Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Eylül 2014 Pazartesi

BİR TATİLİN ARDINDAN... 2. GÜN DATÇA (13.08.2014)

DATÇA... DATÇA...
 
 Aslında Datça kısmında anlatılacak çok fazla şey olamadı, çünkü bir önceki yazıda belirttiğim gibi, Datça’nın sandığımdan çok fazla uzak olması nedeniyle bütün günüm yolda geçti ve konsere bile nerdeyse ucu ucuna yetiştim… Gene de bazı anlar vardı ki, anlatmasam olmaz…

Efenim şöyle ki, saat 3 gibi İzmir otogarına vardığımda, Datça’ya hemen otobüs bulacağımdan çok emindim. 7 saat sürse bile, konserin en fazla birkaç şarkısını kaçıracaktım. Gittim ve ilk karşıma çıkan şirkete Datça otobüsünün saatini sordum, ay demesin mi altıya çeyrek kala! Ay ben nasıl oldum, “nası yani, daha erken yok mu dedim??” “Yok” dediler, “eee”, dedim “buna binsem kaçta orda olurum?” “onbir buçuk gibi” dediler, “ayy” dedim, mümkün değil, “benim on dakika içinde bir şekilde gitmem lazım”. Ben bir yandan kendime saydırırken, halime acıyan bir görevli bana parlak bir fikir verdi, “sen” dedi, “Muğla’ya git, ordan aktarma yaparsın, on dakika sonra kalkıyor”. “Hay” dedim, “çok yaşa sen”, atladım Muğla’ya gittim. Bu arada yanımda nakit de bitmeye başladı, her anlamda patlamak üzereyim, ama çare yok, atladım Muğla’ya gittim, 6 buçuk gibi vardım ve koştura koştura yazıhanelere gittim. Adamlar gerçekten çok saygılılardı ama hiçbirinin otobüs saatlerinden haberi yoktu! Biri dedi “birazdan gelecek Datça otobüsü”, bir diğeri “Son otobüs 6ya çeyrek kalaydı, bitti”. “Eee”, dedim “napıcam şimdi ben?” “Marmaris aracı gelicek birazdan, onunla aktarma yapman lazım” Aktarıla aktarıla hal oldum, ama yapıcak bi şey yok, sırtımda on kilo çanta, kart geçmeyen bir yazıhanelerde atm arayarak, bulamayarak, garın dışındaki atmlere koşup para çekerken aracı kaçırmamak için dualar ederek, parayı çekip Marmaris aracına bindiğimde derin bir nefes alarak Datça’ya doğru yola koyuldum.
Saat sekiz gibi Marmaris’e vardım şansıma ilk araç yarım saat sonra kalkacaktı ve onu kaçırsam bir sonraki on buçukta, öyle bir bıçak sırtı durum. Ama her şey ters gidecek değil ya, neyse ki aksilik olmadan attım kendimi otobüse ve 21.30’da Datça’ya vardım, 22.00’de Datça amfitiyatroya vardım, konser başlamıştı, ama son girmenin avantajı herkesle birlikte, Yaşar’ın ve gözleri beni görünce kocaman açılan Leman Sam’ın dikkatini çekmekti :). (Konser yazısı daha ileride can okuyucum).

Datça'da şezlongtan bir gece özçekimi...
Konser çıkışı önümde iki seçenek vardı. Bir pansiyona kapağı atmak veya bütün gece sokaklarda avare avare dolaşıp sabahlayarak paramı cebimde tutmak. Sırtımda on kilo varken, pansiyon seçeneği cazipti aslında, ama sorduğum pansiyonlarda ya yer yoktu ya da fiyatlar uçmuştu. Bu belki de bana bir lütuftu. Yolda duvardan bir poster indirdim, bu ayrıntıyı bilhassa yazmak istedim, zira akıbetine üzüldüğüm bir şey oldu. Sokaklarda bir saat kadar dolaştıktan sonra, kafamı toparlamak ve isyan eden telefonumu şarj etmek için bir kafeye oturdum. Biri dışında pek insan canlısı olmayan –en azından kendi arkadaşları dışındakilere- bir tipin servis yaptığı bir kafeye –mecburen- oturdum ve bi yandan telefonumu şarj ettirirken, bütün gün bir şey girmeyen midemi tostla yükledim ve orada iki saat oturup yedi bardak filan çay içtim boş yere masa işgal etmiyim diye. Orada karar vermiştim pansiyonda kalmamaya zira birkaç saat sonra grupla feribotla Bodrum’a geçecektik. Gerek yoktu birkaç saat için o kadar para vermeye, sorun pansiyonda kalmayacaksam nerde kalacağımdı. İki saat sonra kafe kapanırken telefonumu aldım, sokaklarda yürürken deniz kenarındaki şezlongları keşfettim, hafif de bir meltem vardı, “işte” dedim, “bundan ala kalacak yer mi var?” Hemen çantamı filan kenara atıp şezlonga kuruldum ve hafif meltem ve deniz şıpırtıları eşliğinde, kah köpeklerin havlamalarına uyanarak, kah gelip geçen insanlara dikkat kesilerek, ama sonsuz bir mutlulukla, uyudum orda, çantamı da belime destek yaptım, bi yandan da korumaya alma adı altında. İçim geçmiş, gözlerimi açtığımda şöyle bir manzaraya uyandım:
Aman Allah sayın okuyucu, insan on yaş gençleşir buna her gün bakarak uyansa. Tek pişmanlığım ve kendime bir daha gidersem yapacağıma söz verdiğim o denize girmemek oldu. Her türlü teçhizatım yanımdaydı ama duş filan imkanı bulamam diye canım çeke çeke şu denize giremedim! Yapılacaklar listesine bir şey daha eklendi.


Bunun yerine, bir gün öncesinden dikkatimi dürtükleyen Datça Kahvaltıcısına gittim, daha yeni açılıyordu. Saat yedi buçuk gibi Datça kahvaltısı söyledim, bir saat kadar enfes bir kahvaltı yaptım. Saat dokuzda feribot servisi kalkıyordu, o yüzden çok oyalanmadan toparlanıp feribot gişesine gittim, işte posterin akıbeti, bütün gece yanımda dolaştırdığım, şezlongta uyurken bile göz kulak olduğum biricik posterimi ordaki masanın üzerinde unuttum! Bunu da servis hareket ettiğinde fark ettim! Hay bin kunduz! “Neyse Bodrum’da var daha konser, nasılsa alırım” dedim (alamadım).

 Saat dokuz buçuk feribotuyla Datça’ya karşı “hoşça kal göz bebeğim, hoşça kal göz bebeğim, hoşça kal yaz güneşim, hoşça kal,” dedim, “öbür yaza kadar”.
 

Hiç yorum yok: