Bu seyyar konser gezici kardeşiniz, dün gece hayatının en
güzel konserlerinden birini sizin için izledi. Dün gece –ki tarihi 25 Nisan
oluyor- 2013 yılının en başarılı ve almaya değer bulduğum albümlerinden Elif’in
albüm lansman konseri için Ghetto'daydım. Albümle ilgili düşüncelerimi hala
okumadıysanız linki burada: ALDIM, DİNLEDİM, YAZDIM - AYÇA VARLIER 'ELİF'
Kapıların açılmasıyla saat 21.30 gibi Ghetto’da içeri girip
beklemeye başlıyorum. Biraz etrafı gözlemleme fırsatım oluyor. Burası güzel bir
konser mekanı ve saçma sapan kulüpler arasında konser izlemek için resmen
çöldeki vaha gibi. Çok geçmeden insanlar da gelmeye başlıyor, Emir Ersoy ve
Eylem Pelit’i görüyorum, bu gece onların da gecesi. Albümde bu iki müzisyenin
ustalıklarını konuşturmasına şahit oluyoruz.Derken saat 22.40 gibi konser
başlıyor. Önce gitarlarda Evrim Aslan, Davulda Umut Pelit, klavyede Serkan
Özyılmaz, saksofonda Çağdaş Oruç, basta Cemil Tatlıpınar’dan oluşan ekip bir
caz emprovizesi yaparak ortamı ısıtıyor. Caz müzikle aram fazla iyi olmamasına
rağmen ritme kendimi kaptırıyorum ve Ayça Varlıer sahnedeki yerini alıyor. Sade
ama şık bir kıyafet var üzerinde. Benim albümdeki favori şarkım olan
Kalmamışsın Hiç Bana ile açılışı yapıyor, çok heyecanlı belli, bir yandan
Fenerbahçe maçı yerine o geceye gelmeyi tercih ettiğimiz için teşekkür ediyor.
ama futboldan zerre hazzetmeyen benim açımdan zaten bu gecenin tek tercihiydi
:) Salon baya kalabalık, Kalmamışsın Hiç Bana şarkısının söz yazarı Figen
Şakacı da konuklar arasında. Sonrasında gene albümden sözlerini Müfide
İnselel’in yazdığı Kimse Bilmez’e giriyor. İkinci şarkıyla birlikte artık daha
rahat olduğunu hissediyorum, ilk şarkıda baya heyecanı anlaşılıyordu, ikinci
şarkıda artık ısınmış bir Ayça Varlıer vardı. sahnede bir oraya bir oraya
gidiyor, müzisyenlere pas atıyor, seyirciyle göz teması kuruyor ve keyifli
şarkı söyleyişi gerçekten iyi bir karşılık alıyor. Ayça Varlıer'i amatör
müziksever gözümde bir kademe daha da yükselten, sahne performansının yanı sıra
–zira işn eğitimlilerinden ve bu yüzden sahne duruşunun enfes olması sürpriz
değil- aynen bir albüm kaydı gibi, şarkıları sıfır ses kaybı ile ve detone
olmadan okumasıydı. Sonrasında albüm şarkılarına kısa bir ara verip, Stevie
Wonder’a uzanıyor ve bi yandan ayın etkilerinden
bahsederken şu an adını
unuttuğum new day’li bir şarkıya giriyor, Bu şarkıda Ayça Varlıer’in blues-caz
yorumunu dinliyoruz. Her yönden 4 x 4 lük bir performans gösteriyor. Bu sırada
ekip arkadaşlarına ve seyircilere paslar atıyor. Sonrasında benim kişisel
favorilerimden Beni Benimle Bırak’a girmesiyle hafif soluklanıyoruz. Bu şarkı
Nükhet Duru’dan sonra resmen2000’li yıllarda Ayça Varlıer'in üzerine dikilmiş
bir elbise gibi, o kadar güzel taşıyor ki o elbiseyi, canlı performansta
etkilenmemek mümkün değil. Sonra albümden Tek Tabanca ile devam ederken, biraz
arkaları dolaşıyorum, insanların albüm yeni çıktığı halde şarkıları
mırıldandıklarını görmek çok güzeldi.
Bu arada hoşuma giden bir diğer güzellik, arka plandaki görseller ve videolardı. Görsellerde Ayça Varlıer görüntüleri, sahnede canlısı, arkasında sureti şeklinde göz alıcı bir atmosfer yaratırken, zaman zaman şarkılarda fonda gösterilen videolarda her şarkının duygusuna uygun bir film karesi geçiyor, böylece insan söylenen şarkıyı daha bir duyumsuyor. Bu hoşluk gecenin en iç ısıtıcı ayrıntılarındandı.
Dün gece Ayça Varlıer konserlerine birkaç kez daha gitmeyi
isteyecek kadar keyif aldım. Bu albüm umutsuz gönlüme umut getirdi, şarkı
sözlerini ezbere bilmenin keyfini yaşadım resmen. Bu fastfood zamanlarda bir
albümü baştan sona ezberlemek ne büyük şey farkında mısınız? Ayça Varlıer dün
gece mükemmel bir performansla müzik dünyasına da sağlam bir giriş yaptı.
Gelecek konserleri ve performanslarıyla da bu sayfaların müdavimi olacağı
kesin.
1996 yılı müzikte
artık patlamaların doruğa ulaştığı ve hayatımıza yeni seslerin ve imajların
girdiği bir yıl oldu. Bu seslerden biri daha klibi ekrandan dönmeye başladığı
andan itibaren ikiye böldü müzik dinleyicisini. Bir kısmı çok eğlenceli buldu ve arkadaş
toplantılarında en başta çaldığı şarkılardan biri yaptı, bir kısmı ise yerden
yere vurdu. “Hello yeni aşka, hello yeni baştan… hello how are you?” şeklinde
devam eden yarı İngilizce yarı Türkçe sözlerle eğlenceli kıpır kıpır bir klip
çeken bu sarı saçlı adam, daha sonraları üzerine yapışacak bir unvanı da
böylece edinmiş oldu. Nerden bakarsanız bakın, Hello şarkısı bugün bile
insanların iyi ya da kötü aklındaysa, bence bu başarıdır. Biz onu yıllarca Hello
Ozan olarak hatırladık, şarkısıyla eğlendik, dans ettik. Bu şarkı albümün hem
avantajı hem dezavantajı oldu, çünkü şarkı o kadar dikkat çekiciydi o zaman
bile, tüm albümün biraz gölgede kalmasına neden olduğu söylenebilir. Ozan da bu
durumdan dolayı biraz şikayetçi aslında. Hello adının gerçek Ozan'ı göstermede
yetersiz kaldığını söylüyor. Bu isimden o bile sıkılmış. O yıllarda çok
konuşulan bu albüm, şarkı, imajdan sonra Ozan ortalıktan çekildi. Bu söyleşide
bunun nedenlerini de bulacaksınız. Ancak 17 sene sonra Ozan gene albüm ortamlarına
dönüyor. Önce Delinin Kısmeti isimli bir maksi single'ı dijital ortamda yayınlayan
Ozan, önümüzdeki günlerde yeni çalışması Helvacı ile yine iddialı bir çıkış
yapacak gibi. Kimbilir belki de artık onu Hello Ozan değil, Helvacı Ozan diye
çağırırız.
T: Albüm çıkarmaya nasıl karar
vermiştiniz? İlk albümü çıkarma heyecanınızı ve o süreci kısaca anlatır
mısınız?
Ozan Demir Alp : Yedi yaşından beri sahnede olan bir
şarkıcı için albüm çıkarma isteği kaçınılmaz oluyor. O yıllarda İTÜ Türk
musikisi devlet konservatuarını okuyan bir müzisyen olarak demo hazırlayıp,
sevgili Lisa Tuna aracılığıyla Raks müzikle anlaştık. İlk albüm ilk heyecan çocuk
ruhuyla hareket ediyorsunuz, kafanızda plan program şeytani düşünceler yok, para
2. planda, amaç öncelikle sevilmek. Bizde öyle bir duyguyla “Havamdayım”
albümünü hazırladık, belki o dönem çıkan şarkıların özlenmesi de bu yüzden
çünkü hepimiz çocuktuk, masumduk...
T: 90lı yıllardan hala akıllarda
kalan bir isim olarak, albüm yapmayı neden bıraktınız? Kendi tercihiniz miydi?
Ya da müzik sektöründeki şartlar mı buna neden oldu?
O.D.A.: Ben kendi adıma çok güzel bir dönem
geçirdim, çok tanındım çok sevildim. Birçokları tarafından da eleştirildim. Hello
şarkısıyla geniş kitlelere ulaştım şarkı hem çok sevildi, hem yerden yere
vuruldu. Sözleri değerli müzisyen arkadaşım Sevingül Bahadır'a ait şarkıdan ben
bile sıkıldım. Kısaca Hello şarkısı bana çok şey öğretti. Klibi izleyince hala
gülerim neler yapmışım diye... Kötü eleştiriler için söylüyorum sesin değil
şarkının önemli olduğunu da bu şarkıyla anladım, çünkü hiç kimse bu şarkıyı
söyleyen kişinin sesi iyi mi kötü mü dikkate almadı birçokları şarkıya taktı
:))) Ama sözü müziği bana ait olan ''kal sevgilim'' daha çok sevildi ve
dinlendi.
T: Albüm sonrası dönemde neler
yaptınız? Müzikle bağlantınız nasıl sürdü? Ya da sürdü mü? Şahsen ben bir dönem
her daim gözümüzün kulağımızın önünde olan sanatçıların albüm yapmadıkları,
bildiğimiz bir sahne çalışması olmadığı dönemlerde neler yaptığını öğrenmek
üzere yazıyorum biraz da bu yazıyı.
O.D.A.: Albüm yapmama nedenim tamamen
kişisel, ben albüm yapmak istediğimde yapımcılar ilgilenmedi, yapımcılar
ilgilenince bu defada ben istemedim. Zaten oldum olası hırsı olmayan biriyim, çabuk
küserim :)) Müziğe küsmedim, albüme küstüm. Çok fazla tanınmak işime gelmedi,
hayatım kısıtlandı, şarkıyı ve kendimi geniş kitlelere unutturmak istedim. Kendimi
geri çektim, telefonlarımı değiştirdim, televizyon programlarından kaçtım, beni
az ve öz insanlar bilsin yeterli. 90’lı yıllardan bu yana içimde istek olsaydı,
mutlaka birkaç albüm çıkartırdım. Müzik sektöründeki şartlar da cabası...
T: Hala akılda kalmış işler yapan ve
uzun süredir albüm yapmamış olmasına rağmen hala şarkıları hatırlanan bir
sanatçı olarak, bugünün hemen tüketilen müzik ortamı ve profiline nasıl
bakıyorsunuz? Sizce neydi sizi farklı kılan, neydi şarkılarınızı yıllardır
eskimeden sürekli gündemde tutan?
O.D.A.: Albüm sonrası yine her zamanki gibi
işimi yaptım. 7 yasından beri sahnede olan konservatuar mezunu bir şarkıcının
başka bir meslek yapması pek kolay olmuyor, zaten buna kimse izin vermiyor. Yıl
2012 ve ben hala şarkı söylüyorum, talep olduğu sürece de mesleğimi yapmaya
devam edeceğim. Herkesin yanıldığı şey albüm yapmayan her şarkıcının ortadan
kaybolduğu yönündeki rivayettir. İlle hepimiz göz önünde olmak zorunda değiliz,
göz önünde olmadan da mesleğimizi yapabiliyoruz. Ahmet kayboldu, Mehmet silindi
gibi acımasız eleştirileri gördükçe insan egosunun acizliğine tebessüm etmekle
yetiniyorum ve azimle insanların insan oldukları zamanı bekliyorum. :)))
T: Hala albümlerinizi dinleyen ve o
zamanların şimdiki zamanlardan çok daha güzel olduğunu düşünen
dinleyicilerinize bir mesajınız veya –umarım yeni çalışmalarınızın müjdesi veya
sizi canlı izleyebilecekleri bir program var mı duyurmak istediğiniz?
Ozan - Mine - Tuğrul Arsever
O.D.A.: 90’lı yılların şarkı ve
şarkıcılarını farklı kılan en önemli etken masumiyetimizdir çocuk ruhumuzdur
saflığımızdır. Hepimiz çocuktuk, birlikte büyüdük. O dönem çıkan pek çok şarkı
ve klip inanılmaz keyif veriyor bana. büyüsü başkaydı, 90’ların en kötüsü bile
bu günü sallar. Hepimiz akılda kaldık, çünkü bugünkü gibi yüzlerce TV kanalı
yoktu, televizyon radyo insanların tek eğlencesiydi. Bizler bir günde 5 TV
çekimine konuk olurduk, birbirimize rakip olmamıza rağmen dosttuk, arkadaştık,
insandık, bizler duygularımızla hareket ettik. İşte herkes o duyguyu özlüyor
:))
Bir albüm
müjdesi vermek istemiyorum ama 3 senedir üstünde çalıştığımız albümümüz hazır
:)) yalnız ben bu albümü çıkarmaya pek istekli değilim, bakalım her şey kısmet
:))
T: Tam bu noktada bunu söylemeniz
denk geldi. Siz 17 sene sonra Delinin Kısmeti adlı bir maksi single ile yeniden
albüm serüvenine girdiniz. Derken Helvacı projesi gündeme geldi. Bu süreci anlatır
mısınız? Helvacı projesi nasıl ortaya çıktı mesela? Sonuçtan memnun musunuz?
O.D.A.: Delinin
Kısmeti isimli maxi single’dan sonra en az bir sene daha yeni bir çalışma
yapmayı düşünmedim ama basın danışmanım sevgili Vedat Delek peşimi bırakmadı ve
Helvacı şarkısını yeniden yorumlamam için beni ikna etti. Club ve Arabik
versiyonlarıyla 2 farklı remix hazırladık. Seslendirirken biz de eğlendik. Kolay
gibi gözüken zor bir şarkı, fazla yorum katamıyorsunuz ama herkes tarafından da
çok sevilen bir şarkı... Şu an çok yeni bir çalışma henüz tepkileri tam olarak
bilemiyoruz ama çok da yadırganacağını sanmıyorum, sonuçta eğlendirmek asıl
görevim.
T: Dinleyiciler hello ozan'dan helvacı ozan'a geçişi nasıl karşıladı?
17 sene sonraki ozan, hello ozan'la hangi yönlerden benzer, hangi yönlerden
ayrılıyor? (müzik tarzı, müziğe yaklaşımı, değişim)
O.D.A.: Ozan’la
Hello Ozan aslında birbirinden oldukça farklı. Müziğe de çok başka
pencerelerden bakıyorlar. Son çalışmamız Helvacı, Hello Ozan’a daha yakın ama
Ozan Demir Alp’e çok uzak. Bu arada aranjörlerim Serdar Seçme ve Onur Karaagaç’ın
muhteşem remix’lerine de teşekkür ediyorum...
T:
Devamı gelecek mi bu projelerin?
O.D.A.:
Ben biraz ehlikeyif
oldum sanırım, artık sadece mutlu olmak adına müzik yapmak istiyorum zorunluluk
olmadan.
T:
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim. Son olarak dinleyicilerinize ne
söylemek istersiniz?
O.D.A.: Doğanın herkese vermediği bazı armağanlar
vardır, bence siz en değerlisini taşıyorsunuz üstünüzde ve davranışlarınızda, kısaca:
İNSANLIĞI... Tüm 90’lar kuşağına sevgilerimle.
Ozan Demir
Alp namı diğer Hello Ozan..
Onu hep Hello Ozan tanıyan müzikseverler
bundan sonra Helvacı Ozan lakabını takarlar mı dersiniz? O zaman Hello Ozan’a
veda ederken, Helvacı Ozan’a kocaman bir helloo, hello hello, hellooo how are
you? J
Efenim yazımın şimdiki durağı ise 19 Nisan’da Jolly Joker’de
gerçekleşen Model konseri. Model benim 2000lerde almaya değer gördüğüm ve çok
şükür ki ikinci albümleri Diğer Masallar ile gerçekten çok büyük başarı
yakalamasına sevindiğim iyi gruplardan. Yeni albümleri öncesi İstanbul’daki son
konserlerine gitmemek olmazdı bu yüzden. Bu albüm hiç ısınamadığım 2000’ler
müzikleri içinde bir pırlanta resmen ve çıkmasının üzerinden 2 sene gibi bir
zaman geçmesine rağmen hala tam gaz sürüyor ilgi. Bu 2000li yıllarda
yakalanması ender başarılardan biri. Bunda grubun müthiş şarkıları ve
performansı yanında, tanıtım vs. mecraların çok iyi kullanılmasının da katkısı
var. Konsere gelirsek; ben biraz geç gittim konsere, girdiğimde konser
başlayalı nerdeyse kırkbeş dakika olmuştu ve Jolly Joker tıklım tıkıştı.
Abartmıyorum, ta merdivenin başına kadar adım atacak yer yoktu. Ben böyle
durumlarda ittire kaktıra en öne geçmesini bilenlerdenim, lakin yanımda
üniversiteden arkadaşlarım varken, bunu başarmak biraz mesele oldu. Önce
arkalarda bir köşeye geçtik, olmadı, merdivene çıktık, burada durulmaz dendi, ben de öööeeehh deyip
attım kendimi kalabalığın içine gidebildiğimiz kadar öne gittik. Fatma Turgut
biz girdiğimizde Şebnem Ferah yorumlamaları yapıyordu. Bu Aşk Fazla Sana,
Fırtına gibi şarkılardan sonra, kendi şarkılarından çaldılar. Fatma Turgut'un
seyirciyle diyalogu çok iyi, bir şarkıya gireceği zaman, ayrıca seyircileri
şarkıya çekmesi de ekstra başarılı. Mesela, "Şu an burda evli olanlar var
mı?" diye soruyor, elleri gördükten sonra evlilikle ilgili bir şarkısını
patlatıveriyor. Benim için sahnede yeni olan, Fatma Turgut'un "Şu an
sevgilisiyle küs olan var mı?" sorusundan sonra yaptığı uygulama oldu.
Evet cevabını aldığı kişilerden birinin telefonunu alıp sahnede canlı canlı o
söz konusu kişiyi arıyor, onunla biraz konuşup, sıradaki şarkıyı ona
mırıldanıyor biraz. Bu, sanatçı- izleyici bariyerini ortadan kaldıran müthiş
bir şey. Orda hepimiz bir evde toplanmış gibiyiz sanki. Böyle bir şeyi daha
önce hiçbir grubun sahnesinde görmemiştim. Küs sevgiliye giden şarkı “Değmesin
Ellerimiz” oluyor. Seyirciler çok coşkulu, Fatma Turgut bir şarkıda bütün
salonu “Laa laa laa”latıp ufak bir yarışma yapıyor, önce erkekler, sonra
kızlardan vargüçleriyle son ses bir şarkının nakaratını söylemelerini istiyor
(kendi şarkılarından biriydi, la la la şeklinde nakaratı olan ama hangisi hatırlayamadım şimdi) sonra gene
birkaç cover yapıyor, örneğin Fikrimden Geceler türküsünde Jolly Joker’deki
herkes bir ağızdan eşlik ediyor. Geç gittiğimiz için gece de erken bitiyor. En
son herkesin eğlendiğini görmek istiyorum, kimsenin hareket etmediğini görmek
istemiyorum diyerek, Dağılmak İstiyorum’u söylüyor ve salonda herkes tam
anlamıyla dağılıyor, hoplayanlar, sıçrayanlar, kafa sallayanlar… ve konser
bitiyor, ben belki bis olur diyorum ama olmuyor. Bu geceyi de böyle
bitiriyorum.
(Not: Bu satırları yazdığım sırada, henüz yazının son
performansını görmemiştim. 25 Nisan'da Ghetto'da Ayça Varlıer albüm lansmanında
olucam, o konserin de ayrıntıları birazdan tam burada olacak...)
Efenim, biliyorsunuz ben müzikte mekan, zaman, tür sınırlaması
yapmadan her tür güzel müziğin hastasıyım ve özellikle 60'lı, 70'li ve 80'li
yılların müzikleri ve şarkıcılarını da en az 90'lar kadar sever, canıma
sararım. Benim için çok özeldir plaklardan kulağıma dolan sesler, her ne kadar
şu an plak dinlemeye çok imkanım olmasa da. O plakların çıtırtısından akan ses
beni bambaşka dünyalara götürür. 17 Nisan gecesi, o plaklardan süzülüp gelen
sesler tam karşımdaydı. Çok sevdiğim Bora Ayanoğlu’nun önderliğinde İşimiz
Müzik adlı bir dönemin dev seslerini – Bora Ayanoğlu, Coşkun Demir, Güzin ile
Baha, Sevda Karaca, Alagözler, Fatih Mühürdar - yeni kuşakla buluşturan gece
için annemle Roxy’deydik. Benim için cennet gecelerden biriydi. Elimi sallasam
bir efsaneye çarpıyor. Ersan Erdura, Nazan Şoray, Bilgen Bengü ve daha nice
değer dostlarını desteklemeye gelmiş. Hemen Ersan Erdura ile bir fotoğraf
çektiriyorum. Zira çoook eskilerden beri hayran olduğum seslerden biri ve geçen senelerde Gazino Show programında tanışma imkanı bulduğum kıymetli sanatçılardan. Beni
hatırladı mı bilmem ama bir daha gördüğünde artık unutmaz heralde. Sonra Bora
Ayanoğlu’na yanımda getirdiğim Aklım Sende CD’sini imzalatırken ayak üstü
sohbet etme imkanı buluyoruz. Çok centilmen ve kibar, annemin ayakta kalmaması
için işini gücünü bırakıp sandalye arıyor. Onunla da fotoğraf çektiriyoruz.
Bana eski
şarkılarının yeni düzenlemelerinin yanı sıra yeni dört şarkısını
içerecek bir albüm hazırladığı müjdesini veriyor. Set başında örnek aldığım
müzik yazarı, eleştirmeni ve DJ'lerinden Yavuz Hakan Tok var ve tabi ki neşe
küpü, enerji deryası eşi Elhan Tok’u da görmemle gece iyice neşelendiriyor. Önce
tüm sanatçılar birlikte çıkıp Bora Ayanoğlu’nun geceye özel bestelediği İşimiz
Müzik şarkısını seslendiriyor. Güzin ile Baha çıkıyor, onları sahnede
izleyince, yaşım o döneme yetişmediği için üzülüyorum ama bu devler iyi müziğin
mutlaka iyi kulaklarla zamandan öte bir bağlantıyla buluşacağını kanıtlıyor.
Güzin ile Baha hem şarkılarının hikayesini anlatıyor hem de sanki aradan bu
kadar yıl geçmemişçesine bir dinamiklikle performans yapıyorlar. En son artık
onlarla özdeşleşen Ateşböceğim ile sahneden iniyorlar. Sonrasında Bora Ayanoğlu
çıkıyor, arka arkaya şarkılarını canlı seslendiriyor. Aynalar, O Yaz, Güller ve
Dudaklar ve tabi ki Fabrika Kızı. O Yaz’da yanına Coşkun Demir’i de alıyor ve
yeni albümünde bu albümü seslendireceği müjdesini veriyor. İkisi de çok doğal,
günlük muhabbetlerini sahnede yaparken biz de onların yakınları gibiyiz.
Spordan, havalardan bahsediyorlar. Sonra sahneyi Coşkun Demir alıyor, iki
şarkıyı canlı söyledikten sonra Koca Çınar’la eskilere götürüyor. Arkasından
Sevda Karaca. Sevda Karaca ile 6-7 yaşlarımdan kalma bir anım var. O zamanlar
Pen Otel'de bir gece aralarında Sevda Karaca’nın da olduğu bir grup
eğlencesinde ben de vardım ve orada bir fotoğrafını
imzalatmıştım, bunu
söylediğimde güldü. O fotoğrafı hala saklarım, gelecek konserde götüreceğim.
Sevda Karaca Tanımazsın Beni ile giriş yapıyor ve ben de favorim olan bu
şarkıyla iyice coşuyorum. Sevda Karaca 2. şarkıda sahneden inip yanımıza geliyor
Bir Sevda Geldi Başıma diyerek. Bir şarkı daha söyleyip sahneyi Alagözlere
bırakıyor. Selçuk ve Rana Alagöz’ün onların söylediğini bilmediğim ne çok
sevdiğim şarkısı varmış meğer. Önce Rana Alagöz solo olarak çıkardığı plaklardan
şarkıları seslendiriyor sonra iki kardeş birlikte ve en sonra Selçuk Alagöz
solo olarak performanslarını sergiliyor. Sonra ailenin üyelerinden üçüncü
Alagöz’ü de yanlarına alarak bir şarkı seslendiriyorlar. Her Şey Bitmiştir Artık'la
başlayan sahneleri, Ateş Bacayı Sarmış, Aşkın Gözü Kör Mü, Malabadi Köprüsü,
Deliyim Seviyorum gibi şarkıları seslendiriyor.
Bu arada değinmeden geçemiycem, sanatçılar şarkılarını seslendirirken
arka fonda o dönem çıkmış plaklarının ve çeşitli fotoğraf ve haberlerinin
görsellerinin yansıtılması çok hoş olmuş. En son Selçuk Alagöz yaptığı yeni
iddialı şarkıyı seslendiriyor. Gecenin tüm yükünü omuzlarında taşıyan, şu ana
kadar yazmayı unuttuğum ve performansıyla çok beğendiğim Fatih Mühürdar gecenin
kapanışını yapıyor. Kendi yazdığı, taşlama türünde Toparlan Tatile Gidiyoruz
şarkısıyla, başarılı sunumlarıyla ve gece boyunca anlattığı anekdotlarla gecenin
neşesi oluyor. Her bakımdan rüya gibi geçen bu gece sona erdiğinde kulis
alanında sanatçıları gidip tebrik ediyorum ve ayaküstü sohbetler eşliğinde
fotoğraf çektiriyorum. Hepsi çok sıcak ve sahnede olmanın mutluluğu gözlerinden
okunuyor. En son Bilgen Bengü’yü görüyorum, annem çok istiyor özellikle onunla
bir fotoğraf çektirmek, gecede kazara sandalyesi annemin çok yakınına düştüğü
için endişelenmiş, yanımıza geliyor, bir şey olup olmadığını soruyor,
endişelenmiş. Biz de teşekkür ediyoruz, kulağına eğilip "neyse en azından
bizi artık unutmazsınız" diyorum, gülüyor. Bir fotoğraf daha çekildikten
sonra artık gitme vakti, kulağımda 70li yılların sesleri, aklımda gecenin
notları, güzel bir gece daha –ne yazık ki- hemencecik bitiveriyor. Ancak bu
gece daha devam edecek. Muhakkak siz de bu güzel nostalji gecelerinden birine
denk gelmelisiniz.
Efenim, bu sıralar bir gezmelerdeyim bir gezmelerdeyim,
sormayın gitsin. Bu yüzden gene yazıların arasına zaman giriyor. Ama hepsi
sizin için (valla bak :)) Bu yazıda size geçen haftadan bu yana gittiğim,
gördüğüm, tavsiye edeceğim canlı performanslar ve programlardan bahsedicem.
Efenim ilk durağım, Kral TV Müzik Ödüllerinin hemen akabinde
gittiğim, Kadıköy Shaft’ta sahne alan 4 x 4 grubunun programıydı. 4 x 4 benim
epey zamandır yazısını yazmak istediğim gruplardandı. Solistleri Deniz
Tuzcuoğlu ile birkaç sene önce bir yarışma vasıtasıyla (o jüriydi ben yönetici
asistanı) tanıştığımızdan beri gerek dinlediğimiz müzikler, gerekse
muhabbetlerde aynı frekanslarda olduğumuzu keşfetmemiz, yarışma sonrasında da
çeşitli sebeplerle bir araya getirdi bizi. Şahsen Deniz'in sahnesini her
izlediğimde ayrı bir keyif alıyorum. Gitar ve vokalde Deniz Tuzcuoğlu, elektrik
gitarda Alp Tiner, bas gitarda Burak Kulaksızoğlu ve davulda Arbak R. Dal’dan
oluşan Dört x Dört grubunu, 2007’de “Hayır” ve 2011'de “Evet :)” albümlerinden
ve Canım Ailem dizisinin müziklerinden muhakkak tanırsınız. 12 Nisan gecesi,
Kadıköy Shaft’ta gene coşkulu gecelerden biriydi. Ben –Kral TV yazısından
okuduysanız- o kadar yürümelerimin sonucunda, kapağı Dört x Dört programına
attım. Program’da sadece kendi albümlerinden çalmıyorlar, sevdikleri parçaların
Dört x Dört'çe yorumlarını çalıyorlar, ki bence son zamanlarda gittiğim
programlarda sıkça dikkatimi çekmeye başlayan ve hoşuma giden bir tarz. Bir
grubu/sanatçıyı besleyen, hoşuna giden şarkıları bilmek, müzisyenlerle bu kadar
ilgili benim için çok değerli oluyor.
Deniz konserine benim de favorilerimden olan “Dün Gece"
ile başladı ve gene kendi şarkısı olan “Aşk Katili”nden sonra karışık şekilde
Red Hot Chili Peppers, Barış Manço, Depeche Mode, Reamonn, Chumbawamba gibi
grup ve sanatçıların şarkılarını çaldılar, şahsen en çok keyif aldığım
yorumlardan biri Michael Jackson'ın Beat It'i oldu. Deniz’in sahneden
izleyicisiyle kurduğu bağ da çok güzel. Arkadaşları dışında zaten artık kitlesi
olmuş ve her konserinde olan izleyiciler ile o ortamda sanki bir ev partisi
havasındaydı her şey. Konser ara verdiğinde artık yorgunluktan yığılıp kalma
sinyalleri veren bedenimi sürükleyerek bir sonraki programa kadar oradan
ayrılıp geceyi sonlandırdım. Denk gelirseniz sizin de gitmenizi tavsiye ederim.
-----------------------------------
Bundan sonraki gece programım geçen Salı günü, çok sevdiğim arkadaşlarım Faruk Toksöz ve Adnan Türkay'ın beni sürekli davet ettikleri ancak uzun süredir gidemediğim Komodor 64 grubunun programı oldu. Bu grubu şimdiye kadar izlemediyseniz yazık olmuş, zira repertuarlarında genel olarak 90lar parçalarını rock düzenlemeleriyle seslendiren grup artık yeni bir ad ve konseptle yola devam edecek. Vokal ve gitarlarında Koray Özkul, Gitarda Faruk Aydın Toksöz, Bas Gitarda Adnan Türkay, Davulda Ceyhun Tütüncü’den oluşan grup birkaç televizyon programına da çıkmıştır. Gruptan Adnan ve Faruk'la zamanında çalıştığım liselerarası müzik yarışmasında tanışmıştık. Müthiş müzisyenler olmalarının yanında (bu yarışmada daha önce çeşitli dallarda birincilik olan çocuklar), iş disiplinleri ve dostlukları ile tanıdığıma en mutlu olduğum adamlar. Artık her biri müzik dünyasına yavaş yavaş nüfuz ediyor. Faruk’un diğer grubu olan Kontrast'ın albümü yakında çıkıyor ve sizler de ayrıntılı bilgiyi ve belki de ilk röportajı gene burada okuyacaksınız.
Nihayet 16 Nisan gecesi yollara düşüp, Komodor 64’ün sahnesini izlemek üzere Kadıköy Buddha Bar’a gidiyorum. Henüz program başlamadan önce koyu bir sohbet koyveriyoruz. Bu gece grupla ve repertuarla ilgili yenilikleri duyuracakları program. Ve program başlıyor. Solist Koray zaten artık sahnenin üstadı olmuş, hem duruş hem seyirci etkileşimi on numara performans sergilerken, benim favori şarkılarımdan Kır Zincirlerini ile açılışı yapıyor. Sonra Mansur Ark’tan Maalesef, gene Tarkan’dan Gelip de Halimi Gördün Mü, Sertab'dan Sakin Ol, Rafet El Roman'dan Amerika arka arkaya çalıyor ve grubun konseptindeki ilk değişiklik olarak yabancı şarkılara geçiyorlar: Englishman in NewYork, Billie Jean, La Vida Loca, Mves Like Jagger… Repertuarları hareketli parçalardan oluşuyor, sahneden seslenerek coşkuyu daha da arttırıyor. Ara verildiğinde biraz laflıyoruz, grup şu anda profesyonelliğe bir adım daha yaklaşmakta ve bunun ilk adımı olarak kendilerine yeni bir ad seçme sürecindeler ve yeni sürprizleriyle yakında yeniden sahnelere dönecekler. İzlemek isterseniz 30 Nisan'da Kadıköy Matiz'deler.