Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Eylül 2014 Pazar

BİR TATİLİN ARDINDAN... 1. GÜN İZMİR (12.08.2014)

İZMİR... İZMİR...

Aslında geç bile kaldım bu yazıyı yazmak için, ama her anısı öyle canlı ki, sanki dün yaşanmış gibi taze, bu yüzden bir yaz daha geride kalırken, yaza bir veda olsun bu yazım. Bu yazıyı iki kısım olarak düşündüm aslında, ilk kısmı olan bunda, tatilde gezip gördüklerimden ve yaşadıklarımdan bahsedicem, ikincisinde bu tatilin ana konusu olan Yaşar&Leman Sam - Kuş Misali turnesi, Anadolu Ateşi ve Candan Erçetin konserlerinden bahsedeceğim. Hazırsanız kendinizi beş gün beş gece enfes bir tatili yaşarken bulmanız dileğiyle başlıyorum.

Yaşar’ımın bir diğer kıymetlim Leman Sam’la turne haberi geldiğinde, işten şurama kadar geldiği bir zamandı (yazan elini burun hizasına getirir). Önceleri haftaiçine denk gelmesinin bende yarattığı umutsuzluk ve “nayırr, kaçıramam bunuuu” nidaları ve işten bıkmış olmanın bezginliğiyle birleşince, param da denk gelince, “yaw” dedim kendi kendime, “yıllık izin diye bir nane var, olması gerek yani”. Ve patronlara kararımı bildirdim (ihihihi tabi ki izin vereceklerdi akıllım). Ve 11-18 Ağustos tarihleri arasındaki İstanbul-İzmir-Datça-Bodrum-Altınoluk-İstanbul güzergahındaki şapşahane tatilim başladı. Bu yazıyı yazmaktaki amacı, hem o anları kayıt altına almak hem de size öykü tadında bir anekdot anlatmak. Gerçi yaz başından beri yıllık izin kullanmadan benim kadar çok tatil yapan da yoktur hani, yaz boyunca her Cuma sırt çantamla işe gidip iş çıkışı uçak nereye götürürse oraya gidip Pazar gecesi döndüğüm bir yaz yaşamış biri olarak şu an utandım işten güçten şikayet ettiğime. :) (ama planlama ve bütçe işte şekerim, nazar etme ne olur çalış senin de olur, çaktın köfteyi? :))

9’undan 11’ine kadar evde kankalarla öğrenci evi hayatı yaşayıp (Tolgacım selams balıms), 11’i gecesi atladığım gibi gece otobüsüne, sabah 7 buçukta izmir’e vardım. Açıkçası akşamki konser için geldiğimden gün içinde ne yapabileceğime dair pek fikrim yoktu. Sırtımda 10 kilo sırt çantamla bari dedim iyi bildiğim tek yer olan Bornova’ya gideyim. Birkaç arkadaşı filan görürüm belki. Bunu düşünürken herkesi kendim gibi tatilde sandığım için, kimseyle görüşememe nedenimin aslında herkes için normal çalışma günü olduğunu anladığımda kendime bir parça saydırdım ve dedim ki kendi kendime “yalnızsın dostum bu yolda” ve ver elini Alsancak… dedim Kıbrıs Şehitlerinde bir kahvaltı paklar beni. Çayır çimen geze geze, vardım Alsancak’a gözüme güzel görünen ilk kafedeki durağımda kahvaltımı yaparken, bir yandan vakti saçmasapan harcamıyım diye yapabileceklerimi düşündüm ve iflah olmaz bir CD arşivcisi olarak, çok sevgili İzmir Ödemişli –yaz için ev arkadaşım- Tolga’dan olası sahafların adreslerini aldım. Böylece hem vaktimi doldurur, hem de belki eksik CDlerimi tamamlarım dedim. Tolga’nın verdiği ilk adrese gittim. Hakkaten baya bir CD vardı, ama benim için büyük sürprizlerden biri de vardı bu CD’lerde. Orada kimi çerden çöpten, eksik tamamlamak için ayırdığım CDlerden birinin içinde Leman Sam’ın da en nadir CDsi çıkıvermesin mi? (Eksik Fotoğraflar CD’si… kapaklısını 50 liraya almıştım) Ay ben nasıl oldum biliyo musunuz? İstemsiz bir AYYYY çıkıverdi ağzımdan, aynı zamanda akşam da Yaşar-Leman Sam konseri de olunca evrenin bana süper bir kıyağıydı. Bu CD’yi imzalatır, diğer imzasızla birlikte saklarım gibi iyimser düşünceler içindeydim. Bu CD’nin akıbetini ileride içim kan ağlayarak paylaşıcam. CD’leri alıp bir diğer hedefim olan Panda
kitabevine gittim. Sahibi pek kurttu. Ama bende bu konularda öyle pabuç bırakacak biri değilim, biliyoruz neyin ne olduğunu. Neyse oydu buydu derken ayıp olmasın diye ordan da bir CD alıp çıktım. Gün henüz ortalanmıştı ki, Alsancak Fuar alanının oralarda dolanırken, İzmirli canlarımdan Altan aradı, check-in’imi görmüş, sevgili eşi canım arkadaşım İrem’e yakın olduğumu söyledi, dedim gelmişken tabi ki uğrayayım. Çalıştığı mağazaya gittim ve çıkmak istemedim, zira dışardaki 45 derece sıcakta bitap düşmüşken mağazanın içi bahar havası gibiydi. Müşteri kalabalığından kafasını kaldırmaya vakti olamayan İrem’e yaklaşıp “pardon hamfendi bakar mısınız, İrem hanımı arıyorum” dedim, bir telaş kafasını kaldırması
, karşısında beni görmesi ve yüzünün şekli görülmeye değerdi. Şansıma tam da yemek
İREM'LE
zamanı gelmişim. Biraz orada soluklanırken, İrem işlerini halletti ve yemeğe gittik. Yemek sonrası daha epey vaktim vardı, ben de o sırada Bornova’ya gitmekte olduklarını söyleyen, aslında İstanbul’da burnumun ucunda oturduğu halde bir türlü görüşemediğim Batuhan ve Yiğit’le görüşmek üzere yeniden Bornova’ya döndüm. Hava o kadar sıcaktı ki, Forum Bornova’da bulduğum en klimalı yerde yaklaşık üç saat kadar oturduk. Saat 6 gibi kalktık, zira artık yavaştan konser alanına gitmek gerekti. Konser alanında ise beni büyük bir sürpriz bekliyordu…


Yaşar’ın menejeri canım Elif hanım’ı aradım, bana birkaç arkadaşıyla oturduğunu söyledi ve uzaktan baktığımda, “aaa yokkk artık, a yoyoyoyo, o olamaz” dediğim Arzucum değil miymiş masadaki? Üstelik sadece o da değil, Yeşim’im de ordaydı, Ceyda’mla zaten konuşmuştuk, ayy ben bi mutlu bi mutlu şoku atlatmam bir yarım saat sürdü. Sonra yıllardır konuşup da bir denk gelemediğimiz Murat Gil ve kız arkadaşı gelince, üzerinde Nihal’den de “biz de geliyoruz” telefonu alınca seri tamamlandı. Belli enfes bir konser olacaktı, sahnede Yaşar’ım ve canım Leman Sam, yanımda dostlarım, bundan daha güzel bir ambiyans olabilir mi? Muhabbetler ve kahkahalar eşliğinde konsere girdik (konser yazısı ayrı bir yazının konusu canımın ta içleri).
CEYDA ve YEŞİM ile
Konser çıkışı Kıbrıs Şehitlerine yürüdük, tabi  bu arada benim eşsiz yön bulamama özelliğim, bir de talihsizliğimle birleşince gene bir vukuatı üzerimize çektik. Yanlış yola sapıp dümdüz ve nereye gittiğimizi bilmezken, yanımızdan geçen bir arabadan bir kadın fırlaması, arabanın önünden önce dumanlar yükselmesi ve sonra bildiğim kaputun alev alması, trafiğin allak bullak olması, şoförün araçtan fırlaması ve bu sırada aracın hala yanıyor olması, araba patlar matlar diye kaçışmamız… daha sayayım mı? Zaten bir beni bulur gecenin o saatinde kaybolduğumuz yolda böyle bir olay :).

Nihayet Kıbrıs Şehitlerine çıkıp o gece evlerinde kalacağım Batuhan ve Yiğit’le geliyorum dediğim saatten kırk beş dakika sonra buluşabildik. Eve gittik, muhabbet vs. derken sızıp kalmışım, evlerini açtıkları için çok çok teşekkür edeyim burdan bir kez daha. Ertesi gün erken kalkıp yola çıkarım diyordum ama bacaklarım benimle aynı fikirde olmadığı için, mecburen benim değil onların istediği saatte uyanmak zorunda kaldım. Bu da saat 11 filan gibi bir şeydi, evde sıcak su olmadığı için buz gibi suyla duş almak epey bir kendime getirdi beni doğrusu. Beraber 13.00 gibi kahvaltıya indik ama tabi ki bizi beklemeyecekleri için bitmişti kahvaltı filan. O saatte kahvaltı niyetine yağlı yağlı pide yedik. Sonra Datça’nın iki değil, aslında yedi saat mesafede olduğunu öğrendim!! Batuhan’lardan ayrıldım ve otogara yollandım. İkinci yazıda eşsiz –deniz seviyesi altındaki- coğrafi bilgim yüzünden, İzmir’e iki saat filandır, rahat rahat araç bulurum diyerekten çok fazla acele etmediğim Datça yollarında başıma gelenleri anlatacağım.

Bütün bir gün yaşanırken ne kadar çok geliyor, ama aslında iki sayfadan ibaret olması ne garip değil mi sayın ve sevgili okuyucu?… Hayat da böyle işte, bir an… Tadını çıkarmalı… İkinci yazıda Datça ve Bodrum var.

Hiç yorum yok: