazhar’dan Ah Bu Ben, Benim Hala Umudum Var, Fuat Güner’den Vurgun Yedim, Özkan’dan Olduramadım… Gecenin en güzel anlarından biri Mazhar’ın “biz sizin şarkılarımıza eşlik etmenizi çok seviyoruz, bu yüzden sesim kötüymüş, yanımdaki ne dermiş diye düşünmeden bağıra çağıra bize eşlik etmenizi istiyoruz, ben bile şarkı söylüyorum el insaf” diyerek seyirciyi gülümsetip, konserin bir parçası yapmaları oldu. Yeni albüm
parçalarını çalarken, “Şimdi doğal olarak şarkıları bilmiyorsunuz, o yüzden eşlik edemiyorsunuz, ama biz buna alışık değiliz, biz sizle birlikte söyleyince mutlu oluyoruz, o yüzden çıkışta alıp ezberlemeniz için yanımızda albüm getirdik” esprisi günün lafı oldu. Bütün bu performanslar arasında Özkan ve Fuat’ın dinleyicilerle yaptığı ses sınavı (Mesela “Haydi haydi hov”, diyorlar biz tekrar ediyoruz, gibi) Özkan’ın çıkardığı ses efektleri ile dolu dolu bir konser oldu. Derken konser saçma bir şekilde grup tam Sude’ye girecekken amfilerin birden gitmesiyle pat diye sona erdi. MFÖ de şaşırdı ama “Amfiler gitti, güle güle, görüşürüz,” diyerek gitti. Herkes bunu mizansen sandı, ama yok gerçekten gittiler, seyirciler bir on beş yirmi dakika kadar daha tezahürat yaptılar, ama sorun giderilemeyince MFÖ de sahneye geri dönmedi, bir anonsla birlikte oradan ayrılmak zorunda kaldık.







Pazartesi gününün konseri Birsen Tezer ve Bülent Ortaçgil’di. Konukları da Erkan Oğur. Ben de dostlarım Yusuf ve Burcu ile düştüm yollara. Daha önce Ortaçgil konserlerine birçok kez gittiğim için, konserlerin adeta bir ritüel, bir ayin gibi geçeceğini biliyordum, ancak daha önce Birsen Tezer konseri izlememiştim. Şarkılarına hakim olmadığım bir isim. Konserin ilk yarısında Birsen Tezer sahne aldı. Cazla harmanladığı özgün tarzıyla şarkılarını seslendirirken bir yağmur başladı, ben böyle bir yağmur görmedim, sanki tufan çıktı. Bir ara göz gözü görmedi, şarkılara konsantre olmakta zorluk çektiysem de bu benim konser keyfimi bozamadı, zaten Tezer’in sesi şelale gibi, bir de yağmur yağınca tamamen uyumlu bir atmosfer oldu ama kuru olan da tek bir noktamız kalmadı. Tezer bir saatlik performansından sonra sahneyi Ortaçgil’e bıraktı ve tahmin ettiğim üzere Ortaçgil o usul usul, dingin ama coşkulu tarzıyla klasiklerini ve “hazır sizi bulmuşken ve yağmur da varken” diyerek her zaman çalmadıkları şarkıları seslendirdi. Ortaçgil’i izlemek insana huzur veriyor. Ortaçgil de çok mutlu oldu gördüğü ilgiden, “zaten yağmur yağıyor, o yüzden çok konuşmayıp şarkıları arka arkaya söyliycem” dese de, seyircilerin ilgisinden dolayı durup durup “çok teşekkür ederim her birinize hala bu yağmura rağmen burada kalıp dinlemeyi tercih ettiğiniz için” diyerek memnuniyetini gösterdi. Bir ara yağmur hızını artırıp herkes kapüşonlarını kafasına geçirince Ortaçgil patlattı espriyi: “sanki karşımda komandolar varmış gibi.” :) Sık sık sorduğu “keyfiniz yerinde mi, keseyim mi konseri” sorusuna, “devaaaam” yanıtı aldıkça daha bir keyiflendi ve o keyifle söyledi Değirmenleri, (gene iki gün önce Şebnem Ferah da söylemişti sahnede), Denize Doğru’yu, Bu İş Zor Yonca’yı, Benimle Oynar Mısın’ı, Olmalı Mı Olmamalı Mı’yı ve tufan gibi yağmura cuk oturan “Bugün Yağmur Bir Kadın Saçıdır”ı ve daha nice Ortaçgil klasiğini. Erkan Oğur’la paslaşmaları, Erkan Oğur’un şahane perdesiz gitar soloları ve bilhassa Birsen Tezer’i yeniden sahneye çağırarak üçlü olarak icra ettikleri efsanevi Çığlık Çığlığa performansı ile mestlerden mest beğendik. Eve dönerken dışımız yağmurla, içimiz Ortaçgil-Oğur-Tezer’le yıkanmıştı…




Harbiye konserlerinin şimdilik benim için son etabı Teoman konseri oldu. Alışılmışın dışında dinamik ve hareketli bir konser olacak diye duymuştum, öyle de oldu. Son dört konserin aksine lokum gibi bir havada gerçekleşen Teoman konserinde, Teoman her zamanki gibi cooldu ama o da beş günde gördüğüm diğer sanatçılar gibi farklı bir dinamizmle söyledi şarkılarını. Şarkıları sahnede dolanarak söylerken sanki yolda yürürken kendi kendine söylüyormuş gibi havası vardı ve bu da çok doğal bir ambiyans yarattı. Ben öyle hissettim. Beş günün en kalabalık konseriydi, hele Teoman konserin sonuna doğru bir ara arkadaki seyircileri de öne çağırınca merdivenler bile tıklım tıkış doldu. Teoman klasik şarkılarını birbiri ardına söylerken kah kendini yerlerden yerlere attı, kah sahnede bir oraya bir buraya dolanarak dinleyicisiyle beraber söyledi, kah bağırdı çığlık attı, kah gitar sololarıyla ağzımızı açık bıraktı ama her halükarda Teoman bitmiş diyenlere cevaben “hadi ordan, kim bitmiş” dedirtti. Seyircilerin reaksiyonu inanılmazdı, öyle ki bazen Teoman mikrofonu seyircilere bıraktı ve biz söylerken Teoman bizi hayran hayran dinledi. Bazı –daha önceden tanıdığını düşündüğüm- hayranları ile selamlaşmalar oldu. Konserin en eğlenceli kısımlarından biri, Teoman’ın arka taraftaki seyircileri öne davet ederken, “bu protokoldekiler ruhsuz, yarısı arkadaşım, sizin enerjiniz harika” demesi oldu. Bir parantez açayım burada. Melisa Uzunarslan’ı yeniden Teoman’la görmek mutlu etti. Bir süre önce ayrılmışlardı çünkü. O da gerek vokaliyle gerekse keman sololarıyla Teoman konserinin en dikkat çekici isimlerinden oldu. Sahnede genellikle hareketsiz, olduğu yerde şarkılarını söyleyen Teoman’dan bambaşka bir Teoman izledik bu gece. Şarkı aralarında ismini öğrenemediğim çılgın bir saksafoncunun saksafon soloları ile gitaristin gitar soloları gecenin en muazzam ayrıntılarından oldu.





Konserlerde genel geleneğim bozulmadı ve biletimiz birkaç sıra yukarıda olsa bile konseri en önde bitirdik. Bileti verip konser alanına girince ilk dikkat ettiğim şey en ön(ler)de yer olup olmadığıdır ve boş bi yer görünce avına atılan aslan gibi o noktaya kilitleniyorum. Bu konserlerde de öyle oldu. Konsere nerede başlarsak başlayalım, te en öne geçmeden bitmedi konserler. Bu konuda yeteneğim var, şans da benden yana oldu çok şükür, çünkü ben bir konseri ya en önde izlemeliyim ya hiç izlememeliyim, sanatçıyı görüp de göz göze şarkılarını söylemeyeceksem evde oturur kliplerini izlerim. :)
 
Yusuf ve ben
D&R’ın açtığı imzalı CD standı ise güzel bir düşünce olmuş. Bülent Ortaçgil’in, Şebnem Ferah’ın, Athena’nın, Teoman’ın imzaladığı (MFÖ imzalamamış) sınırlı sayıda imzalı CD’ler benim gibi arşivciler için güzel bir arşivlik oldu. Gerçi Şebnem ve Athena’ya yetişemedim ama Bülent Ortaçgil ve Teoman CD’lerinden imzalı bir kopya kapabildim.


Konserin teması yağmurdu adeta, zira beş günün dördü şakır şakır yağmur altında geçti ve yağmur konserlere romantizm katmakla birlikte, bilhassa Birsen Tezer ve Bülent Ortaçgil konserinde adeta tufana dönüşmesiyle konsere ayrı bir anı kazandırdı, zira bir ara göz gözü görmedi ve konsere adapte olamadım. Yağmur demişken bir ayrıntı da gözümden kaçmadı. Yağmur adeta yağacağı zamanı bilirmiş gibi, genelde yağmur temalı şarkıları olan sanatçıların konserinde akıttı gözyaşlarını. Zira bu beş konserdeki sanatçıların hepsinin ortak yanı yağmurla ilgili doğrudan veya dolaylı olarak şarkılarının olmasıydı. Misal Bülent Ortaçgil’in “Bugün yağmur bir kadın saçıdır,” MFÖ’nün “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da”sı, Teoman’ın biste söylediği “Yağmur”, Şebnem’in Saatim Çalmadan şarkısında geçen “Yağmur yağmış her yer yıkanmış,” dizeleri ortamın ambiyansına ayrı bir hoşluk katan ayrıntılar oldu. Gene izleyicilerin konserlerden o yağmura rağmen erken çıkmaması çok hoşuma gitti. Genel olarak konserlerin tıklım tıklım dolması muazzam ve umut verici bir görüntüydü, bilhassa kültürel kuraklığa boğazımıza kadar battığımız bu günlerde…

Konserlerini izlediğim sanatçılardan birçoğu daha önce konserlerini izlediğim isimlerdi, bu yüzden konserlerin gidişatını az çok tahmin ediyordum. Ama Harbiye konserlerinde herkes ayrı bir coşkuluydu, Şebnem hiç olmadığı kadar konuştu, tepedekilere laf soktu, espriler yaptı, Athena akustik konser olarak başladı ama dayanamayıp seyircilerden gelen gazla normal çılgın konser ritimlerine döndü, Teoman bir an yerinde duramadı ve genelde melankolik ve yerinden fazla kıpırdamaz cool tavırların aksine sahnenin her köşesine gitti, kendini yerden yere attı ve Teoman bitmiş diyenlere ters köşe yaptı, MFÖ yeni albümün ilk konseri ile slov başlayıp ikinci yarıda bizi zaman tüneline soktu ve anlattıkları anılarla bizi kahkahalara boğdu, Birsen Tezer&Bülent Ortaçgil&Erkan Oğur bilhassa üçlü performanslarında beraber seslendirdikleri Çığlık Çığlığa performansıyla ağzımızı açık bıraktı, üstelik yağmurdan kuru tek bir noktamız kalmamışken yerimize mıh gibi çaktı.

 Konser seyircisine de büyük büyük kocaman bir alkış yollamak istiyorum, zira ben hayatımda bu kadar nezih, bu kadar konser kültürünü bilen, bu kadar saygılı seyircili konserler çok az gördüm, hem sahneye eşlikleri hem de reaksiyonları, hem susulması gereken yerde susmaları ile görmek istediğim hareketler sergilediler. Tek eleştirim, konser boyunca bazıları sürekli dolandı durdu alanda, konser için gelmişsin otur da dinle değil mi? Neyse bunlar bile heyecanımı ve coşkumu engelleyemedi, seyirciler göz gözü görmeyen yağmurda bile terk etmediler alanı ve sonuna kadar kalıp sanatçılara da moral oldular. Bilhassa Bülent Ortaçgil durup durup “kaldığınız için çok teşekkürler,” “isterseniz kısa kesebiliriz,” demesine rağmen, herkesten “devaaaaam” sesleri yükselince tekrar tekrar teşekkür etti. Sanatçıların seyirciyle iletişimi de çok güzeldi, seyircisine saygı duyan, onları konserin izleyicisi değil parçası olarak gören sanatçılara ayrı bir hayranlık duyuyorum. Bu sanatçılar boş yere büyük isimler edinmiyor. Seyircinin onları özel hissettirdiği kadar onlar da dinleyicilerini özel hissettirdi. Birsen Tezer’in instagram’da paylaştı seyirci videolarında kendimi görmek o konsere gidebildiğim için ayrıca şanslı hissettirdi.
foto: Yusuf Pişkin
Konserin benim açımdan eksik tek yanı kulise girememek oldu, giremeyeceğimi tahmin etsem de, kulise girsem konserler benim için daha tamam olacaktı, olsun büyük keyifti. Bu satırları yazdığım sırada 10 günlük bir konser aram var ve Temmuz ayı benim için 1 Temmuz Yaşar Sanat Performance Hall konseri ve 2 Temmuz Tarkan Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava konserleri ile başlayacak. İzlenimler ise burada olacak.

Hülasa bu konserler hayatımın zenginliklerine yeni bir zenginlik kattı. Her biri unutulmaz anılar ve melodiler getirdi hayatıma. Siz siz olun konsersiz, müziksiz ve kültürsüz kalmayın, zira sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş misali, kalan tek damarımızı güçlendirmek, sürdürmek biz müzik/sanatseverlerin elinde.

Hiç yorum yok: