Kıymetli TuncasMusicBox dostlarım,
Her müzik sevdalısı 90’lar çocuğu
gibi, ben de ilk müzik aşkımı kasetler sayesinde tattım. Benim için çok büyük
ritüeldi, o kasetin ambalajını açmak nazikçe yerinden çıkarıp teybe yerleştirip
play tuşuna bastıktan sonra sanatçının resmini ve dahi kartonetteki tüm
yazıları incelemek. CD’ler o dönemde vardı ama ateş pahasıydı, bu yüzden basılı
materyal olarak yegane müzik kaynağımız kasetlerdi. CD lükstü çoğu kişi için.
Benim için büyük bir tutku olan bu uğraş bugün bile sürüyor, başucumdaki
walkmenimle. İnanır mısınız, spotify’ım bile yok. Çünkü müziği kartonetini
elinde tutarak kasetten dinleme keyfini hiçbir dijital mecra vermiyor.
Kasetlere bugünlerde üvey evlat
muamelesi yapılsa da, aslında kasetlerin bilhassa 90’larda çok büyük ehemmiyeti
vardı. Bir kere bugün elimize aldığımız bir 90’lar albümünde bütün şarkıları baştan
sona ezbere biliyorsak, bunda o zamanın albümlerinin ayrı bir lezzette
hazırlanmış güzel şarkılar içeren albümler olması kadar, kasetlerin de payı
var, zira kasetlerde sevdiğimiz şarkıya gelmek için kaseti sardırmak meseleydi,
CD gibi tekrar oynatma ya da şarkı atlatma imkanı olmadığı için, ister istemez bütün
albümü dinler, bütün şarkıları ezberler, beynimize kazırdık. Bu yüzden
kasetlerin müzik dimağımızda önemini asla yadsıyamayız.
En büyük kabus ise teybin
kasetleri sarması olurdu, bazen kurtarabilir, bazen şeridi kopartıp
kurtarabildiğimiz kısmıyla yetinirdik. Şeridi uhuyla yapıştırınca kasetin o
kısmındaki birkaç saniyelik eksiklik olurdu, o kadarına da takılmazdık artık.
Kurşun kalemle tırtıklı çarkı çevirip bandı sarar düzeltirdik (kalemle kaset arasında
ne bağlantı var sorularının cevabı da burada, bir yerde muhabbette geçer filan,
işte size kıyak). Sevdiklerimize karışık kaset doldurmayan ya da sesini teybe
kaydetmeyen var mıdır benim gibi 90lar çocuklarından?
Para verip aldığım ilk aldığım
kaset Zerrin Özer’in Dünya Tatlısı kasetiydi. Hala durur bende, o dönem
kurtardığım kasetlerimle birlikte. O dönem 5 tane favori kasetim vardı,
alındığı günü dün gibi hatırladığım... Zerrin Özer – Dünya Tatlısı ilk kasetti
dediğim gibi, sene 1989, yaş 6 (Kaset 1988 çıkışlıydı). Nilüfer – Esmer Günler,
Kayahan – Siyah Işıklar, Neşe Karaböcek – İşte Eyle/Deliler Gibi, Sevingül
Bahadır – Kilim ve Banu – Canım Can Çekişmede şeklinde geniş bir skalada müzik
zevkleri olan müziksever bir çocuktum.
Kasetler bir sanatçının prestij
göstergesiydi. Bir şarkıcının kaseti çıkacağı zaman haftalarca kasetçi amcaları
darlardık. Ben Sivas’ta büyüdüm ve tahmin edersiniz ki müzik market imkanlarım
o zamanlar o kader geniş değildi (İstanbul’da olsam sanırım benim şu anki
1000lerce CD ve kaset arşivim 10000’i filan bulurdu heyhat). Müzik marketler
çok önemliydi ve şimdiki gibi devasa kırtasiyeci dükkanlarına benzemez,
gerçekten müzikle ilgili insanların güzel tavsiyeler verdiği, gerçekten müziği
yönlendiren yerlerdir. Sivas’ta bir kasetçi amca vardı aile dostu, her hafta
gider ondan 10 kaset alır, bir hafta dinler, geri götürüp 10 kaset daha
alırdım. Sivas’ın bozkırlarında içimdeki müzik aşkı bu şekilde yana yana yangın
oldu. Ben şarkılarla yaşayan bir çocuktum, her yağmur yağdığında sokaklara
koşup yağmur altında SEN AĞLAMA’yı söylerdim mesela.
CD’lerin yaygınlaşmasıyla
kasetlerin hükümdarlığı bir anda sona erdi. Zira CD’ler hem yer açısından hem
de istediğimiz şarkıya şık diye geçebilme imkanı nedeniyle insanların daha
kolayına gelir oldu. Kaset gibi de çabuk bozulmuyordu (Hoş kasetlere güzel
bakarsınız bozulmazlar, benim 70lerden kalma kasetlerim bile gürül gürül
çalıyor mesela) Derken bugü CD’lerin bile esamisi okunmaz oldu.
Peki bu kadar yazıyı neden
yazdım? Benim müziğe yaklaşımım kimine göre eski kafalı kimine göre tatlı
nostalji olabilir. 90’larda kaset ve CD’lerimle yakaladığım o büyülü ortamı
2000’lerde çok yakalayamadım, insanlar başkalaştı, müzikler başkalaştı, müzikte
basılı dönem hızla sona ererken dijital müziğin hızına yetişemez oldum. Artık
şarkı ezberlemek bile mesele oldu, nakaratı aklımda kalırsa o bile başarı benim
için. Gün aşırı semaya yayılan yüzlerce şarkıdan biri aklımda kalsa, bir
diğerini dinlediğimde aklımdan uçup gider hale geldi. Bu yüzden 2000lerde
“nuhun gemisinde tek başıma gibi inan ki, inan ki, inan kiii”
Buraya kadar ki girizgah tek bir
kişi için… Ben böyle yeni çağın mutsuzluklarından mutsuzluk beğenirken, birkaç
kişi birden güneş gibi doğdular ve beni karanlıktan çekip çıkardılar (Onları da
teker teker burada yazacağım) Bu yazı onlardan biriyle ilgili: SENA ŞENER… Ben
ona minyon diva diyorum…
Sena Şener’i ilk kez üstat müzik
yazarı, eleştirmen, organizatör Tolga Akyıldız’ın artık gelenekselleşmiş %100
Açık Sahne organizasyonunda izlemiştim (Özetleyecek olursam, bu büyük müzik
etkinliği sahnenin en kalburüstü büyük isimleriyle, müzik dünyasına adım atan
yeni isimlerin bir sahnede bir araya gelip seslerini müzik dinleyicisine
duyurmasından mütevellit şahane bir etkinlik. Burada mesela en bilinen
isimlerden biri, örneğin Manga grubunun akabinde ilk teklilerini yayınlamış bir
grup ya da müzisyen çıkıyor, böylece siz Manga’yı izlemeye geldiğinizde
ilgiliyseniz müzikteki yeni isimleri de keşfediyorsunuz. Böyle de nefis bir
misyonu var). Sena Şener o sıralar heyecanlı daha yaşı 18 bile değildi. Kabarık
kıvırcık saçları, elinde gitarıyla bir şarkı seslendirdi. O geceden kazancımdır
benim Sena Şener. O sesindeki yakıcı vibrasyon, o “duyulmak için haykıran
yaralı genç kız” melankolisi, yaşına rağmen olgun ve karanlık şarkı sözleri ve
o kırılgan ama mağrur sahne duruşunu bugün hatırladığımda bile ürperirim.
Yanımdaki arkadaşıma “bu kız acayip bir şey” dediğimi hatırlıyorum. O geceden
sonra Sena benim 2000’li yıllarda dinlemeye değer bulduğum nadir müzisyenlerden
oldu, çıtasını gitgide artırdı, çeşitli müzisyenlerle yaptığı düet coverların
yanı sıra, giderek ustalaşan şarkı yazarlığıyla 2018 yılında, 2000lerin en
sevdiğim albümlerinden “İnsan Gelir İnsan Geçer” gibi bir albüme imza attı. 16
yaşında bir kız “Sevmemeliyiz” gibi bir şarkıyı yazmak için ne yaşamış olabilir
diye düşündürten biri Sena. Şarkı sözlerinde hayatla derdi olan, duyulmak için
haykıran bir genç kızın günlüğünü okuyoruz adeta. O şarkılarda sahicilik var,
samimiyet var ve sırf “Sevmemeliyiz” bile Sena’yı benim gözümde çağdaşlarından
ayrı bir yere koyuyor. Benim için modern çağın kadın ozanlarından biri ve her
konserini izlediğimde kendini sahnesini nasıl geliştirdiğini görmekten mutlu oluyorum
(bir yandan da ilk izlediğimde edindiğim, bu kız muhteşem bir yere gelecek
düşüncemin gerçekleşmesinden de tabi.)
Sena Şener, albüm sonrası
üretimlerine devam etti. Ölsem (2019), Her An Gidebilirim (2019), Teni Tenime
(2020), Kapkaranlık Her Günüm (2020), Affetmem (2020), Yine mi Yol (Cem Adrian
ile) (2021), Fly Above (Mahmut Orhan ile) (2021), Benimle Yan (2021),
Derinlerde Saklı (2021) teklilerinin ardından, bu yazının yazıldığı saat
itibariyle yeni şarkısı “Çok Geç Kaldın”ı evrene salmış durumda.
Sena Şener gene nefis kalbinin
mürekkebini akıtmış şarkıya. Çok hissetmiş ve yazmış, bunu siz de dinleyince
kalbinizde bir şey titreyince fark ediyorsunuz. İlk notalar döküldüğünde insan
bir durup dikkat kesiliyor. Sonra Sena’yı görüyoruz karanlık bir odada. Artık
alameti farikası olan salıncakta oturup çok geç kalan sevgiliye feryat ediyor.
Şarkıda insanda içine düşüp orada kalma isteği duyduran, insanı içine çeken bir
mistisizm var ve adeta bir ritüel gibi dinleniyor şarkı. Oradaki kızın
hissettiklerini içinizde hissediyorsunuz o kız salıncakta çığlıklarını atarken.
Sena sesinin her tonunu cesurca kullanıyor şarkıda ve dinleyeni içine alıyor.
En son Şebnem Ferah’ın ilk zamanlarında bu kadar keyif almıştım böylesi dark
rock sularında bir şarkı dinlerken. Sena yeni yıla nefis bir girişle 2022’yi
şimdiden sevmemi sağladı ve bir kez daha beni yanıltmayarak müzik dünyasına
nefis bir şarkı hediye etti. Eminim daha çok büyüyecek adı bir kadın şarkıcı ve
ozan olarak…
Yeni konular ve yeni bir isimle
yeniden görüşmek üzere, siz siz olun müziksiz kalmayın.
1 yorum:
Sena Şener in ilk kez duydum dinlemek istedim.Evet kasette atlama yoktu mecburen hepsini dinlerdik.
Yorum Gönder