Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Mayıs 2013 Cumartesi

GİTTİM, İZLEDİM, YAZDIM - "WE WILL ROCK YOU - QUEEN MÜZİKALİ"

WE WILL ROCK YOU: BİR MÜZİKALDEN FAZLASI

Sevgili postdaşım,

Müzik küçüklük zamanlarımdan beri benim için bir tutku iken, aklım yetmeye başlayıp daha derinlemesine indikçe, müziğin içinde kaybolmaktan asla bıkmayacağım dipsiz bir kuyu olduğunu anladım. Güzel ve hayatı yaşanılır kılan şarkıları dinledikçe, kendimi de dinledim, yönümü buldum ve blogumun hayatıma girmesiyle bambaşka bir ivme kazandı müzik sevgim. Gidebildiğim her konser, aldığım her albüm, iletişime geçtiğim her sanatçı benim için başka kapılar açtı ve hayatımı şekillendirdi. Bu yazı da, bilhassa beni çok etkileyen bir etkinlikten bahsedicem, ama açıkçası nerden başlayacağımı bilmiyorum. :)


Konuyu çok uzattığımın farkındayım, çünkü bugünkü yazı konum benim için çok kıymetli bir o kadar da dile getirmesi zor bir konu. Kelimelerim yeterli olur mu ya da yeterli derecede ifade edebilir miyim bilemem, ancak deneyeceğim. (Durun, şimdi bir yere bağlayacağım.) Bugünkü yazımın konusu, çok uzun süredir görmeyi heyecanla beklediğim, Freddie Mercury ve efsanevi grup Queen’in şarkılarından oluşan "We Will Rock You" müzikali...

Müzikal 10 küsur yıldır dünyanın her tarafında kapalı gişe oynamış, bir ton ödül almış, İzlenimlerimi yazmadan önce biraz bilgi vermek istiyorum. Çeşitli kaynaklardan topladığım bilgiler şunlar:

* We Will Rock You’nun temel fikri, 1996'da Venice Film Festivali’nde Brian May ve Roger Taylor'ın Robert De Niro ile tanışması ile ortaya çıkar. Kızı sıkı bir Queen hayranı olan De Niro'nun ikiliye ''sizin şarkılarınızdan oluşan bir müzikal yapmayı düşünür müsünüz?'' demesi ile müzikalinin temeli atılır.

* 2000 yılında komedyen, yazar ve yönetmen Ben Elton; Brian May ve Roger Taylor ile görüşerek projeyi başlatır.

* 2002 yılında, 2. Elizabeth’in 50. yıl kutlamaları kapsamında Buckingham Sarayı’nın bahçesinde yapılan gösteriye 12.000 kişi katılmış, yüzbinlerce kişi sarayın dışından izledi ve 200 milyon kişi de gösteriyi televizyondan takip etti.

* Aynı yıl müzikal “Yılın En İyi Müzikali” dahil 5 ödül aldı.

* 2003 yılında 5 ayrı dalda, En iyi Müzikal, En İyi Müzikal Aktörü, En İyi Aktris, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Yönetmen ödülü dahil toplam 20 ödülün sahibi oldu.

* 2003'te, İspanya'da tamamı İspanyolca bir gösteri hazırlandı ve İspanya EMI müzikale platinum disk ödülü verdi.

* 1 yıl içinde 405 kez sahnelendi ve 800.000 kişi tarafından izlendi.

* 2005 yılında WWRY ekibi 1000. gösterisine imza attı.

* 2008'de Asya turu yaptı ve 38 performans sergiledi.


Biletlerini 5 ay öncesinden aldığımız müzikal için can arkadaşım Bircan ile Ülker Sports Arena’nın yolunu tutuyoruz. Biletlerimizi birer ay arayla almış olmamıza rağmen (O benden tam bir ay önce almıştı) yanyana bilet bulmak da evrenin bize bir hediyesiydi. Biraz aradıktan sonra buluyoruz ve biraz oyalandıktan sonra içeri giriyoruz. (Bu noktada bir üzüntümü belirtmek isterim. Böyle büyük büyük bir etkinlik için koca İstanbul’da bir büyük tiyatro-opera-sahne sanatları binası olmaması, bu etkinliğin bir basketbol sahasında yapılmak zorunda olması da bu ülkenin kültür ayıbıdır bence!) İçeri girer girmez ilk işimiz –benim yıllardır peşinde olduğum- We Will Rock You tişörtü ile Müzikalin sınırlı sayıda basım CD’sinden almak oluyor.

Koltuklarımız sahneden dört beş sandalye geride ve önümüzdeki sandalye de boş! Bundan büyük keyif olur mu? Ve yavaş yavaş perde açılırken Innuendo yankılanmaya başlıyor.

Konusu, uzak uzak gelecekte, canlı müziğin ve enstrümanların yasaklandığı, kişisel tüm özgürlüklerin kraliçe tarafından alındığı bir dünyada geçer. Bu dünyada her şey dijitaldir, canlı müzik kat’a yasaktır ve herkes uyuşturulmuş, bu düzene uydurulmuş ve tektipleştirilmiş, duygusuz, sorgulamayan, hissiz makineler haline getirilmiştir. Dünya üzerinde tek bir enstrüman kalmıştır ve kraliçeden kurtulmanın yolu, henüz “doğru kişinin” kendisi olduğunu bilmeyen işsiz güçsüz, avare bir delikanlıdadır. Delikanlı kafasında sürekli anlam veremediği sesler işitmekte ve delirdiğini düşünmektedir (sesler Queen şarkılarının sözleridir aslında) delikanlı bu seslerin ne olduğunu bilememekle birlikte, aynı zamanda kim olduğunu da bilmemektedir.



Delikanlının yolu bir gün, tek tip kızlardan farklı olduğu, düşünebildiği, tektipleştirmeye direnen, asi kızla -Scaramouche- kesişir. (Kızın başına üşüşüp farklı olduğu için onu aşağılayan kızlar ve gülüşleri hala beni kafamın içinde sinir etmekte :) ) Başta güvensizlik ve birbirine sinir olma şeklinde bu ilişki, zamanla aşka döner ve kız delikanlının aklındaki boşlukları tamamlarken, delikanlı da neler olup bittiğini yavaş yavaş kavramaya başlar. İkilinin yolu kraliçenin zulmünden kaçıp sığınaklarda yaşam mücadelesi veren "Bohemler"le kesişir ve birlikte kraliçeyi alt edecek enstrümanı bulmak üzere kafa kafaya verirler. Zira Bohemler, Yaşayan Kaya’da gömülü enstrümanı bulacak kahramanı beklemektedir ve o kahraman birden karşılarında bitiverir.


Müzikalde oyunculuklar şahaneydi, özellikle kraliçe rolündeki oyuncunun mimikleri bizi gülme krizine soktu. Bohemlerin her birine o zamanlar için geçmişte kalan bir şarkıcının adı verilmekle birlikte, zaman zaman bazı espirilerle hakikaten kahkahadan öldürdü bizi. Mesela karakterlerden biri, ad olarak kendine tam olarak kim olduğunu bilmediği halde artık eskiye ait bir kişi ve eski bir hayal olan Britney Spears adını takmıştı ve onun söylediği sözler Spears olarak söylendiği zaman gerçekten komik geldi. Mesela, bir sahnede Spears karakteri “aşk öldü” diyordu, bunu bir kişi diğerine aktarırken “Britney Spears aşk öldü dedi” demesi müzikalin en güldüren ince esprilerindendi, salondan da kahkaha seslerinin yükselmesi buna işaret.

Müzikalde, gerçek müziğin ölmesine ithafen gerçek müziğin peşinde olup bugün aramızda olmayan sanatçıların sayıldığı sahne çok dokunaklıydı. Amy Winehouse, Kurt Cobain, Jimmy Hendrix, Jim Morrison ve tabi Freddy gibi isimlerin adlarının anılması ile salonda alkış tufanı koptu.

Yerel espriler de unutulmamış, bir sahnede kraliçe yardımcısına giydiği pahalı kıyafetlerle ilgili yorum yaparken, yardımcısının Türkçe olarak "Salı pazarından” demesi,üstüne kaliteyi yükseltmişler” demesi, enfes bir ayrıntıydı, gülümsetti.

Müzikalde Freddy Mercury’nin dehasının her bir zerresine tanık oluyorsunuz. Adam 91 yılında öldü ama öyle şarkılar yazmış ki, adeta bugünün müzik ortamını o zamanda öngören bir kahinmiş resmen diyorsunuz. Konu esasında zaten bugünün ortamına bir eleştiri ama Freddy'nin sözleriyle bağdaşınca cuk oturuyor.

Işıklar, görseller, seçilen şarkılar, konu, işleniş… Senkronize danslar, enfes vokaller, bir an bile kesilmeyen heyecan ve aksamayan trafiği ile bu müzikalin neden ödüle doymadığına ve her seferinde kapalı gişe oynadığına şaşırmıyorsunuz, sadece böyle prodüksiyonların neden bizde olmadığını düşünüp kızgınlıkla karışık bir üzüntü duyuyorsunuz. Bu büyüleyici gösterinin içine girip, orayı yaşıyorsunuz. Oyuncuların zaman zaman sahneden seyirciye laf atması, oyuna çekmesi ile sadece seyirci deneyimi yaşamıyorsunuz, oyunun bir parçası oluyorsunuz. Görseller gözlerinizi kamaştırıyor. Bilhassa Kraliçe (kitapçıktaki oyunculardan hangisi olduğunu çıkaramadım :) ), Meat Loaf rolündeki Lucy Jones (adından emin değilim), Scaramouche rolündeki Michelle Crook, Brit rolündeki Rolan Bell ve Pop rolündeki Dean Read’in performanslarını çok çok iyi buldum. Başrol oyuncusu olan Galileo Figaro (MIG Ayesa) önceleri biraz tutuk kaldı sanmıştık, meğer rolü gereği öyleymiş, eziği oynuyormuş, sonradan kendine güven kazanan yapıya bürününce sesinin muhteşemliğini ve oyun yeteneğini de gördük.

Müzikal insanı düşündürmeden edemiyor. Ciddi bir sistem eleştirisi var. İnternet çağında insanların birer makineye dönüşmesini, iletişimlerini sanal dünya üzerinde yaparken gerçek insan ilişkilerinden uzaklaşmalarını, aynı şeyleri yiyip, aynı şeyleri giyip, aynı şeyleri dinleyerek özbenliklerinden uzaklaşmaları ve gerçek yaşama artık dokunamamalarını, sanal dünyanın düşünme yetilerine ipotek konulmuş kurbanları olmalarını ve bunu düşünemeyecek kadar başka şeylerle ilgilenmeleri sağlanmış organizmalar haline gelmelerini eleştiriyor bir yandan. Mesela baş kahramanın adı Galieo Figaro, bu Bohemian Rhapsody’de geçen bir isim aslında ama karakterin yaşadıkları ile bağdaştırınca, orijinal Galileo Galilei geliyor aklıma, o dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için cezalandırılmıştı, bu Galileo da canlı müziği ve özgürlüğü savunduğu için.


Ekranın iki yanındaki Türkçe çeviriler de İngilizceye hakim olmayanlar için iyi düşünülmüş, ben de zaman zaman hem nasıl çevirmişler diye baktım (meslek hastalığı işte :) ) hem de İngiliz ingilizcesi ve şivesinden kaynaklı anlamadığım yerleri anlama imkanım oldu.

Oyunda geri kalan Queen üyeleri ile şaka yolu dalga geçilmesi de bir diğer hoş ayrıntıydı.

Oyunda kazanan canlı ve gerçek enstrümanlarla çalınan müzik, dijitale galip geliyor ve böylece canlı müzik dijitali alt ediyor. Bu noktada We are the Champions ve We Will Rock You’nun arka arkaya gelmesi müzikalin kalbine son neşteri vuruyor.

Kısacası sevgili postdaşım, bir müzikal izledim hayatım değişti. Yıllardır gelmesini beklediğim müzikali, tam da hayal ettiğim gibi izlemek ve bambaşka deneyimler yaşamak, şu fani dünyamın müthiş renklerinden biri oldu. Bir daha ne zaman gelir bilinmez ama sizin için dileyebileceğim, inşallah siz de bu görsel ve işitsel şöleni izleme şansını yakalarsınız…






Freddie Mercury hakkında:


Freddie Mercury’yi nasıl bilirsiniz bilmem ama ben onu üç kelimeyle tanımlasam, dahi, çılgın ve bu dünyaya bahşedilmiş bir armağan derdim. Sırf ölürken söylediği son sözleri bile ayrı bir saygınlık duyma sebebi: “Bu hayatta istediğim her şeyi yaptım ve hiçbir pişmanlığım yok”, Bunu söyleyebilme lüksünü kaç kişi yaşayabilir?


Freddy Mercury, ince zekası, gözlem yeteneği, müzikal dehası ve ustalıkla şarkı sözleri ile bir devrin ve gelecek devirlerin müzik anlayışını değiştirdi, sahneye şov, dinamizm ve özgünlük getirdi. Neyse o olarak yaşadı ve öldü. Ölürken yanı başında son altı yılını geçirdiği ve HIV pozitif çıkan Jim Hutton ve ayrılsalar da bütün ömrü boyunca yanından hiç ayırmadığı ve “benim tek aşkım” dediği Mary Austin vardı.

Freddy Mercury cinselliğini ve biseksüel kimliğini de hiç saklamadı, onu da sonuna kadar yaşadı ve o meşum hastalığa yakalandığını ilan ettiğinde bile, "show must go on” gibi bir hediye bırakarak göğüsledi hastalığını. Adam nerden baksanız hayata nanik yaparak gitti yani. Belki de bu dünya üzerinde yapacak fazla bir şey kalmadığını hissetti ve öte dünyayı da biraz heyecan getirmek istedi, kimbilir. Şarkılarında şu anın saçma müzik ortamına değindi "All we hear is Radio GaGa" derken ya da günah çıkardı “We are the champions”ta “I paid my dues, time after time, I got my sentence but committed no crime, And bad mistakes, I made a few, I've had my share of sand kicked in my face - But I've come through*” derken ve bütün yaşadıkları için kendini şampiyon addetti. Ya da “I want to break free” derken, özgür olma isteğini haykırdı. Her şeyi geçin, müzik tarihine “Bohemian Rhapsody” gibi türler, çağlar, müziklerüstü bir taşlama şarkı kazandırması bile başlı başına yeter. Bu şarkı Dünya Müzik Tarihinin ilk üç en üst şarkısından biridir.






FREDDIE ve MARY AUSTIN

Freddy Mercury 1991 yılında AIDS'ten öldüğünde 45 yaşındaydı. Bu linkte bazı diğer ayrıntıları öğrenebilirsiniz: FREDDIE MERCURY'NİN HAYATI







22 Mayıs 2013 Çarşamba

GİTTİM, İZLEDİM, YAZDIM - TOLGA AKYILDIZ ile AÇIK SAHNE [10.05.2013]


TOLGA AKYILDIZ'DAN BİR MÜZİK FESTİVALİ


Bana iyi gelen şey müzik; ne olursa olsun dinlemek, iyiyi kötüden ayırt etme yetisi kazandırıyor bana ve gittiğim her konser, izlediğim her performans hayatımı daha renkli, daha yaşanılır kılıyor. Bu yazı gecikmeli bir yazı oldu belki ama hala etkisinde olduğum bir gece olduğundan ancak toparlayabildim cümlelerimi.

10 Mayıs’ta Tolga Akyıldız’ın müthiş organizasyonu Açık Sahne’nin ikincisi için Ghetto’daydım. Tolga Akyıldız müzik dünyasının en önemli adamlarından biri olarak bu unvanı ne kadar hak ettiğini bir kez daha gösterdi. Efenim Açık Sahne, Tolga Akyıldız’ın deneyimli sanatçı/grupları yeni yeni piyasaya giren sanatçı/gruplarla aynı sahneyi paylaşmalarını sağlayan bir platform. Bu gecenin iki tane önemli özelliği var: Birincisi yeni piyasaya giren, istekli ama imkan ve sahne bulamayan genç sanatçılara kendilerini ve müziklerini ifade etme imkanı vermesi -ki bu, müzik dünyasının çerçöpüne alternatif isimleri dinleyicilerle buluşturduğu için başlı başına alkışlanacak bir girişim bence- ikincisi, deneyimli sanatçıları/grupları topluca izleme imkanı vererek çok ekonomik fiyatlara dinleyicilerin sevdikleri sanatçılarla buluşmasını sağlaması. Bu sayede birçok sanatçı/grubu aynı anda izleyebilmek mümkün. Şahsen ben ilk kez sahnesini izleme imkanı bulup bir de beğendiğim performansların sanatçılarını daha bir ilgiyle takip ediyorum. Tek tek izlemeye kalksam asla ne paramın ne de zamanımın yeteceği birçok sanatçının performansı bir kerede izleme şansı buluyorum. Bu gece bu yüzden önemli benim için.

KEMANCI'NIN SAHİBİ ZEKİ ATEŞ
Bu geceler devam edecek ama ben size gittiğim ikinci geceden sanatçıların performansları hakkında kısaca gözlemlerimi, düşündüklerimi yazacağım. 10 Mayıs’ta Ghetto’da düzenlenen gecenin 18 konuğu vardı. Gece Özge Tığlı’nın 90’lar konsepti ile çaldığı parçaların ardından, Tolga Akyıldız’ın, geçtiğimiz aylarda vefat eden ve bugün bayılarak dinlediğimiz pek çok sanatçıya ilk kez sahne imkanı sunan Kemancı'nın sahibi Zeki Ateş için yaptığı kısa anma ile başladı. Zeki Ateş, Teoman, Şebnem Ferah, Özlem Tekin gibi bugünün en popüler isimlerinin ilk kez sahne aldığı efsanevi mekan Kemancı'nın sahibiydi.
ÖZGE TIĞLI ve TOLGA AKYILDIZ
Gecenin ilk grubu “Son Feci Bisiklet” adlı yeni ve ilginç isimli bir gruptu. be the band müzik yarışması 'nda ilk 10'a kalan Ankaralı grup SFB, adları gibi ilginç şarkı sözleri, şarkıların armonik ve akılda kalıcı yapısı ve sesi son derece temiz solisti ile gerçekten hoşuma gitti. Ritmi hareket ettiriyor şarkının (ancak adını unuttum şarkının, özürs :) )
ÖZGE FIŞKIN

YİĞİT ATİLLA (PAPYON)
2007 yılında Kilitler, 2012 yılında Bir Avuç Fotoğraf albümü ile dikkat çeken Özge Fışkın albüm kaydı gibi temiz ve yormayan vokali ve sahne hakimiyeti ile çok iyiydi. Arkasından Ayşe Saran ve Ete Kurttekin birlikte çıkıyor sahneye. İki ismi de gerek Tolga Abinin yazılarından, gerekse diğer sevdiğim müzik yazarlarının sayfalarından çokça duymuş olmama rağmen ilk kez izledim sahnelerini. Bir kere uyumları çok iyi, bunda aynı frekansta olmalarının payı büyük. Birlikte önce MFÖ'nün klasiklerinden Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın'ı seslendirdi, sonra Ayşe Saran'ın Rüyadan Kaçış albümünden 'Vazgeçmek Zor', ve Ete Kurttekin'den 'Benden adam olmaz' ı söylediler. Bas gitarda ise Uğur Öktem vardı. Sonrasında benim için güzel bir sürpriz olarak Papyon grubu çıkıyor. Bu grubu izlemek benim için ekstra keyifli, zira solisti Yiğit ile bir ara o zamanlar çalıştığım organizasyon şirketinin liselerarası müzik yarışmasında beraber çalışmıştık, Yiğit halen devam eden o yarışmanın da derece alanlarındandı. Onu böyle kendi şarkılarıyla izlemek beni de çok mutlu etti. Papyon'un albümü İlk Ateş 2011’de çıktı.

Gece Ayça Varlıer ile devam etti. Benim bu geceye ısrarla gelme nedenlerimdendi. Zira geçen ay önce albümü, sonra albüm lansmanı ile bloguma konuk olan Ayça Varlıer bir kez daha güzel sesi ve sahnesi ile karşımdaydı. Kumdan Kale şarkısını, enstrümanları playback, vokali canlı olarak seslendirdi ve beklentimin aksine tek şarkı ile indi sahneden. Sahneden inince ayak üstü lafladık. 

AYÇA VARLIER
Derken sahneye Genç Osman çıkıyor, "bu gece zaten çok hareket edeceksiniz zaten, o yüzden ben şimdi slov söyliycem" diyor. Mavi Sakal’ın bir dönem solisti olup 2012 yılında solo "Gökyüzü Masmavi" albümünü çıkaran Genç Osman aynı adlı şarkıyı söylüyor. Burada bir parantez açmak istiyorum. Bu tip gecelerde seyirci faktörü önemli, yani orada sahnedeki sanatçıyı izlemek için para verip geliyorlar ancak seyirciyi son derece saygısız gördüğümü burada üzülerek belirtmek istiyorum. Genç Osman zaten slovun slovu şarkısını kısık sesle söylerken salonun uğultusu sesini bastırdı ve ben bile sahne önünde olmama rağmen zor duydum. Orada bir performans yapılıyor, iki dakka konuşma de mi? Gecenin tek kusuru buydu bence, ona da yapacak bi şey yok. Kimseye konuşma denilemez tabi ki, ama seyircinin de biraz kendine gelmesi gerekiyor. Arkasından 2012 yılında ilk albümlerini çıkaran Türk reggae grubu Sattas çıkıyor sahneye, gerçi solisti daha sahneye çıkmadan hayli hiperaktif, yerinde duramıyor, sırasını beklerken görüyordum, olduğu yerde hopluyor sıçrıyor tempo tutuyor, derken sahneye çıktı, çok eğlenceliler bir kere gerçekten çok seviyorlar yaptıkları işi, ancak bir ara adam hoplayıp zıplarken sahnenin aşağı yukarı inişine bakıp "aha şimdi çökecek" diye düşünmedim değil :). Performansları adeta yurtdışında bir kulübe gitmiş hissi veriyordu. Çok batı standartlarında. Böyle müzisyenlerin olması çok iyi müzik piyasasının çeşitliliği açısından. 3 şarkı söyledi Sattas.

GENÇ OSMAN
SATTAS
Arkasından çıkan Korkuluk grubu benim için fazla sertti ancak etkileyici bir sahneleri var. Bu karanlık maskelerin altında… diye devam eden 2. şarkıları bilhassa çok iyiydi. İlk albümleri “Bir Hayvan Yaratmak” bu yılın başında yayınlandı. Korkuluk yerini Can Bonomo’ya bıraktı. Bu çocuğa nedense ısınamamıştım ama sahnede sempatik geldi. Akustik olarak Meczup şarkısını seslendirdi. Fena değildi. Özellikle çok enstrümanlı bu şarkıyı tek gitarla akustik halde söylemesi şarkının havasını epey değiştirdi.
 
KORKULUK
Neslihan Engin, benim sevgili arkadaşım Ece Dorsay'ın tanıştırdığı müthiş müzisyen arkadaşım. Bu gece adını listede görmek benim için çok keyifli oldu. İlk albümü Ruhum Su Aldı'dan iki şarkı seslendiren Neslihan Engin'in müziğinde ilk dikkatimi çeken şarkılarda hep bir şırıl şırıl su akması hissi yaratması oldu. Albümün adıyla müsemma bir duygu, klavyede bir yandan şarkısını söylerken, gözlerini kapasanız su sesi duyduğunuza yemin edersiniz. "Kaçtım" şarkısı bilhassa dikkatimi çekti. Tavsiyem 29 Mayıs'ta Ece Dorsay ile Alt Caz'da gidip bizzat izlemeniz. Müthiş gerçekten. Çok etkilendim.

Gecenin devamında Mavi, Bedük, Bora Duran, Keremcem, Cem Özkan, Ege Çubukçu ve Rashit de performansları ile şenlendirdiler. Mavi önce Sezen’den “Unuttun Mu Beni” şarkısından sonra yeni çıkardığı albümden bir şarkı söyledi. Pek etkilenmedim açıkçası, duygusuna giremedim şarkısının. Bedük'ün “sahneyi beklerken çok içtim, sarhoş oldum, bu gece saçmalarsam kusura bakmayın" nüktesi hoştu. Bedük de genelde hareketli olan şarkılarının aksine akustik versiyonla iki şarkı söyledi. Bora Duran “Bırakırsan” şarkısını söyledi ve o sırada sahne önünde olan Keremcem'i sahneye çıkardı, Keremcem şarkının sözlerini bilemeyince gülüşmeler oldu, "Heyecandan unuttum, yoksa biliyorum"diye çevirdi lafı. Sonrasında kendi sahnesinde “‘Aptal Aşık’ şarkısını kim biliyor” deyip cevap alamayınca biraz bozuldu gibiyse de, çabuk toparladı ve ben oradan ayrılırken “laaa laaa laa” şeklinde salona şarkı söyletiyordu.
NESLİHAN ENGİN
Son üç grubu artık izleyemedim, zira ertesi gün iş vardı ve dört saat ayakta duran yorgun bedenim artık beni emekli et demeye başlamıştı. Bu geceyi böyle güzel kapatırken, Açık Sahne’nin yeni sezonda da devam edeceğini bildirir, birine mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Dilerim birparça da olsa ordaymışsınız gibi hissettirebilmişimdir sizlere… Açık Gece’lerden birinde karşılaşmak dileğiyle…

AYŞE SARAN ve ETE KURTTEKİN
KEREMCEM ve BORA DURAN

BEDÜK
CAN BONOMO

EGE ÇUBUKÇU
KEREMCEM ve BORA DURAN
MAVİ
GECEDEN VİDEOLAR: 

İZLEMEK İSTEYENE: 1. AÇIK SAHNE'DEN


18 Mayıs 2013 Cumartesi

90'LAR YAZI DİZİSİ - NEREDELER (BÖLÜM 12) - ŞEHNAZ


Şehnaz: Yeni şarkılarda buluşmayı ben de çok istiyorum

Bu yazıyı yazmayı çok uzun zamandır bekliyordum, benim için en keyifli, bir o kadar da zor bir yazı aslında. Zira bu haftaki konuğum benim için en özel seslerden ve müzik programlarını hiç kaçırmayan çocukluğumun en net karelerinden Şehnaz. Sekiz yaşımda başlayan bir hayranlığı layıkıyla ifade edebilmek pek kolay olmayacak ama sürç-i lisan edersem affola. Şehnaz'ı Bugün Tadım Yok klibiyle ekranlardan evlerimize geldiğinde sene 1991’di, benim yaşım 8. Kabarık, turuncu saçları ilk gördüğüm zamanı dün gibi hatırlarım. O albümden Bugün Tadım Yok, Sen Yağmur Ol Gel, Bir Adamla Bir Kadın, Aklım Karışık, Yaşamak gibi hitler çıktı. O zamanki hit Şehnaz şarkılarından Sen Yağmur Ol’un klibini izlerken hatırlıyorum kendimi, ormanlı bir yolda yürüyordu Şehnaz, çok net bir karedir. Henüz kliplerin bu kadar sektör haline gelmediği, o zamanın favori programı Bir Başka Gece için çekilen URT klipleriydi çoğu zaman yayınlanan. Yıllar sonra facebookta bütün o hatırladığım klipleri izleyince, eski bir dostu bulmuş gibi oldum.
Bir daha albüm çıkarmadı Şehnaz ve televizyon programlarında da görünmedi. Şehnaz'ı yıllar boyunca aradım durdum, yıllar içinde o bir tek kasetteki şarkıların hiçbirini unutmadım, ancak internet çağının olmadığı zamanlarda Şehnaz’dan bir iz bulmak ne mümkün? Derken bir gün, tatlı tesadüfler sonucu, Şehnaz’a kaydolduğum bir müzik platformunun (kavun.net’ti sanırım) albümünün altındaki mesajlarda rastladım. Şarkılarını unutmadığımız için ne kadar mutlu olduğunu anlatan bu kısacık mesaja cevaben özel mesajla o şarkıların benim için önemini anlattım, sonra Şehnaz’dan bir mesaj geldi ve şu an canım olan Şehnaz'ıma beni 16-17 yıl sonra kendiliğinden kavuşturdu. Sonrası mesajlaşmalar, facebook'ta ekleşmeler, sohbetler sohbetler, bambaşka evrenlere savrulmuş bir sanatçı ve hayranının kesişim noktası oldu o kısacık mesaj. Bu blog için yazı yazma fikri ortaya çıktığında, ilk ona sordum acaba dedim bu müziksever hayranının sorularını yanıtlamak ister misin diye. Ortaya bu keyifli söyleşi çıktı. Ben bütün merak ettiklerimi sordum, Şehnaz da uzun uzun yanıtladı.

 Kaç tane 7 yaşında çocuk vardır ki Rodrigo’nun gitar konçertosunu o yaştan beklenmeyecek kadar iyi çalsın ve bundan bir o kadar keyif alsın” diyerek anlatmaya başlıyor. İlk öğretmeninin ondaki bu özel durumu fark etmesi çok uzun sürmemiş. Aynı sınıfta hayatında her zaman müzik olsun isteyen sıra arkadaşı Faize ile hayallerinin aynı olduğunu söylüyor. Faize 3. sınıfta Ankara’ya gitmiş yıllar sonra Şehnaz’ın öğrendiğine göre konservatuar arp bölümünü bitirmiş. “Bir yanım sevinç, diğer yanım hüzün olmuştu, çünkü özel sebepler beni aynı idealden mahrum bırakmıştı,” diyerek anlatıyor o zamanki üzüntüsünü. Sonraki öğretim yaşamında okul ve özel yaşamındaki yakın çevresinin sesinin farkına varmasıyla, her fırsatta şarkı söylemek onun için doğal hale gelmiş. Küçük yaşlarımdı, insanların beni dinlediğinde yüzlerindeki şaşkın, mutlu, (tabi slow şarkıysa üzgün) yüzlerini görmek beni mutlu ediyordu! Kulağa ilk geldiğinde sadistçe bir duygu gibi görünse de böyleydi,” diyor muzipçe. 



Gençlik yıllarının henüz başındayken şan dersleri almış. “Bunlardan biri değerli müzisyen Timur Selçuk’tur” diyerek adını anıyor. Onun için mükemmel olan akademi mezunu olabilmek ve müzik denen şeyin tüm teknik bilgilerine sahip olmak olduğu için, ilk küsmesini gerçekleştirip hayallerini dondurmuş. “Bu yıllar bana kızımı kazandırdı, müziksiz şarkı söylemeden geçecek 1 ömür planı için bundan daha iyi 1 sebep düşünülemezdi,” diye anlatıyor gözleri parlayarak. Sesiyle ilgili ilk ciddi tespiti yapan yan dairede oturan komşusu olmuş. “Devlet sanatçısı olan ve fagot çalan komşumuzun çıkardığı bas bariton prova seslerini duvara kulağımı dayayıp huşu içinde dinlerdim,” diyerek anlatıyor. Komşuları ailesine yaptığı tespitleri paylaşmış, ama şartlar istediği gibi akademik anlamda kariyer yapmasına engel olmuş. “Ya hep ya hiç prensibim o zaman da şimdi gibi geçerliydi, bu sebeple hayallerimi bir süre göz ardı ettim. Ciddi anlamda hiç yapmadığımı yapıp adeta beyaz atlı prensi bekler gibi bir döneme girdim,” Aslında hayal etmeyi bırakmamış, sadece o hayalleri hiç kimseyle artık paylaşmamış, ta ki amatör bir gruba solist olana kadar… Beklemediği bir anda bu grupla tanışması ve onun tekrar en iyi nefes aldığını hissettiği notalara sarılmasıyla müzikle yolculuğu tekrar başlamış Şehnaz’ın. Önce minik amatör konserler, demo stüdyo kayıtları derken grup olarak aldıkları 3.lük ödülü ve ardından hiç de yabana atılmayacak jüri üyeleri tarafından aldığı en iyi yorumcu ödülü –ki bu jüri içinde Cahit Berkay, Fuat Güner, Özkan Uğur, Cem Karaca, Aysel Gürel gibi dev isimlerin bulunduğunu söylüyor Şehnaz– ve ardından 40 ülkenin katıldığı uluslararası performans yarışmasında Türkiye adına yarışıp ülkesine kazandırdığı birincilik ödülü onu ilk albümü çıkarmaya kadar götüren süreci başlatmış. “90 yılında en iyi yorumcu ödülü aldıktan sonra gelen albüm teklifini kabul etmem bir anda müzikteki yolculuğumun şeklini değiştirdi. Tabi bu öyle bir sevda ki albüm çalışmasını yaptığım dönemdeki heyecanımı sözlerle tarif etmem mümkün değil!” diyerek anlatıyor heyecanını. Hayatında en çok istediği şey gerçekleşiyordu.
Şehnaz, “Hoşnut olmadığım durumları kontrol edemediğim anlar yaşıyordum (şarkıların seçimi, aranjeler, kartonet fotoğrafları vs. vs.) ama diğer yandan o kadar heyecanlıydım ki, bu olumsuzluklara engel olamama durumu bile mutluluğumu gölgeleyemiyordu!” deyip ekliyor: “O albüm (BUGÜN TADIM YOK) müzikal anlamda beni çok tatmin etmedi. Sesime güvenilip tamamen ticari kaygı güdülerek yapıldı,” O böyle dese de, bu albüm kayıtlarda tek bir canlı enstrüman kullanılmamasına rağmen kültür bakanlığından kesin kayıtlı satış adedi 250 BİN olarak tarihe geçmiş. “Bugün olsa o manadaki isyanımı ne kadar bastırırdım hala emin değilim! Daha iyi bir prodüksiyonu hak ettiğimi düşünsem de, anlaşmayı feshetme cesaretimin olmadığı gerçeğini ancak şimdilerde itiraf edebiliyorum!” diyerek ilk albüm serüvenini özetliyor. Daha sonra basına kendi ağzından böyle bir açıklama yapmasa da içinde bulunduğu bu sektörün yoz işleyişi onu tekrar çok sevdiği müziğe 3. kez küstürmüş, ta ki youtube’da kendi şarkısına rastlayana kadar. “Biri var ki şayet onun keçi inadı olmasa, beni bir yandan motive edip diğer yandan facebook'ta ve youtube’da olma konusunda inatla ikna etmek için gösterdiği sabır ve emek için Necmi İşbilir’e ne kadar teşekkür etsem azdır” diyerek vefalı dostuna selam söylemeyi ihmal etmiyor. “O albümde bana iyi ki yapmışım dedirten ve beni mutlu eden TEK ŞEY (müzikalitesinden memnun olmasam da) insanların sevgisi ve saygısını kazanmamdır. Şehnaz albümü, keşke yapmasaydım dediğim her saniyenin ardından bana hala bu paradoksu yaşatır. Bildiğim tek şey, önce kendime sonra benim albümümü alan 250 bin kişiye olan saygımdan, hala içimdeki sesi dinliyor ve içime sinmeyen hiç bir işin içinde olmama sözümü tutmaya devam ediyorum,” diyerek dinleyenlerine teşekkür etmeyi ihmal etmiyor.

Yarışmaya gelmek istiyorum. Sorularım arka arkaya geliyor. Yurt dışındaki yarışmaya (Kazakistan’da yapılan ve Şehnaz’ın Grandprix ödülünü aldığı Asya'nın Sesi yarışması) nasıl seçildiğini, oradaki ortamı, geri döndüğünde nasıl karşılandığını, o sürecin nasıl geliştiğini, orada kurduğu bağlantıları soruyorum heyecanla. “Yurtdışındaki yarışma süreci 3 aşamadan oluşuyordu, yani üç defa sahne aldı herkes. Çünkü yarışmanın asıl amacı  performans üzerine kurulmuştu,” diyerek anlatmaya başlıyor: “Orada yorumumdan ve sesimden dolayı gazetelerde favori görüldüğüm yazılıyordu. İlk sayfada çıkan fotoğraf ve haberleri gösterdiklerinde hem biraz şaşırmış hem de mutlu olmuştum. Ayrıca önceki rejimden dolayı orda Avrupa’ya bir batıya müthiş bir özlem vardı ve kökende Türk olduğumu, aynı zamanda tıpkı bir batılı Avrupalı gibi bir görünüme sahip olduğumu düşünüp benimle kendilerini özdeşleştirip gurur duydular.” Anlattığına göre peyderpey yapılan zorlu bir yarışma olmuş ve onlara Ruslardan bulaşan aşırı disiplin onu biraz ürkütmüş. Özellikle sonuçları beklerken, onu adı ve ve Türkiye dendikten sonra sahneye inene kadarki anda çaldıkları müzik Şehnaz’ı daha da heyecanlandırmış. “Stad ciddi büyüktü, düşünsene 40 bin kişi alıyor ve saha içi de doluydu,” diye anlatıyor heyecanını: “Neredeyse herkesten geldi o alkışlar, kaç kişiye nasip olur ki? Bu yüzden böyle bir yeteneğim olduğu çok şanslı olduğumu düşünürüm”.


Şehnaz, Barış Manço'ya yarışma birinciliğini anlatıyor.
Tabi bu yarışmanın başarısından sonra yapımcılar peşine düşmüş, birçok bağlantı kurmuşsundur herhalde diyorum. “Bağlantılar diyorsun ya, tabi ben kurmadım aslında, çünkü menajersiz gitmiştim oraya. Onlar kurdular birilerini aracı yaparak ve ben 4 kez daha gittim oraya. Bir keresinde Nazarbayev ve eşinin davetlisi olarak gittim konser vermeye bir vakıf yararınaydı, şu an sanıyorum Kazakistan’ın cumhurbaşkanı kendisi".

Ya albüm sonrası? Neden bir albüm daha gelmedi diye soruyorum, serzenişle yanıtlıyor: Albüm yapmayı bırakmayı tabi ki istemezdim ama müzik sektöründeki bana hiç uymayan kötü şartlar beni o noktada bu kararı vermeye itti! İlk albümün çıkışı ve yayınlayan firmayı kabul etmem bugün baktığımda ne kadar da talihsiz bir seçimmiş dedirten cinstendi!
Albümden sonra TV kanalları da Şehnaz’ı ve şarkılarını sevmişti diye aslında. Uzunca bir süre onlarca TV programına davet edildi ve konserleri yayınlandı. O zamanlar bu ilgi ve sevginin, aşırı yoğun bir tempo içinde olsa da onu fazlasıyla mutlu ettiğini söylüyor, “diğer yandan ne kadar vahim bir sonuca doğru yolculuk yaptığımın hiç farkında değildim,” diyor ancak bir parantez açıyor: “bu vahim cümlesi albüm ve yaptığım yazılı anlaşma adınadır.” 1-2 yıl geçtikten sonra TV programlarına aynı şarkılarla konuk olmak artık ağrıma gitmeye başlamış Şehnaz’ın, sahneden para kazanıyor olsa da artık dinleyiciye de yeni şarkılar söylemem gerektiğini düşünmüş. “Bunu borçlu olduğumun farkındaydım. Bu sebeple albümden sonraki 4. yıl aynı şarkılarla TV’de görünmeme kararı aldım,” diye açıklıyor bunun nedenini. Sahne yine devam etse de, bu konuda da seçici olduğu için sahne alabileceği kendine yakışan mekan konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaya başlamış. Müzik konusunda yetersiz bulduğu, yeteneksiz şarkıcıların revaçta olduğu bir dönem başlaması, yeni şarkıların onunla buluşması ertelenmesi, sahne alabileceğim salon sayısı gün geçtikçe azalması gibi nedenlerle çemberin dışında kalmayı 
uygun görmüş. “Biraz heykel, biraz resim ve sanatın diğer dallarıyla kendimi oyaladım ve tesadüfen iç dekorasyona olan eğilimim beni ev mekanlarını giydirme işine yönlendirdi. Son yıllarda asıl işim bu, müzik ise vazgeçilmez sevdam olarak biraz geride kaldı,” diyerek özetliyor albüm sonrası süreci ve şu sıralar uğraştığı mesleğini. Bir sürü seneden sonra, geçen sene tekrar stüdyoya girmiş, bu da Şehnaz’a ‘neler yapabilirim’i tekrar gözden geçirme imkanı vermiş. “Şimdi yine benim inandığım iki şarkı var aslında, biri benim zamanında Cenk Eroğlu’na parasını bizzat ödettiğim, sonrada firmadan ayrılırken bizzat kendi ödediğim bir şarkı onu hala okuyabilirim,” diyerek müziğe geri dönüş sinyalleri veriyor, ancak bunun hiç kolay olmadığını düşünüyor. Bir yapımcıyla konuşmuş ama bu düşüncesini anlatamamış, zira finanse edemeyeceğini düşünmüş. Bir gün Sezen Aksu’nun onu o sıralar Hümeyra’nın işlettiği Nişantaşı’ndaki Keçi Bar’a dinlemeye geldiğini, sonrasında evine davet edip, 2 şarkı sözü verdiğini anlatıyor. Şehnaz bu noktada sürekli arayıp sormasının sanki sadece menfaati için olduğunu düşünmesini istemeyip aramamış. “Başkaları gibi kapısında yatamazdım, çünkü ben onu gerçekten seviyorum. Sanki sürekli arasam gitsem menfaat için olacakmış gibi geldi. İlk firmadan da kurtulamamıştım. O sıra zaman geçince çekindim filan. İşte bunların hepsini halledebilecek biri lazım bana, çünkü bu mevzularda ben gerçekten çok yetersizim,” diyerek sahnelerden kopuşunu özetliyor. Gene de onu sevindiren şeyin, 1 şarkı bile olsa (ki SEN YAĞMUR OL GEL VE BUGÜN TADIM YOK öyle şarkılar diye düşünüyorum, diye parantez açıyor) kalıcı bir şeyler yapmak ve olmadığım yıllarda da yine sevilmek ve dinlenir olmak olduğunu söylüyor.
Konu Şehnaz’ın kanayan yarasına geliyor ve müzik sektörünü soruyorum. “Hızla tüketilen işler dün de vardı bugün de var yarın da olacak, bu değişmez. Belki popüler işler yapan isimler de kalıcı olmak sevdasında olabilir ama hızla akla yazılan bazı şarkılar hafızamızdan aynı hızla uçup gitme riskini de taşıyabiliyor!” diye yanıtlıyor, Diğer yandan öyle şarkılar var ki yıllar geçse de hala aynı tatla dinlenmeye devam edebiliyor’, diye ekliyor. Ona göre dün de bugün de onun için makbul olanın böyle şarkıları seslendirmek, onlarla anılmak ve sevilmek olduğunu, bunu bir nebze de olsa başarabildiyse kendini çok şanslı ve mutlu addedeceğini ifade ediyor. “Kaldı ki bu anlamda ben kendimi denizde küçük bir damla gibi görmekteyim. Dediğiniz gibi iz bırakıp bırakmadığının tescilini yapabilecek tek güç vardır, o da ZAMAN’dır. Benden sonra da şayet benim yorumum dinlenirliliğini ve sevilirliğini sürdürürse, ancak o zaman dediğiniz gibi ŞEHNAZ için kalıcı bir ses ve yorumdu diyebilirsiniz,” diyerek bir nevi sevenlerine sesleniyor. Sonra sevenlerine bir mesaj iletmek istiyor: “Yeni şarkılarda buluşmak benim de çok istediğim bir şey. Yeni ve çok içime sinen şeyler yok değil ama ne zaman hayata geçer sorusunun cevabı henüz bende değil. Umarım en kısa zamanda gerçekleşir.”
Şehnaz Yasemin'in Penceresi programında
Şehnaz Turnike'de
Bu söyleşiyi yaptığım sırada, Şehnaz resmi fan sayfasında (ŞEHNAZ RESMİ FACEBOOK SAYFASI) yeniden yorumladığı ya da gün ışığına çıkmış yorumlarını paylaşarak bizleri yıllar sonra sesiyle buluşturuyordu. Yıllar Şehnaz’a ve sesine dokunmadan geçip gitmiş gibi, Dilerim yaptığımız teşvikler, kampanyalar, mesajlar yerine ulaşır da, daha nice yıllar bu sesten nice şarkılar dinleriz. Sen yağmur ol gel, Şehnaz, gel kon dalımıza, geçsin gönül yangını damla damla… Hem sen hiç unutulmadın ki…

BUGÜN TADIM YOK