20. SANAT YILINDA 10. ALBÜMÜ ŞEHİR YALNIZLIĞI İLE YAŞAR
İstanbul Beyoğlu şu anda içler acısı haliyle yüreklerimizi burkadursun, Yaşar yeni albümü Şehir Yalnızlığı ile adeta o eski, güzel, özlediğimiz İstanbul’dan kartpostallar atıyor…
2017 yılı müzik açısından çok bereketli geldi, uzun süredir
beklenen birçok albüm arşivlerimize ve kulaklarımıza yerleşirken, nice albüm de
ha çıktı ha çıkacak. Benim 4 senedir beklediğim Yaşar albümü ise bu yıl 9
Mayıs’ta raflardaki yerini aldı. 20. sanat yılını kutladığı bu yıl 10.
albümüyle gözlere ve kulaklara neşe getiren Yaşar uzun süren albüm arasını çok
klas bir İstanbul albümüyle kapattı.
Yaşar bu albümde ilk kez albümün neredeyse tamamına yakınını
müziğin başka bir usta ismi olan Murat Güneş’e emanet etmiş ve çok iyi yapmış. Kendinin
1, Alper Arundar’ın 1 şarkısını ekleyerek kendi sularını da Murat Güneş’in
denizine katmış. Kendisinin ifade ettiği gibi, kendisini nadasa bıraktığı ve
uzun süredir eline kalem kağıt almadığı bir dönemde, bu albüm, Yaşar’a
kariyerinde yepyeni bir soluk getirirken, bir yandan da İstanbul’a dair özlemle
andığımız ne varsa hepsini Yaşar sesiyle adeta bir fotoğraf albümü gibi önümüze
seriyor. Herkes de bu nostalji duygusuna çok özlem duyuyor olmalı ki, albüm
haftalardır müzik marketlerin ve listelerin ilk sırasında yer alıyor. Bu albüm
Yaşar’ın da kariyerinde uzun süre sonra yüzünü güldüren bir albüm oldu.
Şarkıları tek tek ele almadan önce albüm hakkında genel
bilgiler vermeli. Albüm Seyhan Müzik etiketiyle 9 Mayıs’ta raflardaki yerini
aldı. Albümde 1’i versiyon olmak üzere 12 şarkı var ve şarkıların 8’inde Murat
Güneş, 1’inin sözlerinde Hakkı Yalçın imzasını görüyoruz. Albümün Yaşar’a ait
olan tek şarkısı, yıllar önce Nilüfer’e verdiği, benim ve Yaşar grubunun da
yıllardır Yaşar’ı “albümünde söyleeee” diye darladığımız Ölmek Var Dönmek Yok.
Bir şarkı da Alper Arundar’a ait, yıllar önce Nedim Zeper’den dinlediğimiz ve
gene evrene saldığımız ‘Yaşar’dan dinleme’ dileklerimizin gerçek olduğu Şakası
Yok.
Albümün düzenlemeleri tek kişilik dev kadro Mehmethan
Dişbudak’a ait ve albümde Klarnetten, saksafona, mızıkadan flüte, trompetten
ud-buzukiye, kanundan çelloya piyano-akordeondan kemana ve tabii ki gitarlara
ve perküsyonlara kadar tam bir enstrüman zenginliği görülüyor ve her biri
enstrümanın ustası müzisyenlerle albüm sizi alıyor kah Nevizade sokaklarının
cıvıltısına taşıyor, kah hızlı adımlarla Yüksekkaldırım’da gezdiriyor, kah Kumkapı’da
bir meyhanede naralar attırıyor, kah bir Beşiktaş vapurunda martılara simit
atarken sevgiliyi düşündürüyor, kah çoktan kapanmış Markiz’in önünde eski
Beyoğlu’na selam verdiriyor, kah boğaza bakıp düşüncelere daldırıyor ve o zamanları yaşamış olanlara (yeni nesil için üzgünüm) bir özlemle karışık oh dedirtiyor.
Albümün teşekkür notu sade ama etkili: “Bana müziği sevdiren
herkese teşekkürler”. Bu kısa notu hem günümüzde hem de geçmişte Yaşar’a ilham
veren müzisyenlere ve sanatçılara bir selam duruşu olarak algıladım. Az ama öz
ve kapsayıcı bir teşekkür notu olmuş.
Albüm kapağı, eski İstanbul nostaljisini akla getirircesine
siyah beyaz. Yaşar profilden gözlerinde özlem dolu bir bakış ile albümün adına
yakışır bir duruş sergiliyor. O bakışlarda hasret, yalnızlık, umut, bekleyiş,
gözyaşı, sonbahar var. Beyaz fonun önünde, Yaşar’ın siyah beyaz olduğu kapak
albümle tutarlı şekilde eskiye özlemi anlatırken yeni başlangıçlara, beyaz
sayfalara da göz kırpıyor.
Albüm kapağı ve iç fotoğrafları melankolik ve koyu tonlarda.
Yaşar yalnızlığında kendi kendini oyalıyor gibi bir halde. Fotoğraflarda kah
gülüyor, kah elinde bir trompet tutuyor, kah uzaklara dalıp gitmiş bir bakışla
bakıyor.
Albümün styling’i, benim de çok sevdiğim dostum Oğuzhan
Coşkun’a ait ve Yaşar’ın içindeki o cool adamı mükemmelen ortaya çıkarmış.
Takım elbise hakikaten çok yakışıyor. Albümün fotoğrafları Zeynel Abidin Ağgül
ile Adem Eser’e ait ve uzun zamandır bu kadar bakmaya doyamadığım albüm
fotoğrafları görmemiştim. Fondaki Ertuğrul Ateş tablosu da dikkatlerden
kaçmıyor.
Yaşar’ın yorumuna değinirsek, bu albümde Yaşar şarkıları
söylemiyor adeta yaşıyor, hele bazı şarkılardaki acılı yakarışlar var ki, bu
şarkıları belli çok içselleştirmiş Yaşar. Zaten benim hep şöyle –saçma da olsa-
bir teorim var. Bütün sevdiğimiz o klasik şarkılar evrenin bir yerinde o
halleriyle beklemekteydiler ve doğru insanı bulunca hopp diye kafasının içinden
girip bize o kişinin sesiyle ulaşmaktaydılar. Bu albümde o muhteşem şarkılar
Murat Güneş eliyle ve Yaşar’ın sesiyle ulaşıyor. Bir yerde yazmıştım, her
bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığında hissediyorum ki Yaşar bir yerlerde
şarkı söylüyor. Nilüfer’e verdiği Ölmek Var Dönmek Yok mesela. Nilüfer’de
kararlı bir kadın sesiyle sevdiğine haykıran bir forma bürünmüşken, Yaşar’da
aynı şarkı acı çeken bir erkeğin sevdiğine sesini duyurma feryadına dönüşmüş,
sakin sakin mırıldanırken, birden şaha kalkan bir atın coşkusuyla bizi o
yalvarışın gerçekliğine götürüyor. Şakası Yok da bilhassa adeta bir heyecan
treni gibi Yaşar’ın yorumuyla. Sesi çıkıyor, iniyor, önce heyecanla
tırmanıyorsunuz sonra zembereğiniz boşalmış gibi düşüyorsunuz aşağı. Bir an
dingin bir deniz bir an dalgalı bir okyanus oluyor ve çok fazla içe işliyor.
Bilhassa en sondaki feryat kısmında Yaşar harikalar yaratıyor, şarkı boyunca
sesinin her rengini her tonunu duyuyorsunuz. Yaşar bu albümde şarkı söylemiyor,
adeta içini döküyor. “Gelip al gözlerini” ya da “çık içimden lütfen” derken o
çaresiz yalvarışı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ya da “aşığım ulan duysun
bütün dünya” veya “bu gece İstanbul’u aşka boğasım var” dediğinde o çılgın
aşığı, “şimdi biz senle ayrı ayrı şehirlerde aynı şarkıyı dinliyoruz belki de”
derken Kumralım’daki özlemli genci buluyorsunuz.
Murat Güneş söz ve besteleri Yaşar duygusuna ve söylemine cuk
oturmuş ve Yaşar da bu albümde yorumuyla adeta destan yazarak şarkılara muhteşem
bir ses olmuş. Yaşar yazsa ancak böyle yazardı dediğim, her biri Yaşar için
yazılmış, tam da Yaşar’ın üzerine dikilmiş bir elbise gibi oturan şarkılar
bunlar. Yaşar duygusuna aykırı tek bir söz öbeği bile yok. Şerbet’te mesela
gösterdiği matrak, muzip yanından, Şehir Yalnızlığı ya da Markiz’deki yağmur
sesli aşkların adamına kadar buram buram Yaşar bu albüm. 90lardaki
albümlerinden ayrı bir yere koyamıyorum o yüzden. Hem yepyeni hem de bildiğimiz
gitar tınlayan Yaşar var bu albümde.
Murat Güneş (ve bir şarkıda Hakkı Yalçın) çok iyi tahlil
etmiş belli ki. Bütün bunların sonucunda bu enerji ortaya başarıyı getirdi.
Yaşar yıllardır görmek istediği liste başarısına kavuştu ve gerek çıkış şarkısı
Nara, gerek genel olarak Şehir Yalnızlığı albümü Yaşarseverler kadar Yaşar’ın
da yüzünü güldürdü.
Burada Murat Güneş’e bir parantez açma ihtiyacı hissettim,
zira adını sevdiğim birkaç albümün künyesinde görüp, gerek kafiyeleri gerek
günlük hayattan söyleyişlerin ustaca yerleştirildiği şarkı sözleri, gerekse o
sözleri ölçü ölçü yüreğe dokuyan melodilerine vurulduğum Murat Güneş’in bu
albümde resmen ustalıkta master yaptığını düşünüyorum. Adını ilk kez Nihan’ın
Terk-i Diyar albümünde gördüğüm, daha önce Ajda Pekkan, Demet Akalın, Mustafa
Sandal, Bengü, Serdar Ortaç, Berkay, Burcu Güneş, Özgün, Yonca Lodi, Atiye,
Gökhan Türkmen gibi müziğin önde gelen isimlerine hit şarkılar kazandıran ve bu
sene Kalp Farkıyla adıyla bir de single çıkararak 2017’yi parselleyen Murat
Güneş bu albümdeki şarkıları yıllar içinde Yaşar için yazmış, insan hissedince
ortaya çıkan eser de o kadar içe dokunur tezini haklı çıkarırcasına ilmek ilmek
Yaşar şarkıları dokumuş. Kalemin güçlülüğü, söz sanatları, o ahenk, o
tasvirler, o her detayı şarkıların içine ustaca yedirmeler ve bunun sonucunda
albümü dinlerken başlı başına her şarkının ortamını ve duygusunu aklınızda
canlandırabilmenizle büyük bir iş başarmış Güneş. O kadar birbirini tamamlayan,
bütünlüklü şarkılar ki, bu eski, güzel ve özlediğimiz İstanbul kokan albümden
bir şarkıyı çıkarsanız, albüm eksik kalır. Bir an aklımdan Gökhan Türkmen’e
verdiği Sen İstanbul’sun da olsaydı diye geçirmedim değil.
Yazıyı bitirmeden bu albümle ilgili beni mutlu eden bir
husustan daha bahsetmem gerek. O da Yaşar’ın bu albümle birlikte nihayet çok
doğru bir PR atağı yapması. Zira Yaşar’ın en zayıf bulduğum yönü iyi bir PR’ı
bir türlü yapamaması ya da yeterli derecede yapamaması idi (tabi bu benim
gözlemlediğim, belki de ona yetiyordu, bilemem). Konserler ful çekiyor, evet,
ama en güzel albümü bile yapsan, PR devrinde bunu iyi kullanamazsan albüm
istenen yere ulaşamıyor. Emel Yalçın PR ajansıyla çalışmaya başlayan Yaşar, çok
doğru bir hamle ile şarkılarını ilk kez radyoculara dinlettiği bir lansman
düzenledi ve doğru stratejilerle Yaşar’ı çok şükür günde en az üç kere
radyolarda konuk olarak dinleme mutluluğuna kavuştuk. Yaşar’a da ikinci
baharını yaşattı bu albüm. Bunda albümün şarkılarının muhteşem olmasının payı
olduğu kadar, gerekli PR çalışmasının da nihayet bu albümle yapılmasının payı
da var. Bu konuda da Emel Yalçın’a teşekkür etmeliyiz.
Hülasa bu albüm tam anlamıyla bir şehir, daha özelinde bir
İstanbul albümü ve bu albümde eski İstanbul’dan da, modern İstanbul’dan da
izler bulmak mümkün. Bu albüm 2017 yılının bence en iyi albümü oldu şimdiden.
Siz de fonda özlediğiniz, eski İstanbul’un olduğu, kimi hüzünlü kimi kahkahalı
bir aşk filmi “dinlemek” isterseniz bu albüm size uzun yıllar eşlik edecek.
(Not: Yazının ikinci bölümünde tek tek şarkıları irdeleyeceğim.)
2 yorum:
Tebrik ederim çok güzel özetlemişsiniz
Tebrikler Tunca tek kelimeyle "harika" bir yazı olmuş👏👏👏
Yorum Gönder