İZMİR... İZMİR...
Aslında geç bile kaldım bu yazıyı yazmak için, ama her anısı
öyle canlı ki, sanki dün yaşanmış gibi taze, bu yüzden bir yaz daha geride
kalırken, yaza bir veda olsun bu yazım. Bu yazıyı iki kısım olarak düşündüm
aslında, ilk kısmı olan bunda, tatilde gezip gördüklerimden ve yaşadıklarımdan
bahsedicem, ikincisinde bu tatilin ana konusu olan Yaşar&Leman Sam - Kuş
Misali turnesi, Anadolu Ateşi ve Candan Erçetin konserlerinden bahsedeceğim.
Hazırsanız kendinizi beş gün beş gece enfes bir tatili yaşarken bulmanız
dileğiyle başlıyorum.
Yaşar’ımın bir diğer kıymetlim Leman Sam’la turne haberi
geldiğinde, işten şurama kadar geldiği bir zamandı (yazan elini burun hizasına
getirir). Önceleri haftaiçine denk gelmesinin bende yarattığı umutsuzluk ve
“nayırr, kaçıramam bunuuu” nidaları ve işten bıkmış olmanın bezginliğiyle
birleşince, param da denk gelince, “yaw” dedim kendi kendime, “yıllık izin diye
bir nane var, olması gerek yani”. Ve patronlara kararımı bildirdim (ihihihi
tabi ki izin vereceklerdi akıllım). Ve 11-18 Ağustos tarihleri arasındaki
İstanbul-İzmir-Datça-Bodrum-Altınoluk-İstanbul güzergahındaki şapşahane tatilim
başladı. Bu yazıyı yazmaktaki amacı, hem o anları kayıt altına almak hem de
size öykü tadında bir anekdot anlatmak. Gerçi yaz başından beri yıllık izin
kullanmadan benim kadar çok tatil yapan da yoktur hani, yaz boyunca her Cuma
sırt çantamla işe gidip iş çıkışı uçak nereye götürürse oraya gidip Pazar
gecesi döndüğüm bir yaz yaşamış biri olarak şu an utandım işten güçten şikayet
ettiğime. :) (ama planlama ve bütçe işte şekerim, nazar etme ne olur çalış
senin de olur, çaktın köfteyi? :))
9’undan 11’ine kadar evde kankalarla öğrenci evi hayatı
yaşayıp (Tolgacım selams balıms), 11’i gecesi atladığım gibi gece otobüsüne,
sabah 7 buçukta izmir’e vardım. Açıkçası akşamki konser için geldiğimden gün
içinde ne yapabileceğime dair pek fikrim yoktu. Sırtımda 10 kilo sırt çantamla
bari dedim iyi bildiğim tek yer olan Bornova’ya gideyim. Birkaç arkadaşı filan
görürüm belki. Bunu düşünürken herkesi kendim gibi tatilde sandığım için,
kimseyle görüşememe nedenimin aslında herkes için normal çalışma günü olduğunu
anladığımda kendime bir parça saydırdım ve dedim ki kendi kendime “yalnızsın
dostum bu yolda” ve ver elini Alsancak… dedim Kıbrıs Şehitlerinde bir kahvaltı
paklar beni. Çayır çimen geze geze, vardım Alsancak’a gözüme güzel görünen ilk
kafedeki durağımda kahvaltımı yaparken, bir yandan vakti saçmasapan harcamıyım
diye yapabileceklerimi düşündüm ve iflah olmaz bir CD arşivcisi olarak, çok
sevgili İzmir Ödemişli –yaz için ev arkadaşım- Tolga’dan olası sahafların
adreslerini aldım. Böylece hem vaktimi doldurur, hem de belki eksik CDlerimi
tamamlarım dedim. Tolga’nın verdiği ilk adrese gittim. Hakkaten baya bir CD
vardı, ama benim için büyük sürprizlerden biri de vardı bu CD’lerde. Orada kimi
çerden çöpten, eksik tamamlamak için ayırdığım CDlerden birinin içinde Leman
Sam’ın da en nadir CDsi çıkıvermesin mi? (Eksik Fotoğraflar CD’si… kapaklısını
50 liraya almıştım) Ay ben nasıl oldum biliyo musunuz? İstemsiz bir AYYYY çıkıverdi
ağzımdan, aynı zamanda akşam da Yaşar-Leman Sam konseri de olunca evrenin bana
süper bir kıyağıydı. Bu CD’yi imzalatır, diğer imzasızla birlikte saklarım gibi
iyimser düşünceler içindeydim. Bu CD’nin akıbetini ileride içim kan ağlayarak
paylaşıcam. CD’leri alıp bir diğer hedefim olan Panda
İREM'LE |
Yaşar’ın menejeri canım Elif hanım’ı aradım, bana birkaç
arkadaşıyla oturduğunu söyledi ve uzaktan baktığımda, “aaa yokkk artık, a
yoyoyoyo, o olamaz” dediğim Arzucum değil miymiş masadaki? Üstelik sadece o da
değil, Yeşim’im de ordaydı, Ceyda’mla zaten konuşmuştuk, ayy ben bi mutlu bi
mutlu şoku atlatmam bir yarım saat sürdü. Sonra yıllardır konuşup da bir denk
gelemediğimiz Murat Gil ve kız arkadaşı gelince, üzerinde Nihal’den de “biz de
geliyoruz” telefonu alınca seri tamamlandı. Belli enfes bir konser olacaktı,
sahnede Yaşar’ım ve canım Leman Sam, yanımda dostlarım, bundan daha güzel bir
ambiyans olabilir mi? Muhabbetler ve kahkahalar eşliğinde konsere girdik
(konser yazısı ayrı bir yazının konusu canımın ta içleri).
CEYDA ve YEŞİM ile |
Konser çıkışı Kıbrıs Şehitlerine yürüdük, tabi bu arada benim eşsiz yön bulamama özelliğim,
bir de talihsizliğimle birleşince gene bir vukuatı üzerimize çektik. Yanlış
yola sapıp dümdüz ve nereye gittiğimizi bilmezken, yanımızdan geçen bir
arabadan bir kadın fırlaması, arabanın önünden önce dumanlar yükselmesi ve
sonra bildiğim kaputun alev alması, trafiğin allak bullak olması, şoförün
araçtan fırlaması ve bu sırada aracın hala yanıyor olması, araba patlar matlar
diye kaçışmamız… daha sayayım mı? Zaten bir beni bulur gecenin o saatinde
kaybolduğumuz yolda böyle bir olay :).
Nihayet Kıbrıs Şehitlerine çıkıp o gece evlerinde kalacağım
Batuhan ve Yiğit’le geliyorum dediğim saatten kırk beş dakika sonra
buluşabildik. Eve gittik, muhabbet vs. derken sızıp kalmışım, evlerini
açtıkları için çok çok teşekkür edeyim burdan bir kez daha. Ertesi gün erken
kalkıp yola çıkarım diyordum ama bacaklarım benimle aynı fikirde olmadığı için,
mecburen benim değil onların istediği saatte uyanmak zorunda kaldım. Bu da saat
11 filan gibi bir şeydi, evde sıcak su olmadığı için buz gibi suyla duş almak
epey bir kendime getirdi beni doğrusu. Beraber 13.00 gibi kahvaltıya indik ama
tabi ki bizi beklemeyecekleri için bitmişti kahvaltı filan. O saatte kahvaltı
niyetine yağlı yağlı pide yedik. Sonra Datça’nın iki değil, aslında yedi saat
mesafede olduğunu öğrendim!! Batuhan’lardan ayrıldım ve otogara yollandım.
İkinci yazıda eşsiz –deniz seviyesi altındaki- coğrafi bilgim yüzünden, İzmir’e
iki saat filandır, rahat rahat araç bulurum diyerekten çok fazla acele
etmediğim Datça yollarında başıma gelenleri anlatacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder